Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə10/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   55

Jack, "Gidelim buradan hemen!" diye inledi.

"Dur," dedi Yüzbaşı. Ciddi suratı bir dereceye kadar yumuşamış gibiydi. Gözlerindeki o parıltı umut muydu yoksa?

Osmond o züppeye döndü, o da bir adım geriledi. Etli, kırmızı dudakları kıpır kıpırdı.

"Kingsland mıydı?" diye soludu Osmond.

"Osmond, kendini bu kadar üzme..."

Osmond bileğini oynattı, kırbacın çelik uçlu kuyrukları züppenin çizmelerine çarpıp takırdadı. Adam bir adım daha geriledi.

"Bana ne yapıp ne yapmayacağımı sen mi söyleyeceksin? Sen yalnız sorduğuma cevap ver. Canım sıkkın, Stephen. Hem de dayanamayacağım kadar sıkkın. Kingsland mıydı?"

"Evet," dedi Stephen. "Üzgünüm ama öyleydi."

"Dış yolda mı oldu?"

"Osmond..."

"Dışyolda mı oldu dedim, sersem?"

"Evet," diye yutkundu Stephen.

"Elbette." Osmond'un incecik suratında bembeyaz, iğrenç bir gülümseme belirdi. 'Tüm işçiler Köyü başka nerede olacak? Uçar mı köy dediğin? Ha? Uçup da yer değiştirecek değil herhalde, ha Stephen? Uçar mı?

Uçar mı?"

"Hayır, Osmond, elbette uçamaz."

"Uçamaz. Demek dış yolda saçıldı kaldı fıçılar, tamam mı? Bir araba dolusu fıçının Dış Yol'da yatıp durduğu, değerli içkilerin toprak kurtlan zevkini çıkarsın diye yerlere döküldüğü doğru mu, değil mi?"

"Evet... evet. Ama...."

"Morgan o yoldan geliyor!" diye bağırdı Osmond. "Morgan geliyor... atlarını da nasıl sürer, bilirsiniz! Arabası virajı döner de o yığınla karşılaşırsa belki arabacısı durmaya vakit bulamaz! Devrilebilir! Ölebilir!"

'Tamım!" dedi Stephen. Solgun suratı iki ton daha ağardı.

Osmond yavaşça başını salladı. "Bence eğer Morgan'm arabası devri-lirse, hep dua edelim de, sağ kurtulacağına ölsün bari. Bizim için daha iyi olur!"

"Ama... ama..."

Osmond onu bırakıp, Yüzbaşıyla "oğlu"nun durmakta olduğu yere hemen hemen koşarak yaklaştı. Araban hâlâ yerde, çamurlar arasında, "Efendim!" diye bağırarak kıvranıyordu.

Osmond'un gözleri Jack'e ilişti, sonra o orada yokmuş gibi üzerinden kaydı. "Yüzbaşı Farren," dedi. "Son beş dakikanın olaylanm izlediniz mi?"

"Evet, Osmond."

"Dikkatle ve yakından incelediniz mi? Ölçüp tarttınız mı? Dikkat ettiniz mi?"

"Evet, sanıyorum."

"Sanıyor musunuz? Ne kadar kusursuz bir subaysınız siz, Yüzbaşı! İlerde yine konuşacağız, Yüzbaşı! Sizin gibi mükemmel bir Yüzbaşmın nasıl olup da böyle kurbağa gibi bir oğul çıkardığını konuşacağız."

Gözleri kısaca Jack'in üzerinde duraladı. Bakışları çok soğuktu.

"Ama şimdi buna vakit yok, değil mi? Yok, hayır. Bence en cesur adamlannızdan bir düzinesini alın, bir an kaybetmeden Dış Yol'a götürün. Herhalde kokuya doğru giderseniz kaza yerini bulursunuz, değil mi?"

"Evet, Osmond."

Osmond çabucak gökyüzüne doğru baktı. "Morgan saat altıda bekleniyor... belki biraz daha erken gelir. Şimdi saat... iki... evet, iki gibi. İki midir dersiniz, Yüzbaşı?"

"Evet, Osmond."

"Ya sen ne dersin, piç kurusu? On üç mü? Yirmi üç mü? Seksen bir mi yoksa saat?"

Jack ona aptal aptal baktı. Osmond nefretle yüzünü buruşturdu, Jack de kendi içindeki nefretin tekrar kabardığını hissetti.

Canımı yaktın, eğer elime fırsat geçer de...

Osmond tekrar Yüzbaşı'ya baktı. "Saat beşe kadar, kırılmamış fıçıların hepsini kurtarmaya bakın derim. Beşten sonra, bence yolu elden geldiği kadar çabuk temizleyip açın. Anladınız mı?"

"Evet, Osmond."

"Haydi, gidin o halde."

Yüzbaşı Farren yumruğunu alnına dayayıp eğildi. Jack hâlâ aptal aptal bakarak, hâlâ Osmond'dan beyni nabız gibi atarcasına nefret ederek, onu taklid etti. Osmond daha selâm başlarken onlara sırtını çevirmişti bile. Arabacıya doğru yürüyor, kırbacını şakırdatıyordu.

Arabacı Osmond'un yaklaştığını duydu, bağırmaya başladı.

"Yürü," diye Jack'in kolunu son defa olarak çekti Yüzbaşı. "Bunu seyretmek istemezsin."

"İstemem," diye fısıldayabildi Jack. 'Tanrım, elbette istemem."

Ama Yüzbaşı Farren kapının sağ kanadını açıp birlikte pavyonun kapısından çıkarlarken Jack istemediği sesleri duydu... aynı sesleri o gece rüyasında da hep duydu. Bir ıslık ve şaklama, peşinden bir çığlık, bir ıslıklı şaklama daha, peşinden ikinci bir çığlık... Osmond da sesler çıkarıyordu. Soluyordu adam. Ne yaptığını, dönüp bakmadan da anlıyordu insan. Zaten Jack'in canı hiç bakmak istemiyordu.

Ama oldukça emindi.

Gülüyordu Osmond.


5

Pavyonun dışındaki açık alandaydılar. Yine kalabalık vardı. Gelip geçenler gözlerinin ucuyla Yüzbaşı Farren'e bakıyorlardı... hep uzağından geçiyorlardı onun. Yüzbaşı hızlı adımlarla ilerlerken yüzü gepgergin, kafasından geçen düşüncelerle kapkaranlıktı. Jack ona yetişebilmek için koşmak zorunda kalıyordu.

"Şansımız varmış," dedi Yüzbaşı birden. "Çok şansımız varmış. Sanıyorum niyeti seni öldürmekti."

Jack ona çenesi açık baktı. Ağzı kurumuş, sıcacıktı.

"Delidir, biliyorsun. Pastayı kovalayan adam kadar deli."

Jack bu deyimi ömründe duymadığından, ne demek olduğunu da bilmiyordu ama, Osmond'un deli olduğu görüşüne o da katıldı.

"Peki ned..."

"Dur," dedi Yüzbaşı. Jack cebindeki dişi verdikten sonra girdikleri o küçük çadıra gelmişlerdi. "Burada dur ve beni bekle. Kimseyle konuşma."

Yüzbaşı çadıra girdi. Jack durmuş bekliyor, çevreyi seyrediyordu. Yanıbaşmdan bir palyaço geçti. Jack'e yan gözle baktı ama, havaya atıp tuttuğu minik, renkli toplann temposunu hiç kaybetmedi. Palyaço'nun peşinden bir yığın pasaklı çocuk, Fareli Köyün Kavalcısını izler gibi geliyorlardı. Memesine iri, kirli bir bebek tutmuş genç bir kadın Jack'e, bir iki sikke verirse ona kendi kendine yapabileceği hoş bir eğlence öğreteceğini söyledi. Jack tedirgin, başka tarafa baktı. Kadm gülmeye başladı. "Ooooo, bu güzel çocuk çok utangaç! Gel buraya, güzelim! Gel de..."

"Defol, orospu, yoksa alt mutfağa yollarım seni."

Yüzbaşı çıkagelmişti. Yanında bir başka adamla birlikte çıkmıştı çadırdan. İkinci adam yaşlı ve şişmandı ama, Farren'le ortak bir yönü vardı... operetlerden fırlama bir askerden çok, gerçek bir askere benziyordu. Bir eliyle ceketinin düğmelerini şişko göbeği üzerinde iliklemeye uğraşırken öbür elinde borazana benzer bir âlet taşıyordu.

Kirli bebeği taşıyan kız Jack'e bir daha bakmadan hemen uzaklaştı. Yüzbaşı yanındaki adamın borazanım eline aldı, onun düğmeleri iliklemesini beklerken bir yandan da bir şey söyledi. Adam başını salladı, ilikleme işim bitirdi, borazanı geri aldı, öttürerek yürümeye başladı. Bu Jack'in bu diyara ilk geldiğinde kulağına çalınan seslere benzemiyordu. O sefer birçok boru bir ağızdan çalınmaktaydı. Sesler bir tür gösteri gibiydi. Bu seferki ise fabrika düdüğüne benziyordu. İş başı emriydi bir tür.

Yüzbaşı Jack'in yanına döndü.

"Benimle gel," dedi.

"Nereye?"

"Dış Yola." Bakışı yan korkulu bir ifadeyle Jack Sawyer'in üzerinde dolaştı. "Babanım babası oraya Batı Yolu derdi. Gittikçe daha küçük köyler arasmdan geçer ve Dış Bölge'ye varır. Ondan sonra da orada kalır. Hiçbir yere gitmez... ya da cehenneme gider. Sen batıya gideceksen, Tann seninle olmalı, evlât. Ama Tanrınm kendisi bile Dış Bölge'den ileri gitmeye cesaret edemezmiş diye duyuyorum. Haydi, gel."

Jack'in kafasına bir yığın soru akın etmekteydi. Milyonlarca soru. Ama Yüzbaşı fazla hızlı bir adım temposu tutturduğundan, onlan soracak soluğu bulamadı. Tepeye doğru olan yokuşu çıktılar, Jack'in bu diyara ilk geldiği yere vardılar. Fuar yeri yakınlanndaydı artık. Jack oradaki görevlilerin bağırdığını, milleti oyunlara davet ettiğini duyuyordu. İki dakika oynasanız ödülü kazanırsınız diye bağırıyordu adamlar. Denizden esen rüzgâr, sesleri çok net olarak taşımaktaydı. Beri yandan, ağız sulandıran yiyecek kokulan da geliyordu. Sıcak yemek kokulan. Kebap mısır ve kızarmış et. Jack'in karnı guruldadı. Korkunç Osmond'dan kurtulunca karnı acıkmıştı.

Fuar yerine varmadan sağa döndüler. Bu seferki yol, pavyonun yolundan çok daha genişti. Dış Yol diye düşündü Jack. Sonra içi ürpererek düzeltti: Yo... Batı Yolu. Tılsım'a giden yol.

Yüzbaşıya yetişmek için yine koşmaya başladı.
6

Osmond'un hakkı vardı, kokuyu izlemeleri yeterdi. O garip isimli köye bir mil kala koku burunlanna geldi.

Yol üzerinde doğuya gitmekte olan trafik pek yoğundu. Çoğu atlı arabalardı. Atlar arasında iki başlısı yoktu ama. Arabalar herhalde bu diyann lüks arabaları olmalı, diye düşündü Jack. Bazılannın da üzerine tepeleme çuvallar, balyalar yığılıydı. Kimi çiğ et, kimi kafesler içinde canlı tavuk taşıyordu. Köyün hemen dışında yanlanndan içi kadın dolu bir araba ürkütücü bir hızla geçti. Kadmlar gülüyor, bağınyorlardı. Biri ayağa kalktı, eteklerini tâ beline kadar kaldırdı, danseder gibi hareketler yaptı. Neredeyse arabadan düşüp boynunu kıracakken bir arkadaşı onu yakalayıp çekerek oturttu.

Jack yine kızardı. Gözünün önünde deminki genç kadının bembeyaz memesi belirdi. Ucu kirli bebeğin ağzındaydı. "Ooo, bu çocuk çok utangaç!"

Farren adımlannı daha da hızlandırarak, Tannm!" diye mırıldandı. "Hepsi sarhoş bunların! Dökülen Kingsland'ları içmişler! Orospular da sarhoş, arabacı da! Ya devrilecekler, ya kayalardan denize uçacaklar... neyse bir kayıp sayılmaz. Hastalıklı orospular!"

Jack soluk soluğa, "Bunca trafik geçebildiğine göre yol açık olmalı herhalde." dedi.

Köye girmişlerdi. Geniş Batı Yolu'nun bu kısmına tozlan yatıştırmak için yağ dökülmüştü. Arabalar gelip geçiyor, insanlar karşıdan karşıya geçiyor, herkes fazla yüksek sesle konuşuyordu. Jack lokantaya benzer bir yerin dışında iki adamın tartışmakta olduğunu gördü. Biri apansız ötekine bir yumruk attı. Az sonra ikisi yerlerde yuvarlanıyorlardı. Demek tek sarhoş olan orospular değil, diye düşündü Jack. Bütün köy halkı nasibini almış.

Yüzbaşı Farren, "Yanımızdan geçen arabalar hep bu köyden yola çıkmış," dedi. "Belki küçük arabalar geçebiliyor olabilir ama, Morgan'm arabası küçük değil, evlât."

"Morgan..."

"Bırak Morgan'ı şimdi."

İçkinin kokusu giderek güçleniyordu. Jack Yüzbaşıya yetişmeye uğraşırken ayaklan ağrımaya başlamıştı. Her halde üç mil kadar yürüdük, diye düşündü. Benim dünyamda ne kadar eder bu? Birden Speedy'nin sihirli iksirini hatırladı. Yokolmuştur diye düşünerek elini arka cebine uzattı ama ... oradaydı. Jack'in içindeki çamaşır şimdi her neyse, ona sağlamca kıstırılmış, duruyordu.

Köyün batısına geçtiklerinde araba trafiği azaldı, onun yerine yaya trafiği fena halde arttı. Çoğu sendeliyor, gülüyordu. Buram buram içki kokmaktaydılar. Bazılarının üstü başı da ıslaktı. Sanki yere uzanıp köpekler gibi içmişlerdi. Gülen bir adam, sekiz yaşlarındaki gülen bir çocuğu elinden tutmuş, gidiyordu. Alhambra'nm danışma görevlisine fena halde benziyordu adam. Jack bu ikisinin ikizli olduğunu hemen anladı. Adam da, çocuk da sarhoştu. Jack arkalanndan bakarken çocuk kusmaya başladı. Babası... ya da Jack'in babası diye düşündüğü adam onu kolundan tutup fena halde sarstı. Çocuk çalılara dalıp kendi basma kusmak istediğinde bırakmadı. Sonunda çocuk, babasının ardından tasmalı köpek gibi yürümek zorunda kaldı, yol kenanna yıkılmış horlayan bir ihtiyann üzerine doğru kusarak ilerledi.

Yüzbaşı Farren'in suratı karardıkça karanyordu. "Allah belâlarını versin topunun," diye söylendi.

En sarhoşlar bile Yüzbaşının uzağından geçmeye çalışmaktaydılar. Pavyonun dışındaki muhafız kulübesine geldiğinde durakladılar. Yüzbaşı beline deri bir kın bağlamıştı. Jack bunun içinde bir tür kısa kılıç bulunması gerektiğini düşünmüştü. Serseriler fazla yaklaştığında Yüzbaşı eliyle o kılıca dokunuyor, serseri hemen uzaklaşıyordu.

On dakika kadar sonra, Jack artık koca adama yetişemeyeceğini düşünmeye başladığı sırada, kaza yerine vardılar. Arabacı virajı kapalı dönmeye çalışırken araba devrilmiş, yuvarlanmıştı. Fıçılar da tabii yolun her yanına saçılmıştı. Çoğu kırılmış olduğundan yolun o kısmı sırılsıklam çamurdu. Atlardan biri arabamn altında ezilmiş, ölü yatıyor, yalnız arka ayaklan görünüyordu. İkinci at yandaki hendeğin içindeydi. Kulağından kırık bir fıçının parçası dışan uzamyordu. Jack bunun kaza sonucu olabileceğine pek inanamadı. Herhalde at fena yaralanmış, birisi onun ıstırabına eldeki en kestirme imkânla son vermeye çalışmıştı. Öteki atlar görünürlerde yoktu.

Arabamn altındaki atla hendekteki at arasında arabacının oğlu yatıyordu. Kolları, bacaklan açık, uzanmıştı yolun üzerine. Yüzünün yansı göklere budala ve şaşkın bir ifadeyle bakıyor, öbür yansı ise kıpkırmızı, üzeri kıymık gibi parçalarla dolu halde görünüyordu.

Jack çocuğun ceplerinin dışan çekilmiş olduğunu da ferketti.

Kaza yerinin çevresinde dolanıp duran bir düzine kadar insan vardı. Yavaş yürüyorlar, arasıra bir nal izinin çukurunda birikmiş içkiden avuçla-nyla alıyorlar, ya da mendillerini batınp ıslatıyorlardı. Çoğu sendeliyordu yürürken. Sesleri yüksekti. Ya gülüyor, ya da birbirlerine çatıyor, dalaşıyorlardı. Jack'in annesi nice ısrarlardan sonra Richard'la ikisinin kötü sinemalardan birinde çifte film seyretmeye gitmesine izin vermişti bir zamanlar. Filmlerden birinin adı. Yaşayan Ölülerin Gecesi, öbürünün adı da Ölülerin Şafağı'ydı. Bu insanlar Jack'e o filmlerdeki sarhoşlan hatırlatıyordu.

Yüzbaşı Farren kılıcını çekti. Jack'in tahmin ettiği gibi kısa, işe yarar bir kılıçtı. Romantik kitaplardaki ince uzun kılıçlara benzer yeri yoktu. Kasap bıçağından biraz daha uzundu. Üzeri çentik doluydu. Sapı deri kaplı, bıçağı koyu renkti. Bir tek keskin kenan açık renk parlıyordu. Çok keskin gibiydi.

"Uzaklasın bakalım," diye bağırdı Farren. "Kraliçenin içkilerinden uzaklasın, yağmacılar! Kanımızı doldurmayı kesin bakalım!"

Hoşnutsuz homurtular yükseldi ama herkes Yüzbaşı Farren'den uzaklaştı. Yalnızca kel kafasmdan yer yer ak saçlar uzamış yaşlı bir adam kaldı. Çok şişmandı adam. Jack'e göre yüz elli kilo vardı. Boyu da iki metrenin bir hayli üstündeydi.

"Hepimizle birden döğüşmeyi mi düşünüyorsun, asker?" diye sordu, emir üzerine biraz uzaklaşan köylülere doğru elini salladı.

Yüzbaşı Farren adama "Elbette," diyerek sırıttı. "Birincisi sen olduktan sonra, hazırım, sarhoş serseri seni." Farren'in yüzündeki sırıtma ifadesi daha da genişledi, koca adam bu ifadenin gücünden geriledi. Yüzbaşı devam etti. "Gel üstüme istersen. Seni doğramak, bugünün tek zevkli işi olacak."

Sarhoş dev mırıldanarak çekildi.

"Hepiniz buraya bakın!" diye bağırdı Farren. "Çekip gidin çabucak! Kraliçenin pavyonundan bir düzine adamım yola çıktı! Bu görev elbette ki hoşlanna gitmez, ben de onları suçlayamam. Üstelik hareketlerini engelleyemem de! Bence askerler gelmeden köyünüze dönüp evinizin bodrumuna saklanmaya ancak vaktiniz var! Öyle yapmak kendi yararınıza olur! Dağılın!"

Köylüler birer ikişer köye yönelmişlerdi bile. Demin Yüzbaşıya meydan okuyan iriyan adam da peşlerindeydi. Farren homurdandı, sonra tekrar kaza yerine döndü. Sırtından ceketini çıkardı, arabacının oğlunun yüzüne örttü.

"Acaba hangisi epelerini boşalttı çocuğun," diye mırıldandı düşünceli bir sesle. "Bilsem akşam bastırmadan çarmıha gererdim."

Jack cevap vermedi.

Yüzbaşı uzun süre ölü çocuğa baktı. Tek eliyle yüzündeki yara izini sıvazlayıp duruyordu... Sonunda başını kaldırıp Jack'e baktığında, yeni kendine gelmiş gibi göründü.

"Artık gitmen gerek, evlât. Hemen. Osmond geri zekâlı oğlumu daha çok soruşturmaya karar vermeden önce."

"Sizin için ne kadar zor olacak durum?" diye sordu Jack.

Yüzbaşı biraz gülümsedi. "Sen gitmiş olursan benim başım derde girmez. Annesine geri yolladım derim, ya da öfkeye kapıldım, kafasına odunla vurdum, öldü derim. Osmond her ikisine de inanır. Dalgın zaten. Hepsi öyledir. Kraliçenin ölmesini bekliyorlar. Uzun da sürmeyecek. Meğer ki..."

Sözlerini bitirmedi.

"Git," dedi Jack'e tekrar. "Gecikme. Morgan'ın arabasının sesini duyarsan yoldan uzaklaş, ormanın derinliklerine dal. İyice uzağa. Yoksa kokunu alır senin. Kedi nasıl fare kokusu alırsa tıpkı öyle. Bir terslik olduğunu bir çırpıda anlar o. Yani kendi emrine ters düşen bir şey olursa. Şeytanın biridir."

"Yaklaştığını duyar mıyım? Arabanın yani?" diye sordu Jack çekingen bir sesle. Yolun ilerisine doğru bakıyordu. Hafif yokuştu yol. İlerisi bir çam ormanıydı. Ormanm içi karanlıktır herhalde, diye düşündü. Morgan da karşı taraftan geliyor olacaktı. İçini korku, yalnızlık ve cesaret kırıcı bir mutsuzluk kapladîTSpeedy, yapamam ben bu işi! Anlamıyor musun? Ben çocuğum daha!

"Morgan'ın arabasına altı çift at koşuludur. On üçüncü at da en öne koşulmuştur," diye anlattı Farren, "Dört nala kalktıkları zaman ses toprağı sarsan bir gökgürültüsü gibi olur. Elbette duyarsın. Kaçmaya da bol bol vaktin olur. Mutlaka saklan."

Jack bir şey fısıldadı.

"Ne?" diye sordu Farren sert bir sesle.

"Gitmek istemiyorum dedim," dedi Jack biraz daha yüksek sesle. Gözlerinden neredeyse yaşlar boşalacaktı. Bir kere başlarsa soğukkanlılığım kaybedeceğinden, karşısındaki adama 'beni bu işten kurtar, bir şey yap, koru beni' diye yalvarmaya başlayacağından emindi.

Yüzbaşı Farren, "Bence senin isteyip istemediğini hesaba katmak için geç kalınmış," dedi. "Hikâyeni bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, evlât. Adını bile bilmek istemiyorum."

Jack oracıkta, omuzlan sarkık, gözleri yanarak, elleri titreyerek durmuş ona bakıyordu.

Farren ânî bir öfkeyle ona, "Doğrult omuzlarını!" diye bağırdı. "Kimi kurtaracaksın? Nereye gidiyorsun? Bu halinle üç metre bile gidemezsin? Gerçi adam sayılmak için çok gençsin ama, hiç değilse adammış gibi numara yapabilirsin, değil mi? Tekme yemiş köpeğe benziyorsun!"

Jack alınmıştı. Omuzlannı doğrulttu, gözlerini kırpıştırarak gözyaşlarını önledi. Gözleri arabacının yerde yatan oğluna ilişti, içinden, hiç değilse o durumda değilim henüz, diye düşündü. Hakkı var. Kendime acımaya vaktim yok. Doğruydu. Ama yine de, benliğinin içine bu kadar kolayca uzanıp gerekli düğmelere basmayı bilen yüzü yaralı Yüzbaşıya karşı garip bir nefret hissetmekten geri kalmadı.

"Biraz daha iyi," dedi Farren kuru bir sesle. "Fazla değil ama biraz."

"Sağolun." Jack'in sesinde alay vardı.

"Ağlayıp kendini kurtaramazsın, evlât. Osmond peşinde. Morgan da yalandan peşine düşecek. Belki de... belki senin geldiğin yerde, de sorunlar vardır. Ama şunu al. Eğer Parkus seni bana yolladıysa, herhalde sana bunu vermemi istiyordur. Al ve sonra da git."

Uzattığı bir mâdeni paraydı. Jack kararsızlık gösterdi, sonra aldı. Kennedy resimli yarım dolarlıklar kadar, ama daha ağırdı. Altın kadar ağırdı herhalde. Rengi mat bir gümüş rengiydi. Gözleri Laura Deloessi-an'm profiline bakmaktaydı. Annesine ne kadar çok benzediği bir kere daha dikkatini çekti. Yalnızca benzerlik değildi söz konusu olan. Bazı fiziksel farklılıklar vardı. Burun daha ince, çene daha yuvarlaktı ama, yine de Jack'in annesiydi bu. Jack biliyordu. Paranın tersini çevirdi, bir hayvan gördü. Başı ve kanatlan kartal gibi, vücudu arslan gibiydi. Jack'a bakıyordu sanki. Jack tedirgin oldu, parayı pantolonunun cebine soktu. Speedy'nin iksir şişesinin yanına.

"Ne için bu?" diye sordu Farren'e.

"Zamanı gelince anlarsın. Belki de anlamazsın. Hangisi olursa olsun, ben sana karşı görevimi yaptım. Parkus'u gördüğünde söylersin."

Jack içinde yine bir gerçek dişilik duygusu hissetti.

"Git artık, evlât," dedi Farren. Sesi daha alçaktı ama daha yumuşak değildi. "Git, işini gör... ya da görebildiğin kadarını gör."

Sonunda Jack'i harekete geçiren yine o gerçek dişilik duygusu daha doğrusu, kendisini bir başkasınm hayalinin bir parçasıymış gibi görme duygusu oldu. Sol ayak, sağ ayak, soğan, sarımsak... fıçılardan birinin parçalanmış kısmına bir tekme savurdu, bir tekerin kalıntısının üzerinden atladı, arabamn çevresinden dolaştı, kurumakta olan kanlara, üzerinde uçuşan sineklere hiç aldırmadı. Rüyada olduktan sonra, kanın da değeri yoktu, vızıldayan sineklerin de...

Yolun çamurlu, enkaz dolu kısmının sonuna vardığında dönüp arkasına baktı. Ama Yüzbaşı Farren öbür tarafa dönmüştü. Belki adamlanm görmeye çalışıyor, belki Jack'e bakmaktan kurtulmak istiyordu. Hangisi olursa olsun, anlamı hep birdi. Sırtını görüyordu adamm. Bakacak bir şey yoktu.

Pantolon cebine uzandı, Farren'in verdiği paraya parmaklannm ucuyla dokundu, sonra sımsıkı kavradı. Kendini biraz daha iyi hissetti o zaman. Bir çocuğa şeker alsın diye verilmiş parayı tutar gibi ilerledi Jack.


7

Jack, Yüzbaşı Farren'in yerleri sarsan gökgürültüsü diye tanımladığı sesi duyduğunda, belki iki, belki de dört saattir yürümekteydi. Güneş bir kere ormanın batı tarafındaki ağaçlann ardında gözden kaybolduktan sonra zamanı hesaplamak çöfc zorlaşmıştı.

Batıdan defalarca arabalar gelmişti. Hepsi herhalde Kraliçe'nin pavyonuna gidiyorlardı. Jack her birinin sesini duyunca (burada hava çok duru olduğundan ses çok kolay yol alıyordu... Jack'in aklına Speedy'nin anlattıklan geldi. Bir adam tarladan turp sökerken öteki adamın kokuyu bir mil uzaktan alması) Morgan geliyor sanıyordu. Hemen yol kenanndaki hendeğe inip karşı tarafa tırmanıyor, ağaçlann arasında ilerlemeye koyuluyordu. Hoşlanmıyordu bu karanlık ormana girmekten. Biraz bile girmek istemiyordu. Bir ağacın gövdesi ardına saklanıp yolu görebilecek durumda beklemek bile kötüydü. İnsanın sinirlerini bozuyordu. Ama Morgan Amcanın (Osmond'un patronunu, Yüzbaşının tüm anlattıklanna rağmen hâlâ o gözle görmekteydi) kendisini yolun üzerinde yakalaması fikri daha bile tatsızdı.

Bu yüzden, ne zaman kulağına bir araba sesi gelse yoldan uzaklaşıyor, araba geçince yola geri dönüyordu. Bir seferinde sağ hendekteki otla-nn arasından geçerken ayağının üzerinden bir şey kaydı, Jack yüksek sesle bağırdı.

Bu diyardan tümüyle uzaklaşmak istiyordu.

Speedy'nin iksiri ömründe tattığı en berbat sıvıydı ama, birisi karşısına çıksa, meselâ Speedy çıksa, ona gözünü açtığında kendini eski dünyada, McDonald'm kapısı dibinde bulacağını söylese, tüm şişeyi dibine kadar içmeye razıydı. İçinde bir tehlike uyansı gelişiyordu. Bu ormanın gerçekten tehlikeli olduğunu hissediyordu. Belki de tehlike bu ormanın kendisiydi. Ağaçlar zaten yola daha bir yaklaşmışlardı. Evet. Daha önce hendeklerin gerisine kadar gelirken şimdi hendeklerin içi de ağaç doluydu. Daha önce ormanda yalnızca çamlar ve çalılar vardı. Şimdi araya başka tür ağaçlar da katılmıştı. Bazılarının sicim gibi, ip gibi birbirine dolaşan siyah dallan vardı. Kökleri de iplik iplik ortadaydı. Hele çalıların kökleri.. gri, kötü görünüşlü kökler. "Bizim bu çocuk..." diye fısıldıyordu bu kökler Jack'in beyninde BİZİM bu çocuk!

Hayal kuruyorsun, Jacky. Fıttınyorsun biraz.

Ama buna aslında inanmıyordu.

Ağaçlar gerçekten değişmekteydi. Havadaki o ağır baskı, biri kendisini gözetliyormuş gibi bir duygu... hepsi çok gerçekti. Zihninin canavarca düşüncelere yönelmesinin ormandan gelen bir etkiyle olduğuna inanıyordu. Sanki ağaçlar ona kısa dalgalı bir yayın yapmaktaydı.

Ama Speedy'nin iksir şişesindeki sıvı yarıya inmişti. Amerika Birleşik Devletlerini bir baştan bir başa yürümek için bu kadarı yetmek zorundaydı. Her canı istedikçe bir yudum almaya kalkarsa, New England yöresinden çıkana kadar bile dayanamazdı o sıvı.

Aklında kendi dünyasına döndüğünde ne kadar çok yol almış sayılacağı da vardı. Buradaki elli metre, dünyada yarım mile karşılık oluyordu. Bu orana göre... tabi eğer oran da değişken değilse... burada on mil yürü-se, öteki dünyada New Hamsphire'dan çıkmış olurdu. Çizmeli kedinin çizmeleri vardı sanki ayağında.

Ama yine de bu ağaçlar... bu gri ip ip kökler...

Ortalık iyice kararınca, gökyüzü maviyken mor olunca geçiş yapacağım. O kadar. Bu ormanı karanlıkta geçmem. İndiana'ya falan vardığımda elimdeki iksir biterse, o zaman Speedy bana biraz daha yollasın ne yapıp yapıp.

Kafasından bunlar geçiyor, bir plan kurmanın ne kadar daha iyi bir duygu olduğunu düşünüyordu ki, kulağına çok fazla atlı bir arabanın sesi geldi.

Başını yana doğru eğdi, yolun orta yerinde durdu. Gözleri iri açıldı, kafasındaki iki sahnenin hayali yıldırım hızıyla geçti. Biri, Mercedes olmayan arabadaki iki adam, biri de VAHŞİ ÇOCUK kamyonetiydi. Tommy amcanın cesedi yerde, kanlar içinde. Kamyonetin tamponlarmdan o kanlar damlıyor. Direksiyon simidindeki eller canlandı gözünde... ama el değildi onlar. Garip, eklemli bir toynağa benziyordu.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə