_______________________________
G
İ
R
İŞ
____________________________________
4. Batı Avrupa ve Osmanlı Devleti
Geleneksel düzendeki bozuluş ve çözülüş nasıl başladı? Hangi nedenlerle
oldu? Bu kitap ekonomik ve toplumsal düzeyde olmaktan çok, düşün düzeyinde-
ki görünüşlerle ilgilenecek bir inceleme olacağından bunların doğrudan doğruya
temel nedenlerine inmeyeceğiz.
Türk-Osmanlı devlet-din karması görüşünün kaynaklan, çoğun Doğu ge-
leneğinden, bir kısmı da Batı geleneğinden geldiği için (her ikisi de oldukları
gibi değil, değişikiliklere uğrayarak geldiğinden) konuya bu iki yandan baka-
rak gireceğiz.
Görüş salt İslâmlık kaynağından çıkma değildir. Osmanlı devletinin kuru-
luşuna dek geçen zaman içinde İslâmlık kaynağı sırf bir din kaynağı olmaktan
çoktan çıkmış bulunuyordu. İslâmlığın iki ana kaynağı olan Kitap ve Sünnet'te
siyasal bir rejime temel olacak bir görüş yoktur. İslâmlığın ilk taşıyıcısı olan
Arap kavminin kurduğu ilk krallık (Emevî Krallığı) ortaya çıkıncaya değin
Müslümanlar arasında siyasal sorunlarda anlaşmazlıklar çıkmıştı. Bunlardan en
önemlileri, krallık devletine karşı çıkan Haricî ve Şiî görüşleri olmuştur. Fakat
ne birincinin din açısından devlet görüşü, ne de Şiilerin dinsel devlet görüşü,
zamanlarının koşullan içinde gerçekleşme gücü kazanacak bir açıklık taşıyordu.
Daha çok dindar, saf kişilerin bağnazlığı ile doğan bu iki akım, bir devlet ideolo-
jisi geliştirme, bir devlet kurma şansı bulamadı. Haricîlik daha o zamandan bazı
bölgelerde küçük teokratik cumhuriyetler ya da aşiret prenslikleri kurma gücün-
den öteye gidemedi. Şiîlik ise bu kadarını da yapamadı. İran'da Safevîlerin Şiî
bir devlet kurması zamanına dek Şiîlik bazen gizli, bazen açık yaşayan, fakat
daima siyasal güçlerin baskısı altında kalan spiritüalist bir sekt olarak kaldı.
Böyle olmakla birlikte, ona karşı olan ve zamanla Sünnîlik adıyla tanınan resmî
siyasal, hukuksal din görüşü üzerine hayli etkisi olduğu gibi kendinden daha
aşırı hattâ devrimci olan kanadına da etki yaptığı halde her ikisi tarafından da
bir devlet temeli olarak alınamadı. Bu aşırı kanadın kurduğu devletler de
(İran'da İsmailî devleti, Mısır'da Fatımî devleti), ortaya çıkar çıkmaz devrimci
görüşünün tersine despotik bir devlet biçimi aldı.
Bu bize gösteriyor ki devlette İslâmlık ya da İslâmlık’ta devlet olabilmesi
için ilâhiyatçıların ve hukukçuların (fakihlerin) önünde tek bir yol vardı: İran
uygarlığı yolu ile Ön-Asya'da tanınan despotik padişahlık devletini İslâm açı-
sından meşrulaştırmanın yolunu bulmak. Onlar daha bu yolu bulmadan önce,
Emevî Krallığı'nın yerine Asya-İran despotik devlet sisteminin yeni bir modeli
olan Abbasî devleti (hilâfet devleti) kurulmuş bulunuyordu. Bu devletin İslâm
35
TÜRK
İ
YE'DE ÇA
Ğ
DA
Ş
LA
Ş
MA
açısından kendi niteliğini bulma çabalan sonucunda ilahiyat ve hukuk alanın-
daki din düşünürleri (örneğin bunların en büyüğü olan Gazalî) bu meşrulaştır-
manın İslâmlık'a en uygun olanını geliştirdiler: İslâm devleti Kur'an ve Sün-
net'e göre ruhanî, dinsel bir hilâfet değil, askerî güce dayanan bir saltanat dev-
leti olabilirdi. Devletin başındaki hükümdar, kılıcının gücüyle kurduğu ya da
yürüttüğü devleti İslâm inanç ve hukukuna göre yürüttüğü takdirde bu, onun
Tanrı tarafından hem halife hem hükümdar olarak seçilmiş bulunduğunun ka-
nıtı olarak kabul edildi. Kuşkusuz, Tanrı İslâm topluluğunun başsızlık ve anarşi
içinde yaşamasını istememişti. İnan üzerine değil de, çıplak güç üzerine kurulu
despotik devlet de olsa Haricîlerin, Şiflerin, İsmailîlerin güçsüz, gizli ya da anar-
şist din cemaati topluluğuna böylesi üstündü.
Selçukluların kurduğu devlet, bunun ilk olanı değilse de en önemli, en bü-
yük olanıdır. Hilâfet devletine karşı saltanat devletinin
ilk gelişmiş örneğidir.
Osmanlı devleti de, bunun daha ileriye götürülmüş, daha da büyütülmüş bir
modelidir. Ağır bir tempo ile giden bu despotik padişahlık devletinin gelişmesi
süreci Osmanlılara, belki Moğollardan gelen etkilerin de katılmasıyla aşırı üs-
tünlük duygusu vermiştir. Aynı duygu İstanbul'u alarak mirasçıları oldukları
Bizanslılarda da vardı. Bizanslıların Batı ve Hıristiyanlık dünyasının en üstün
efendisi oldukları inancı Osmanlılara da geçti. Osmanlı devleti Bizans'ın çöküş
ve dağılışının geriye bıraktığı öğeleri kolaylıkla içine alabilmiştir. Kurulan reji-
min en önemli öğeleri şunlardır: a) halife-padişah, b) bağımlı hizmet sınıfları
(kapıkulları) yani hükümdarın toprakları üzerindeki reayayı zapta ve devleti
vergi gelirleriyle beslemeye memur tımar başkanları ve (bunların feodal bey
yetkilerini kazanıp da reayayı doğrudan doğruya kendilerine bağımlı yapma
gücünü kazanamamaları için) hükümdarın iradesine adanmış yeni bir ordu
(yeniçeri kul ordusu) ve c) devletin maliyesini ve yönetim mekanizmasını yü-
rütecek bürokrasi.
Osmanlıların bu temel kuruluşları geliştirmekte oldukları bir zamanda ya-
şayan ve İslâm dünyasının en büyük tarih düşünürü olan İbn Haldun, Osman-
lıların sonradan tamamladığı bu rejimin daha basit modellerinin Emevî Krallığı
zamanından beri bütün İslâm tarihinde birbiri ardınca tekrarlanan devlet biçimi
olduğunu tespit etmiş bulunuyordu. İslâm dünyasındaki despotik devlet rejimi-
nin kurallarını onun zamanına dek birçok yazar da daha parçalı bir biçimde iş-
lemişlerdi.
Görüyoruz ki, Osmanlı devletinin bir Doğu'dan, bir de Batı'dan gelme iki
kaynağı vardır. Birincisi nasıl ilk, özgün İslâm kaynağı değilse, ikincisi de o za-
man (14. yüzyıl) doğmakta olan modern Batı değildi. Yeni Avrupa, Fatih'in İs-
36