biraz
açmak gerekirse, iyi kesen
bir bıçak ya da hızlı koşan bir at
için erdemlidir ya da “mükemmel/
kemale ermiş/kâmildir” diyebiliriz.
İnsanı diğer varlıklardan ayırt eden
özelliği ise, düşünmesi ve aklını
kullanmasıdır. Dolayısıyla erdemli
insan, bilen ve aklını kullanan
insandır. Elbette ki bir insan buna
muktedir olamayan bir başka tür
gibi, sözgelimi bir kedi gibi yaşamayı
tercih edebilir; fakat o takdirde
o kişi için erdemli diyemeyiz. Bu
kaliteli bir mikrodalga fırını mutfakta
ekmek kutusu olarak kullanmak
gibi bir şeydir. Bu da bir kullanım
şeklidir; ama kabul edersiniz ki bu
bir bakıma kullanmak değil, yazık
etmektir. Aksine iyi bir hayat için
kişinin o türün mükemmele uygun
etkinliğini sergilemesi ve şayet
birçok mükemmellik varsa bunların
en yetkinine uygun olan etkinliğe
talip olması gerekir.
Aristoteles’e göre, bu en yetkin
etkinlik “theoria”dır. Bu hakikate
yönelik kuramsal düşünme, dilimize
“tefekkür” olarak da çevrilen ve iyi
bir hayat için gerekli olan etkinliktir.
Yalnız biraz daha derine inecek
olursak, Aristoteles için bu hem
insanların hem de Tanrı’nın en yetkin
etkinliğidir. Sadece insana özgü
olan en yüksek etkinlik ise, belki de
theoria değil, merak ve anlamaya
yönelik bilme arzusudur diyebiliriz.
Bu düşünceler tabii ki felsefi
literatürde daha önce tartışılmamış
şeyler ve belki de Aristoteles üzerine
çalışanları rahatsız edecek nitelikte;
çünkü böyle bir yorum merak
etmeyi iyi bir hayat için en yüksek
yere koyuyor.
Yalnız elbette ki merakın iyi bir
hayat için gerekli olduğunu
söylemek Aristotelesçi olmayı
gerektirmiyor. Bu sadece erdem
ve iyi hayat kavramlarının ilk çıkış
noktasına döndüğümüzde karşımıza
çıkan tablo. Yani, erdemi türün
mükemmel etkinliği olarak ele
aldığımızda da merakı çok önemli
bir yerde konumlandırabiliyoruz.
Bu okumadan bağımsız olarak,
günümüz erdem etiğinde de,
özellikle son yıllarda ahlaki olmayan
–bunu ahlakdışı ile karıştırmayalım-
erdemlerden söz edilmekte. Susan
Wolf, “Moral Saints” adlı makalesinde
bu tarz erdemlere dikkat çekiyor ve
erdemli insanın sadece ahlaki kural
ve sınırlara riayet eden kişi olmaktan
ibaret olmadığını vurguluyor.
Örneğin nüktedanlık, yaratıcılık ve
açık görüşlü olmak gibi karakter
özellikleri ahlak sınırları içinde
değerlendirilmeyebilir ve bunların
olmadığı bir hayat ahlaki anlamda
iyi bir hayat değildir, diyemeyiz.
Fakat iyi bir yaşam ve erdemlilik
söz konusu olduğunda, bunları da
göz ardı etmemek gerekir ki bunlar
sanıyorum herkes için takdire
şayan özelliklerdir. İnsan idealini
gerçekleştirmek, bu özellikler
olmadan eksik kalır. Elbette ki
bir insan espri anlayışından ve
yaratıcılıktan ve meraktan yoksun,
düşünürken dogmatik ya da estetik
zevklerden mahrum olabilir; fakat
kimse tersini iddia etmeyecektir ki
bunlar ideal hayat önünde aşılması
gereken engellerdir. Merakın da
ahlâklı bir yaşam için olmasa da
iyi bir hayat için gerekli olduğunu
söyleyebiliriz.
Şu inkâr edilemeyecek bir gerçektir
ki, bilme arzusuyla yanıp tutuşan
zihinlere saygı duyarız ve tarihte
hayranlıkla yâd ettiğimiz birçok
düşünürü teorileri kusursuz
olduğundan ya da ulaştıkları
sonuçlar doğru olduğundan takdir
etmeyiz. Aksine onların dinmeyen
Safiye Yiğit
B
62
bilme arzusu ve merakları bizi
kendilerine hayran bırakır.
Merakın bilgiye ulaşmadaki
rolü nedir?
Merak bilgiye ulaşmada çok önemli
bir motive edici faktör. Merak
dışında, insanda ihtiyaç ya da
zorunluluk gibi nedenlerle de bilgi
edinme isteği oluşabilir; yalnız,
felsefi bilgi ya da insanoğlu için
pragmatik değeri olmayan teorik
bilgiye ulaşmayı arzulamanın
temelinde merak duygusu yatar.
“Merak” ve “bilme” arasındaki ilişki
benim için üzerine düşündükçe
daha da belirginleşiyor. Örneğin
bir bilim insanı farz edelim. Gayet
çalışkan, azimli, dikkatli ve açık
görüşlü olsun; ama yeterince
meraklı olmasın. Hadi ona “meraksız
Charles” ismini verelim. Charles
çok cesur, çalışkan ve gayretlidir;
ama yeteri kadar “meraklı”
olmadığı için Galapagos adalarına
yolculuk yapmaz ve bilim tarihine
yapabileceği belki de en büyük
katkıyı yapmamış olur. Bu örnekten
yola çıkarak, merakın yokluğunda
insanı bilmeye motive eden çok az
şeyin kaldığını söyleyebiliriz; diğer
tüm entelektüel erdemler ancak
merak varsa gerçekten anlamlı
olurlar. Hele ki kuramsal ve felsefi
bilgi türleri için merak bilgiye
ulaşmada çok büyük rol oynar.
Bundan da öte, merak ve bilme
öyle bir ilişki içindedir ki, birinin var
olduğu fakat diğerinin olmadığı bir
dünyada bilgi değerli olmayacaktır.
Bu biraz iddialı gelebilir; ama
merak ve bilginin oluşturduğu
“organik birlik” asıl değerli olandır.
Bu birliğin değeri merak ve bilginin
tek başına sahip olduğu değerlerin
toplamından çok daha ötedir. Ünlü
İngiliz filozof ve etikçi G.E. Moore,
“kendinde değerler”den (intrinsic
values) bahsederken organik
birlik kavramını kullanır ve verdiği
örnek şu şekildedir: Güzel bir obje
değerlidir; fakat estetik beğeni ya
da güzelin farkındalığının olmadığı
bir dünyada güzel obje tek başına
değerlendirilemez. Ancak ikisi
bir araya gelip bir organik birlik
oluşturunca ikisinin ortaya çıkardığı
değer, tarafların tek başına sahip
olduğu değerlerin toplamından
çok daha fazla olacaktır. Merak
ve bilgi ilişkisinin de bu şekilde
olduğunu düşünüyorum. Eğer
merak eden varlıklar olmasaydı, yani
sözgelimi evrende sadece dağlar,
ırmaklar ve kelebekler olsaydı,
bu durumda bilginin değeri de
kalmayacaktı. Bu şartlarda bilginin
belki hâlâ pragmatik bir değeri
olabilir; ama hakiki bir bilme isteği
olmadan bilme şimdiki değerini
yitirecektir. Güzellik ve güzelin
farkındalığı analojisine dönecek
olursak, insandan güzele teveccühü
aldığımız zaman, güzel olan obje
hâlâ var olabilir; hatta onun güzel
olduğu bir yüce güç Tanrı tarafından
dayatılabilir ama bu, bizim şu anki
güzelle olan ilişkimizden farklı bir
yönelme olacaktır. Güzel bizim için o
içsel değerini, aynen merak olmadan
bilmenin değerini yitireceği gibi,
yitirecektir.
Sorunun kendisine dönecek olursak,
merakın bilgiye ulaşmadaki rolü
yadsınamaz. Bilginin peşinde
koşarken bazen insana temel
ihtiyaçlarını bile unutturan bu güçlü
motivasyon olmasaydı ihtimal
ki yaşadığımız dünyanın bu hale
gelmesi mümkün olmayacaktı.
Merakı sadece bir başlangıç
noktası olarak ele almak sizce
doğru mu? Yoksa merakın
kendine özgü bir değerinin
olduğunu düşünüyor musunuz?
Epistemologların, hep bilme
eylemini yüceltip asıl değeri bilgiye
verdiklerini görüyoruz. Dolayısıyla,
bilgiye götüren ve hatta bilgiyi
değerli kılan merak gölgede kalmış.
Tabii ki merak bilmeye teşvik
etmesi yönüyle araçsal bir değere
de sahip. Ama bu, merakın içsel,
kendine özgü bir değere sahip
olmadığını göstermez. Örneğin,
bulmaca çözerken yaşanan anlık
merak bile aslında nihai hedefe
odaklanmaksızın keyif verir ve
değerlidir. Ya da bir dedektiflik
hikâyesi okurken bizi saran merak
hiç bitmesin isteyebiliriz. Bilgiye
ulaşmada da merakla geçen süreç
kendi içinde değerlidir, diğer bir
deyişle aranan ve arzulanan şey
bilgi olsa da sadece elde edilen
sonuç değil ona götüren süreç de
bizim için değerli olabilir. David
Hume, bu fikri güzel bir analojiyle
dile getirir; İnsan Doğası Üzerine Bir
İnceleme adlı eserinde, felsefi arayışı
avlanmaya benzetir. Avlanan kişi
elbette ki avının peşindedir; fakat
çoğu zaman avladığı hayvan onun
asıl elde etmek istediği şey değildir.
Hume’a göre avlanma esnasında
yaşanan zorluğun ve çabanın kendi
içinde değeri olduğu gibi, herhangi
bir bilgiye ulaşırken yaşanan
merak ve arayışın da değeri vardır.
Hatta tıpkı kolay avlanan bir kuşu
avlamanın avcı için daha az değerli
olması gibi, kolayca ulaşılan bilgi de
çoğu kez değersiz addedilir. Buna
paralel olarak, Hume, zihin gücü ve
odaklanma gerektiren durumların
bizim için çok daha değerli
olduğunu düşünür.
İçinde merak olmayan bir dünya
tasavvur edelim, böyle bir
dünyada yaşamak ister miydik?
Bu tartışılabilir; ama bana her şeyi
bildiğimiz ve merakın olmadığı
bir hayat yaşanılası gelmiyor.
Burada yukarıdaki organik birlik
argümanına dönecek olursak, zaten
merakın olmadığı bir dünyada bilme
arzusu da kalmayacağından, bilmek
–pragmatik nedenleri yok sayarsak–
bizim için değerini yitirecektir.