Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə12/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   55

Midesi konuşmaya başlamıştı. Yakında akşam yemeği yemesi gerekti. Sonra da buradan uzaklaşıp biraz para kazanacağı bir başka kasabaya gitmeliydi. Mili Yolu'nu seçmesi şarttı. Hiç değilse tünelin öbür başına varıp karşısında ne bulunduğunu görmeliydi. Jack ilerledi, karşıdaki tünelin karanlık ağzı her adımında biraz daha yaklaştı.

Soğuk, çamurlu, kokulu kiremit tozu ve yumuşak toprakla kaplıydı tünelin tabanı. Jack bir an için, bunun sonunda kendini yeraltında bulacağından korktu. Karşıda tünelin bitimindeki ışık görünmüyordu. Sonra tabanın yokuş aşağı değil, düz olduğuna dikkat etti. Tünel dışındaki levhada, "Işıklarınızı Yakın" deniyordu. Jack bir tuğla duvara tosladı, tozlan avuçlarına bulaştı. "Işık," diye düşündü içinde, keşke onun da yakabileceği bir ışığı olsaydı. Herhalde tünel bir yerde kıvrılıyordu. Tedbirli, ağır, dikkatli giderken duvara bindirmişti işte. Körler gibi, elleri ileriye uzatılmış giderken, avucu çarpmıştı duvara. Tutuna tutuna ilerledi. Çizgi filmlerin kahramanlan böyle bir şey yaptıklarında genellikle kendilerini bir kamyonun burnuna yapışmış buluyorlardı sonunda.

Tünelin tabanında bir şey tıkırdadı, Jack dondu.

Fare, diye düşündü. Belki de tarlalar arasından kestirme yolu seçmiş bir tavşan. Ama ses daha büyük bir canlıyı işaret ediyordu.

Tekrar duydu. Karanlıkla, biraz daha ilerde. Kör gibi bir adım daha attı. Karşı taraftan bir tek kere bir soluk alma sesi geldi. Jack durdu, bu hayvan mıydı, diye düşündü. Parmak uçları nemli duvardaydı. Soluğunu salmıyor, bekliyordu. Pek hayvan sesi gibi gelmemişti kulağına. Fare veya tavşan kesinlikle olamazdı. O kadar büyük soluk alamazdı onlar. Birkaç santim daha ilerledi. Oradaki şey her neyse, onun kendisini korkuttuğunu kabullenmek istemiyormuş gibi bir hali vardı.

Bir kere daha dondu. İlerdeki karanlıktan boğuk bir gülüşe benzer bir ses gelmişti. Arkasından da tanıdık bir koku, güçlü, kaba, küflü bir koku süzüldü burnuna doğru.

Jack başını çevirip arkaya baktı. Girişi ancak yarım görebiliyordu. Yansı duvarın kıvrımından kaybolmuştu. Çok uzaktaydı zaten. Tavşan deliği gibi gözüküyordu.

"Ne var burada?" diye seslendi. "Hey! Burada bir şey mi var? Kimse mi var?"

Bir şeyin tünel içinde fısıldadığını duyar gibi oldu.

Diyar'da değilsin, diye hatırlattı kendi kendine. En kötü ihtimalle, uyuyan bir köpeği uyandırmıştı herhalde. Ya da üzerine basardı ilerlerse. Tünele bir araba dalmadan uyandırmakla da hayatını kurtarmış olurdu aptal köpeğin. "Hey, köpek!" diye seslendi.

"Köpek!"


Bu sesine, yürüyen ayak sesleri karşılık verdi. Ama... gidiyorlar mıydı, yoksa geliyorlar mıydı? Yumuşacık, pat pat pat diyen pençe sesleri. Belki de ses arkadan geliyordur, diye düşündü, başını tekrar çevirdi ama, artık daha ilerlemiş olduğundan tünelin girişini hiç göremiyordu.

"Neredesin, köpek?" diye seslendi.

Altmış yetmiş santim ardmda, bir şey yeri tırmaladı. Jack ileri fırladı, omzumu duvarın kavisine fena halde çarptı.

Bir şekil hissetti. Karanlıkta... köpek gibi miydi? Adımını atıp ilerledi, içinde öyle bir kaybolma duygusu uyandı ki kendini yeni baştan Diyar'da sandı. Tünel o küflü hayvanat bahçesi kokusuyla doluydu. Üzerine gelmekte olan şey de kesinlikle köpek değildi.

Buz gibi bir hava, yağ ve alkol kokulan taşıyarak yüzüne çarptı. O şeklin daha yaklaştığını sezdi.

Karanlıktaki suratı yalnızca bir an görür gibi oldu. Kendi içinden gelen hasta bir ışık gösteriyordu sanki onu. Uzun, acı ifadeli bir surat. Genç olması gerekiyordu ama, değildi. Ter, yağ, alkol kokusu soluğunday-dı. Jack duvara dayanıp yamyassı oldu, yumruklarını kaldırdı, o sırada surat tekrar karanlıklara karışıp yok oldu.

Korkusunun arasında ayak seslerinin yavaşça, ama hızla tünelin çıkışına doğru ilerlediğini duydu, başını çevirip geriye baktı. Karanlık, sessizlik. Tünel boştu artık. Jack kollarını koltuk altlarına soktu, duvara doğru tekrar yaslandı, sırt çantası tuğlalara çarptı. Az sonra yine ilerlemeye başlamıştı.

Jack tünelden çıkar çıkmaz arkasmı dönüp baktı. Hiç ses gelmiyordu. Garip yaratıkların üzerine saldırdığı yoktu. Üç adım yaklaşıp içeriye baktı, birden kalbi durur gibi oldu. İki kocaman turuncu göz geliyordu ona doğru. Jack'le aradaki mesafeyi birkaç saniyede yarıya indirdi. Jack kıpırdayamıyordu. Ayakları asfalta çakılmış gibiydi. Sonunda elini, avucu açık, uzattı. Kendini koruma hareketiydi bu. Bir refleksti. Gözler ona yaklaşmayı sürdürüyordu. Bir klakson sesi duyuldu. Araba tünelden fırlamadan bir iki saniye önce Jack kendini yana atmayı başardı. Kırmızı suratlı sürücü geçerken, "Allah belânı..." diye haykırdı.

Jack, hâlâ gözleri kamaşmış durumda, arabamn hızla Oatley'e doğru gidişine baktı.
4

Oatley çukur bir yerdeydi. İki ana caddesi vardı. Biri Mili Yolu'nun devamıydı. Kocaman otoparkı olan salaşpur bir binanın önünden geçiyordu. Bir fabrika, diye düşündü Jack. Sonra kullanılmış araba galerileri, ala-minüt yemek servisi yapan yerler, bir Bowling salonu, bakkaliye dükkânları, benzin istasyonu geliyordu. Bunların hepsi bitince de Oatleyin beş altı bloktan oluşan ilçe merkezi başlıyordu. Binaların hepsi eskimiş, ikişer katlı tuğla evlerdi. Önlerine arabalar burundan parketmişti. Öteki sokakta belli ki Oatley'in daha önemli evleri bulunmaktaydı. Evler orada büyük, önleri balkonlu, çevreleri çim bahçeliydi. Bu iki caddenin kesiştiği yerde bir trafik lambası, akşamın son ışıklarında göz kırparak duruyordu. Sekiz blok kadar ilerde ikinci bir trafik ışığının yeşile döndüğü görüldü. O ışık da bol pencereli, eski, büyük bir binanın önündeydi. Akıl hastanesine benzer bir yerdi orası. Belki de lise binasıydı. Çevreye iki katlı evler, ne olduğu belirsiz binalar saçılmıştı.

Fabrikanın camlannın-çoğu kırıktı. Evlerin de pek çok camına tahtalar çivilenmişti. Beton avlularda ağzına kadar dolmuş çöp varilleri duruyordu. Evlerin önemli olanları bile ihmale uğramış gibiydi. Çardakları sarkmış, boyalan gitmişti. Bu kasabanın kullanılmış araba galerilerinde de herhalde yürümeyen arabalar sergileniyor olmalıydı.

Jack bir an için Oatley'e arkasını dönüp Dogtown'a giden bir otostop bulmaya niyetlendi. O da neresiyse! Ama o zaman tüneli tekrar geçmesi gerekecekti. Alışveriş merkezinin oralardan bir korna sesi geldi, Jack'in yalnızlıktan kurtulmak için o yana yürümesine sebep oldu.

Fabrikanın kapışma varıp tüneli iyice arkada bırakana kadar içi rahat etmedi. Camların hemen hemen üçte biri kırıktı. Diğerlerinin de çoğuna karton kapatılmıştı. Jack'in burnuna makine yağı, kayış kokulan, demir şakırtılan geliyordu. Ellerini ceplerine soktu, elinden geldiği kadar hızlı adımlarla yokuş aşağı ilerledi.
5

Yakından bakıldığında kasaba, tepeden görüldüğünden daha bile kasvetliydi. Araba galerilerindeki satıcılar pencerelere yaslanıp duruyor, dışa-n çıkmayacak kadar bıkkın görünüyorlardı. Bir zamanlar etrafa umutla çakılan levhalar bile karamsar görünüyordu. SAHİBİNDEN KELEPİR! HAFTANIN ARABASI! Mürekkepleri akmıştı bazı levhalann. Yağmurda kalmış gibi bir halleri vardı. Sokaklarda pek az insan gidip geliyordu. Jack kasaba merkezine doğru ilerlerken, yanaklan çökmüş, yaşlı bir adam gördü. Tekerlekli bir alışveriş çantasını boş olarak kaldınmda sürüklüyordu. Yaklaştığında adamın bakışlan düşmanca gözüktü. Korkmuş gibiydi. Jack'in elindeki tekerlekli arabayı çalacağını sanmıştı. Dişlerini gösterdi. "Özür dilerim," dedi Jack. Kalbi tekrar çarpmaya başlamıştı. İhtiyar arabayı kucaklamaya çalıştı. Kara diş etlerini tekrar gösterdi, "Özür dilerim," diye tekrarladı Jack. "Ben yalnızca..."

"Fşşşfiiit!" diye hışırdadı ihtiyar. Yanaklarının kınşıklan arasından yaşlar boşalıyordu.

Jack çabucak uzaklaştı.

* * *

Yirmi yıl kadar önce, yani bin dokuz yüz altmışlarda Oatley herhalde varlıklı bir yer olmalıydı. Mili Yolunun ilerisi o günlerin bir anısı gibiydi. Benzinin ucuz, hayatın canlı olduğu günlerin. Sonra insanlar küçük dükkânlar açıp geçinmeye çalışmışlar, bir süre için batmamayı, boğulmamayı başarmışlardı. Şimdi ucuz lokantalarda yalnızca canı sıkkın yeni yetmeler oturuyordu. Coca Cola içiyorlardı orada. Tenzilâtlı satış yapan dükkânlar da göze çarpmaktaydı.



Jack eleman arayan bir ilân göremeden yürümeyi sürdürdü. Tuğla binalar arasından ilerlerken sırtındaki çanta daha ağır gelmeye başladı, ayaklan daha çok ağrır oldu. Ayakları bu kadar ağnmasa Dogtown'a kadar da yürürdü. Tabii tünelden geçmek meselesi de olmasa! Orada kurt adam falan yoktu elbette. O kadarını anlamıştı artık. Kimse kendisine seslenmiş de değildi o tünelde. Bunlar yalnızca Diyar'm sarsıntılanydı. Önce kraliçeyi görmek, sonra kazada ölen çocuk, sonra Morgan, o ağaçlar! Ama bunlar oradaydı! Belki orada normal bile sayılan şeylerdi. Burada normalliğe böyle şeyler sığmazdı.

Uzun, kirli bir pencerenin önündeydi. Cama MOBİLYA DEPOSU diye yazılmıştı. Ellerini cama dayayıp arasından içeriye baktı. Bir kanepe, bir koltuk... üzerlerinde beyaz örtüler. Jack yine ilerledi, acaba yiyecek bulmak için dilenmem mi gerekecek, diye düşündü.

Biraz ilerde, tahta çakılı dükkânın önündeki arabada dört adam oturmuş, kâğıt oynuyorlardı. Jack arabayı geç farketti. Eski siyah bir DeSoto'y-du. Lastikleri de yoktu. Ön camına, GÜZEL HAVA KLÜBÜ diye bir yazı yapıştınlmıştı. Jack ön cama doğru yaklaştı.

Kendisine en yakın oyuncu gözlerini devirip bakarken Jack, "Özür dilerim, acaba nerede," diye söze başlayacak oldu.

"Defol," dedi adam. Sesi ezik ve boğuktu. Jack'e doğru ancak yan yanya dönen suratta ergenlik ve yara izleri vardı. Bir yanı yassılmıştı suratının. Sanki çocukken biri üzerine basmış gibi.

"Bir iki günlük iş nerede bulurum diye soracaktım."

'Teksas'ta ara," dedi sürücü yerindeki öbür adam. Havlama gibi bir gülme, arka kanepede patladı, birinin ağzından biralar iskambillerin üzerine püskürdü.

Ön yolcu koltuğundaki ilk adam, "Dedim sana, çocuk, defol," diye tekrarladı. Gözleri elaydı adamm. "Yoksa seni kendi elimle pataklanın."

Yapardı, doğruydu. Jack anlamıştı. Orada bir saniye daha kalırsa adamın öfkesi taşacak, kontrolünü kaybedecekti. Sonra dönüp tekrar arabaya binecek, bir bira daha açacaktı. Yerde boş bira tenekeleri yuvarlanıp duruyordu zaten. Jack geriledi, adam ona yan gözle tekrar baktı. 'Teksas'a bakayım bari," diye mınldandı Jack. Uzaklaşırken arkadan DeSoto'nun kapısının açıldığını duyar mıyım diye dinledi ama, açılan bir binanın kapısı oldu.

Jack kadının kuşkulu bakışına arkasım döndü, karşısındaki cansız binaya baktı. Ön kapıya üç beton basamakla çıkılıyordu. Pencerede ışıklı bir BUNWEISER üânı vardı. Yamnda UPDIKE'IN YERİ diye ikinci bir yazı daha göze çarpıyordu. Onun birkaç santim altında da mucize yazıyı okudu. Elle yazılmıştı: ÇIRAK ARANIYOR. Jack sırt çantasını kaydınp tek kolunun altına kıstırdı, basamaklan çıktı. Güneşten gölgeye geçişi ona bir an için Oatley tüneline ilk adım atışını hatırlattı.

Bölüm: 9

JACK ÇİLE ÇEKİYOR


1

Aradan altmış saat bile geçmemişti ama, Jack Sawyer Çarşamba akşamı Oatley tüneline girerken kinden çok farklı bir ruhsal durum içinde, Oatley Barının buz gibi depo odasmda sırt çantasını köşedeki fıçıların ardma saklamaya uğraşıyordu. İki saate kalmadan, işyeri kapanır kapanmaz kaçmayı planlıyordu Jack. Bunu gitmek, ya da yola çıkmak değil de, kaçmak olarak düşünmesi bile durumunu ne kadar umutsuz bulduğunu göstermeye yeterdi.

Altı yaşındaydım, altı, John B. Sawyer altı yaşındaydı, Jacky altı yaşındaydı. Altı.

Çok saçma gözüken bu düşünce her nasılsa bu gece zihninde belirmiş, durmadan tekrarlanıp duruyordu. Herhalde bu da benim ne kadar korkuyor olduğumu gösterir, diye düşünüyordu Jack. Olaylann üzerine kapanmakta olduğundan emindi. Kafasındaki ısrarlı düşüncenin ne demek olduğunu bilmiyordu ama, düşünce kafasında dönüp duruyordu... atlı kanncaya çakılı bir tahta at gibi.

Altı. Altı yaşındaydım. Jacky Sawyer altı yaşındaydı.

Tekrar tekrar dönüp geçiyordu aynı şey.

Depo odası, salondan bir duvarla ayrılıyordu. Bu gece duvar gürültüden gerçek anlamıyla sarsılmaktaydı. Davul gibi gümbürdüyordu. Yirmi dakika öncesine'kadar hâlâ Cuma gecesiydi. Oatley Tekstil Dokumada olsun, Dogtown Lastik'te olsun, ödemeler Cumaları yapılırdı. İşte bu yüzden Oatley Birahanesi de "tiolmuş taşıyordu. Barın sol tarafındaki duvarda bir duyuru asılıydı. 220 KİŞİDEN FAZLA BULUNMASI EYALET 331 SAYILI YANGIN YASASINA AYKIRIDIR. Anlaşılan 331 sayılı yasa hafta sonlarında rafa kaldırılıyordu. Jack'e göre içerde rahat üç yüzden fazla insan vardı o anda. Genny Valley Boys denilen orkestranın çaldığı kovboy müziklerini dinliyorlardı. Felâket bir orkestraydı ama pedallı bir gitarları vardı. Smokey bir ara, "Burada öyle adamlar vardır ki, pedallı gitarın bile ırzına geçerler, Jack," demişti.

"Jack!" diye haykırdı Lori seslerin arasından.

Lori, Smokey'nin kadınıydı. Jack onun soyadmı hâlâ bilmiyordu. Orkestra mola vermiş, plak makinesi çalıyordu. Gürültünün arasında kadının sesi zar zor geliyordu. Orkestra üyeleri şu ara barm ucuna dikilmiş, tenzilâtlı içkiden içiyor olmalıydılar. Lori kafasını deponun kapısından uzattı. Yorgun san saçlannı geriye çekip plastik tokayla tutturmuştu.

"Jack, o fıçıyı hemen getirmezsen kolunu büker seninki."

"Peki," dedi Jack. "Getiriyor de."

Kollarında tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Yalnızca soğuktan değildi bu. Smokey Updike kül yutacak adamlardan sayılmazdı. Daracık kafasına sivri aşçı külahları giyen, iri plastik takma dişler kullanan, hırslı morumsu kahverengi gözlü, akları sanmsı Smokey. Jack'in hâlâ pek iyi tanımadığı, bu yüzden daha da çok korktuğu Smokey. Her nasılsa Jack'i esir gibi yanında tutan Smokey.

Plak makinesi bir an için sustu ama kalabalığın sesi daha da yükselip açığı kapattı. Kovboyun biri bir sarhoş narası attı, bir kadın bağırdı, bir bardak kırıldı, sonra plak makinesi tekrar başladı. Sanki Saturn'a roket atılıyordu.

Trafikte ezdikleri hayvanları yiyorlar orada.

Evet, hem de çiğ olarak.

Jack alüminyum fıçıya eğildi, üç adım kadar yuvarladı, dudakları acıyla kıvrıldı, alnında terler damla damla belirdi, deponun soğuğunda ürpertti. Sırtı iyice isyan ediyordu. Fıçı beton tabanca gürültüyle ilerliyordu. Jack durdu, derin derin soludu. Kulakları çınlamaya başlamıştı.

Tekerlekli arabayı fıçının yanma getirdi, yüklerken neredeyse dengesini kaybetti. Fıçının ağırlığı Jack'in ağırlığından pek az eksikti. Fıçı yere çarptı. Jack onu doğrultmaya uğraştı. Parmakları fıçıyla arabanın arasına sıkıştı, zonklamaya başladı. Jack sol elinin parmaklarını ağzına sokup emdi. Gözlerinde yaşlar vardı.

Parmaklarını sıkıştırmasından beteri, fıçının kapağı arasından gazlanıl 'fıssss' diye çıkmaya başlamasıydı. Eğer Smokey fıçıdan bira alırken köpüklü akarsa... ya da kapak fırlar, biralar suratına fışkırırsa...

En iyisi bunlan düşünmemekti.
Dün gece, yani Perşembe gecesi Smokey'e fıçı götürürken fıçı yan devrilmiş, kapağı fırladığı gibi uçmuştu. Depo odasının yerlerini beyaz köpükler kaplamıştı bir anda... Jack oracıkta kalakalmış, korkudan donmuştu. Smokey'nin çığlıklanna aldırdığı yoktu. Bira değildi sanki... Kings-land'dı. Kraliçenin Kingsland'lanndan.

O zaman Smokey ilk tokadını atmıştı ona. Jack'i depo odasının duva-nna çarpan bir tokat.

"Bugünkü gündeliğin yandı, Jack," demişti Smokey. "Bir daha asla yapmazsın, Jack."

Jack'in kanını donduran, bir daha yapmazsın sözüydü. Demek olayın tekrarlanması için çok fırsat doğacaktı. Yani Smokey Updike onun burada uzun süre kalacağına inanıyordu.

"Jack, çabuk ol!"

"Geliyorum," Jack pofladı, arabayı kapıya kadar çekti, el yordamıyla kapının kulpunu buldu, çevirdi, itip kapıyı açtı. Birden yumuşak bir şeye çarptı.

"Hey, dikkat et!"

"Ah, özür dilerim," dedi Jack.

"Pataklanm eşek sudan gelene kadar!" diye çıkıştı ses.

Jack sert adımların uzaklaşıp koridordan duyulmaz olmasmı bekledi, sonra kapıyı bir daha itti.

Koridor dardı. Yeşile boyanmıştı. Tuvalet gibi kokuyordu. Duvarlarında sıvalar dökülmüş, kovuklar açılmıştı. Yazılar da yazılmıştı. Tuvalet kapısında bekleyen sarhoşlar yazmışlardı o yazılan. En iri yazı, kara keçe kalemle yazılanıydı. TÜM AMERİKALI ZENCİLERİ VE YAHUDİLERİ İRAN'A YOLLAYIN! diyordu.

Salondan gelen gürültü, depoda çın çın öterken, burada ardı arkası kesilmeyen tek bir uğultu halindeydi. Jack eğik duran fıçının üzerinden depoya baktı, sırt çantasının gözükmediğinden emin olmaya çalıştı.

Kurtulmalıydı buradan. Mecburduk Sonunda sesi çıkan o ölü telefon, Jack'i kara bir buz parçasının içine hapsediyordu. Kötüydü bu. Randolp Scoot daha da kötüydü. Aslında tabii Randolph Scott değildi adam. Yalnızca onun ellili yıllarda çevirdiği filmlerdeki haline benziyordu. Smokey Updike aslında ondan bile kötüydü belki. Ama Jack pek emin olamıyordu artık. Hele de Randolph Scott'a benzeyen adamın gözlerinin renk değiştirdiğini gördüğünden beri.

Ama hepsinden kötüsü Oatley'di... bundan emindi Jack.

New York eyaletinin Oatley kasabası, Jack için kurulmuş korkunç bir tuzak gibiydi. Girmesi kolay, çıkması zor bir tuzak. Çıkması hemen hemen imkânsız bir tuzak.
2

Uzun boylu, göbeği dışarı sarkan bir adam önünden geçti, tuvalet kapısında sıra beklemek üzere durdu. Jack'e öfkeli gözlerle bakarken bir yandan da ağzında tutmakta olduğu kürdanı dudağının bir sağ, bir sol tarafına kaydınyordu. Jack, demin kapıyı açarken herhalde bu adamın göbeğine çarpmış olmalıyım, diye düşündü.

"Eşek!" diye söylendi şişman adam. O sırada tuvaletin kapısı açıldı, bir adam dışarıya çıktı. Yürek durduran bir an boyunca Jack'la adamın gözleri karşılaştı. Randolph Scott'a benzeyen adamdı bu. Ama film yıldızı falan değildi. Haftalığını içkiye yatıran Oatley'li işçilerden biriydi. Az sonra taksitlerinin yarısını ödediği arabasma, ya da motosikletine binip gidecekti herhalde.

Gözleri sanya dönüştü.

Hayır, hayal görüyorsun, Jack, hayal göıiiyorsun. Bu adam yalnızca...

...yalnızca bir işçi. Çocuğa bakışı, yeni bir çehre olduğu için. Belki bu kasabada okula gitmiş, voleybol oynamış, kilise korosundan bir kızla mercimeği firma vermiş, sonra onunla evlenmek zorunda kalmış, kız fazla çikolata yemekten şişmanlamış... sıradan bir Oatley hödüğü işte. Yalnızca...

Ama gözleri san oldu.

Kes artık! San olmadı!

Ne olursa olsun, kasabaya gelirkenki olayı hatırlatan bir şey vardı bu adamda... karanlıktaki olayı.

Jack'e eşek diyen şişman adam, Levi's blucin ve temiz beyaz tişört giymiş bu adamdan uzaklaşır gibi bir hareket yaptı. Randolph Scott, Jack'e doğru yürümeye başladı. Kocaman, damarlı elleri iki yanında sallanıyordu.

"Çocuk..." demesine kalmadan Jack sarsak bir telâşla kaçışa geçti. Arkasındaki kapıyı kalçasıyla itti, kime çarptığına aldırış bile etmedi.

Adamın gözleri mavi buzlar gibi parlıyordu... sonra renk değiştirmeye başladı. Soluyor, renkleri açılıyordu.

Gürültüler beynine doldu. Kenny Rodgers, Reuben James diye birine sesleniyordu. "Sen hep öteki yanağını çevirmişsindir!" diye duyuruda bulunmaktaydı Kenny sarhoşlar topluluğuna. "Yumuşak huylu insanlan bekleyen daha iyi bir dünya var diye iddia etmişsindir!" Jack bu salonda pek de yumuşak huylu kimse göremiyordu. Genny Valley orkestrası tekrar sahneye çıkmış, âletlerini ellerine almaktaydılar. Pedallı gitan çalanın dışında hepsi sarhoş, hepsi sersemlemiş görünmekteydi... belki de nerede olduklarının bile farkında değillerdi. Pedalcımn yüz ifadesi ise canı sıkılmış gibiydi.

Jack'in solunda bir kadın, barın telefonunda konuşmaktaydı. O telefona Jack dünyada dokunmazdı bir daha... elinden gelirse tabii. Bin dolar para verseler yine dokunmazdı. Kadın konuşurken yanındaki sarhoş arkadaşı elini bluzunun yakasından içeriye uzattı. Dans pistinde belki yetmiş çift dansetmekteydi. Şarkımn temposuna aldırdıkları yoktu. Sanlıyor, sürtü-nüyor, birbirlerinin kalçalannı, sırtlannı okşuyorlardı. Yanaklarından aşağı terler süzülüyor, koltuk altları terden leke oluyordu.

"Eh, Tannya şükür!" dedi Lori. Bann menteşeli kapak kısmını Jack geçsin diye kaldırdı. Smokey biraz ilerde, yine barın arkasındaydı. Gloria'-nın tepsisine cin-tonik'ler, votkalar, Black Russian'lar yerleştirmekteydi. Black Russian, Oatley'de biradan sonra gelen en popüler içkiydi.

Jack, Randolp Scott'un kapıdan salona girdiğini gördü. Adam Jack'e doğru baktı, mavi gözleri çocuğu hemen buldu. Başını hafifçe salladı. Sanki ona, "Konuşacağız," demek istiyordu. "Elbette konuşacağız. Belki Oat-ley tünelinde olmuş veya olmamış şeyi konuşacağız, belki kırbaçlan, belki hasta anneleri. Belki de senin buralarda çok uzun süre kalacağım konuşuruz... alışveriş arabası için ağlayan bir ihtiyar olana kadar kalırsın belki de... Ne dersin, Jacky?"

Jack ürperdi.

Randolph Scott gülümsedi. Sanki "ürpertiyi görmüştü... ya da hissetmişti- Sonra kalabalığa karıştı, görünmez oldu.

Bir saniye sonra Smokey'nin ince, güçlü parmaklan Jack'in omzunu kavradı... en acıyan yerini arayıp bulmuştu. Her sefer bulurdu. Talimli parmaklardı bunlar. Sinir uçlarını bulabilen parmaklardı.

"Jack, daha hızlı hareket etmen gerek," dedi Smokey. Sesi hemen hemen anlayışlı gibiydi ama parmakları omuza daha derin batıyor, yokluyordu. Soluğu, aralıksız emip durduğu nane şekerleri gibi kokmaktaydı. Takma dişleri sakırdayıp duruyordu. Dişler biraz kayınca arasından ayıp sayılabilecek bir hışırtı duyuluyor, Smokey dişleri emerek tekrar yerine oturtuyordu. "Daha hızlı hareket etmen gerek. Demek kıçının altında ateş yakmam gerekecek senin. Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi?"

"E-evet," dedi Jack. İnlememeye çalışıyordu.

"İyi. İyi o halde." Smokey'nin parmaklan biraz daha derine battı, oradaki sinirleri acıttı. Jack bu sefer inledi. Smokey'e bu kadarı yeterdi. Elini çekti.

"Yardım et de şu fıçıyı kaldırayım, Jack. Hem çabuk olalım. Cuma geceleri insanlar içki içmek ister."

"Cumartesi sabahı sayılır," dedi Jack aptal gibi.

"O zaman da içmek isterler. Haydi gel."

Jack her nasılsa Smokey'nin fıçıyı kaldırmasına yardım etmeyi başardı. Fıçı sonunda barın altındaki yere yerleşti. Smokey'nin ince, ip gibi kastan gömleğinin altında şişip kabarıyordu. Kafasındaki kâğıttan yapılma aşçıbaşı külahı hiç çarpılmadı. Kenarı hemen hemen sol kaşına değiyor, yerçekimi kurallanna meydan okuyordu. Jack soluğunu tutarak baktı, Smokey kırmızı plastik bir kapağı fıçının ağzına geçirdi. Fıçı o kapağın deliğinden soluk verirken hava gereğinden biraz daha hızlı çıktı... ama köpük görünmedi. Jack soluğunu saldı, içinden şükretti.

Smokey boşalan fıçıyı ona doğru salladı. "Şunu arkaya, depoya götür. Sonra tuvaleti silip temizle. Bugün öğleden sonra sana ne söylediğimi hatırlıyor musun?"

Jack hatırlıyordu. Saat üçte hava baskını alarmı çalıp yüreğini ağzına getirdiğinde olmuştu. Lori gülmüş, "Jack'i defterden sil, Smokey, sanırım tozuttu," demişti. Smokey gülümsemeyen, kısılmış gözleriyle bakmış, Jack'e yaklaşması için işaret etmişti. Sonra bunun fabrika paydos zili olduğunu anlatmıştı Jack'e. Dogtown'daki şişirme plastik oyuncaklar yapan fabrikada da aynı tür paydos zili çalındığını söylemişti. Bann yakında dolmaya başlayacağını da anlatmıştı.

"Sen, ben ve Lori'yle Gloria şimşek gibi hızlı çalışmak zorunda kalacağız," demişti Smokey. "Çünkü Cumaları kartal çığlığı duyulunca, Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri çıkaramayacağımız parayı çıkarmak zorundayız demektir. Sana fıçı getir dedim mi, daha cümlem bitmeden çıkarıp getirmiş olmalısın. Tuvaleti de her yanm saatte bir paspaslaman gerek. Cuma geceleri çeyrek saatte bir kişi kusar."

"Kadmlarınki tamam," dedi Lori yaklaşırken. Saçları çok ince telli, dalgalı ve sarıydı. Teni de çizgi romanlardaki vampirler kadar beyazdı. Ya nezlesi vardı, ya da fena halde kokain tiryakisiydi. Habire burnunu çekiyordu. Jack içinden, herhalde nezledir diye düşündü. Oatley'de kimsenin kokaine parasının yeteceğini pek sanmıyordu. "Kadınlar tuvaleti erkekle-rinki kadar kötü olmuyor ama. Yaklaşıyorsa bile, ulaşamıyor."

"Kes sesini, Lori."

"Patla!" diye cevap verdi kadın. Smokey'nin eli yıldırım gibi uçtu. Bir çatırtı sesi duyuldu. Smokey'nin avucunun izi Lori'nin yanağına kıpkırmızı çıktı. Lori sızlanmaya başladı... ama Jack'in iyice içi bulanmıştı. Kadının gözlerinde hemen hemen mutlu bir ifade görünce daha da şaşırdı. Bu tür davranışı bir sevgi belirtisi sayan bakışlarla bakıyordu Lori.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə