B
44
A BRIEF LOOK AT TRIARCHIC THEORY OF HUMAN
INTELLIGENCE: REFLECTIONS FROM
PROF. ROBERT STERNBERG
Aylin Buran ’02, Zeynep Kızıltepe ’78
Prof. Robert Sternberg is very well
known with his Triarchic Theory
of Intelligence. Sternberg's theory
comprises three subtheories:
Componential, experimental and
contextual. Componential subtheory
means that individuals observe the
components of situation separately
and then they will able to deal with
them entirely.
Experimental subtheory deals with
experiences and involves that the
ability to deal with new situations
using past experiences. This new
experience/work must be novel or
original. Contextual subtheory refers
to the relations between individual
and the environment; it focuses
on the ability to adapt changing
environment and to select the better
environment when it is necessary.
These three subtheories are related
to different abilities. Componential
subtheory correlates with analytical
giftedness, experimental subtheory
correlates with creative giftedness
and contextual subtheory correlates
with practical giftedness.
Within the scope of this volume,
we are dealing with the topic of
curiosity and critical thinking. We had
a chance to listen to the opinions
of Prof. Robert Sternberg from
Cornell University, College of Human
Ecology, about the relations of these
two notions with intelligence. Prof.
Sternberg had been welcomed in
our university by the invitation of
The Department of Educational
Sciences and Association for the
Support of Contemporary Living in
1996. We express our sincere thanks
and appreciations to Prof. Robert
Sternberg to devote his precious time
for us.
Can you summarize your
Triarchic Theory of Human
Intelligence briefly please?
Intelligence is largely the ability to
set reasonable goals for your life
and to achieve them, within the
context in which you live. You do this
through a combination of coming up
with new and useful ideas (creative
intelligence), analyzing whether
the ideas are good ones (analytical
intelligence), implementing the ideas
and showing other people the value
of those ideas (practical intelligence),
and finding ways to use your ideas
to help achieve a common good
(wisdom).
What are the main educational
implications of your theory?
Most educational systems tend
to value children who are good
memorizers. But very little of life
depends on your memorizing bodies
of material. So, we need to teach in
ways that develop creative, analytical,
practical, and wise thinking.
Democracies should foster these
kinds of thinking. Dictatorships, of
course, squelch them, as people who
thought for themselves would be
threatening to a dictator.
How do you interpret critical
thinking and curiosity within
your theory?
Critical thinking involves processes
such as analyzing ideas, comparing
and contrasting ideas, evaluating
ideas, critiquing ideas, and judging
ideas. Curiosity is the impetus for
learning and using one’s intelligence.
We know that you are much
against students taking
standard tests to enter schools.
What solution/solutions are
you proposing for students not
to take standard tests keeping
massification in mind?
We have devised tests that assess
creative, analytical, and practical
thinking. But in the end, the
important thing is not whether one
uses our tests or someone else’s,
but rather whether one looks at a
broad spectrum of skills rather than a
narrow one.
Photo: www.cornell.edu
Okulumuzun Felsefe
Bölümü’nün değerli
hocalarından Sayın Prof. Dr.
İlhan İnan ile bu ayki konumuz
olan merak üzerine bir söyleşi
gerçekleştirdik. Sayın İnan’ın
bu alanda yazılmış ilk kitap
olan ve Routledge tarafından
2012 yılında yayımlanan The
Philosophy of Curiosity adlı
çalışması hakkında da bilgi
aldığımız röportajımızda
felsefi merak, merakın
gündelik hayatımızdaki
yeri gibi önemli konulardan
bahsettik. Bu kapsamlı
röportajı yaptığımız Sayın
İnan’a teşekkürlerimizi
sunuyoruz. Keyifle okumanız
dileğiyle...
Öncelikle, merak alanında
yaptığınız öncü çalışmalardan
bahsedebilir misiniz?
Yaptığımız çalışmalarla Boğaziçi
Üniversitesi’nin de dünyada
tanıtımını yapıyoruz sanırım.
Akademik felsefede merak
konusundaki çalışmalarda birçok
“ilk”i gerçekleştirdik. Bildiğim
kadarıyla doğrudan merak
konusunda dünyadaki ilk felsefe dersi
benim 2005 yılında açtığım ders oldu
ve ondan sonra öğrencilerim merak
üzerine tezler yazdılar: Bilişsel Bilim
(Cognitive Science)
alanında dünyada
ilk lisansüstü tezi
Ahmet Subaşı yazdı,
sonrasında Safiye
Yiğit merak üzerine
ilk felsefe tezini yazan
kişi olarak tarihe geçti.
Yüksek lisans öğrencim
olan İrem Günhan
çocuklar için felsefe
eğitiminde merakın
önemi üzerine bir
yüksek lisans tezi yazıyor.
Bu da bir ilk olacak.
Benim de kitabım (The Philosophy
of Curiosity, Routledge, 2012) felsefe
tarihinde merak üzerine yazılmış
ilk kitap olma özelliğine sahip. İki
sene önce Boğaziçi Üniversitesi’nde
düzenlediğimiz Curiosity:
Epistemics, Semantics, and Ethics
başlıklı konferans felsefe tarihinin
merak üzerine gerçekleştirilmiş
ilk uluslararası konferans oldu.
Geçen ay öğrencim Safiye Yiğit ile
birlikte Amerika’da merak üzerine
bir konferansta konuşma yaptık,
haftaya da Safiye ve İrem ile birlikte
Maribor’da (Slovenya) konuşacağız.
Üniversitemiz çok destek verdi; hem
bölümüm hem dekanlığımız hem
de rektörlüğümüz. Burada üç yıldır
süren Bilimsel Araştırma Projemizden
aldığımız desteği de özellikle
anmak isterim. Umarım, gelecekte
Boğaziçi Üniversitesi dünyada merak
felsefesinin yeşerdiği yer olarak
algılanacak.
Merakı nasıl tanımlıyorsunuz,
bu konuda kullandığınız yeni
kavramlar var mı?
Tanımlamıyorum, tanımlanabileceğini
de sanmıyorum. Her şeyi tanımlamak
mümkün değil. Özellikle duygu
kavramlarını tanımlarken olsa
olsa başka duygu kavramlarına
başvurabiliriz. “Korku nedir?” diye
sorsam şimdi çok doyurucu bir yanıt
alamam; çünkü korku
bence başka duygular
aracılığıyla tanımlanabilir
bir duygu değildir.
“Primitif” diyebileceğimiz
bir duyguysa, bir tanım
getiremeyiz; olsa olsa
açıklamalar getirebiliriz,
değişik durumlarda
nasıl ortaya çıkıyor
ona bakabiliriz. O
yüzden ben merakın
bir tanımı olduğunu
düşünmüyorum,
primitif bir duygu
olduğunu düşünüyorum; ama
literatürde, sözlüklerde, felsefe
tarihinde ve psikolojide genellikle
merak “bilme isteği” şeklinde
tanımlanıyor. Ben bu tanımın
yeterli, hatta doğru bir tanım
olduğunu düşünmüyorum. Her
bilme arzusu ya da isteğinin olduğu
durumda merak olmayabilir. Mesela
üniversite sınavlarına hazırlanan
bir lise öğrencisi kimya sorularını
yanıtlayacağı kadar kimya öğrenmeyi
isteyebilir. Pekiyi, kimya bilimini
merak mı ediyor? Etmeyebilir de.
Yani, merak etme sadece bilme
isteği değil, merak etmek için bilme
arzusunun ötesinde bir şey olması
gerekir. Ona da ben başka bir kavram
bulamadığım için “ilgi” diyorum.
Zaten Türkçede “merak” sözcüğü
bazı kullanımlarında “ilgili” anlamına
gelebiliyor. Bu durum Türkçeye özgü
bir şey. Örneğin, İngilizcede merakın
karşılığı olan “curiosity” sözcüğünün
böyle bir kullanımı yok; ama biz
“meraklı” sözcüğünü bazen “ilgili”
anlamında kullanıyoruz. Mesela
“klasik müziğe meraklı” dediğimizde
bunu İngilizceye “curious” sözcüğünü
kullanarak aktaramayız. Bunun dilimiz
açısından güzel bir şey olduğunu
düşünüyorum. Merak kavramının
içerisinde demek ki ilgi kavramı
da var. İlgilendiğiniz şeyleri merak
edersiniz.
Diğer yandan merakın oluşabilmesi
için kişinin bilmediği bir şeyi zihninde
temsil etmeyi becermesi gerekir.
Bunun insana özgü çok önemli
bir dilsel yeteneğe dayandığını
savunuyorum. Bu amaçla (yakında
Türkçe olarak da basılacak olan) The
Philosophy of Curiosity adlı kitabımda
teknik bir kavram geliştirdim.
Dil felsefesi ve bilgi felsefesinin
kesiştiği yere ait bir kavram:
“Bilinmeyenin kavramlaştırılması”.
Bunu gerçekleştirmek için
kullandığımız kavramlara
İngilizcede özel bir ad uydurdum:
Şenay Çınar ‘10
YOLDA OLMA HALİ
B
46