Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə14/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55

7

Jack şaşkın bakışlarla sol elindeki hesap pusulalanyla sağ elindeki kâğıt ve bozuk paralara bakıyordu. Ertesi sabah, saat on birdi. Perşembe sabahı. Patrondan gündeliğini istemişti.

"Bu nedir?" diye sordu. Hâlâ inanamıyordu.

"Okumayı bilmiyor musun?" dedi Smokey. "Saymayı herhalde biliyor-sundur. Benim istediğim kadar hızlı değilsin Jack. Henüz değilsin. Ama yeterince zekisin."

Jack bir elinde yeşil hesap fişleri, öbüründe paralarla öylece oturuyordu. Alnının ortasındaki damarda gizli bir öfke atmaya başlamıştı. KONUK FİŞİ diye yazıyordu yeşil fişlerin üzerinde. Golden Spoon'da

Bayan Banberr/nin kullandığı fişlerin tıpkısrydı. Yazılan okudu:

lhmbrg $ 1.35

1 hmbrg $ 1.35

1st 55

lgz 55


vergi 30

En altına toplam olarak $ 4.10 sayısı yazılmıştı. Jack bir günlük işinden dokuz dolar para kazanmış olmalıydı. Smokey hemen hemen yansını hesaba kesiyordu. Sağ elindeki paralar dört dolar doksan sentti.

Başını kaldınp öfkeyle baktı... önce Lori'ye baktı. Kadın utanıp bakış-lannı kaçırdı.

"Bu kalleşlik," dedi Jack incecik bir sesle.

"Jack, yanılıyorsun. Yemek listesindeki fiyatlara bakarsan..."

"Benim demek istediğim o değil, sen de bal gibi biliyorsun!"

Lori tedirgin, kıpırdandı. Smokey'nin çocuğa bir tokat atmasını bekliyor gibiydi. Ama Jack'e korkunç bir sabırla bakmayı sürdürdü:

"Yatak parası almadım, daha ne istiyorsun?"

"Yatak mı!" diye bağırdı Jack. Kanı yanaklarına yükselmişti. "Amma da yatak! Beton yere serili çuvallar! Ne yatak! Bir de onun parasını alsay-dın, kalleş seni!"

Lori bir korku sesi çıkardı, Smokey'e baktı... ama Smokey masanm karşısında, Jack'e bakarak oturuyor, ikisinin arasında puronun dumanlan havaya yükseliyordu. Smokey'nin başında yeni bir aşçı külahı vardı. Bu da kâğıttandı.

"Orada yatmam konuşmuştuk," dedi çocuğa. "Sen bedava mı diye sordun, ben de evet dedim. Yemeklerinden söz edilmemişti. Konuşmuş olsak belki bir çaresine bakabilirdik. Belki de bakamazdık. Ama sen onu söz konusu etmedin. Şimdi de sonucuna katlanmak zorundasın."

Jack titriyordu. Gözlerine öfke gözyaşlan dolmaktaydı. Konuşmaya çalıştığında boğazından ancak boğuk bir hınkı çıktı. Konuşamayacak kadar öfkelenmişti.

'Tabii şimdi eğer yemeklerde müstahdem indirimi talep edersen..."

"Cehennemin dibine git!" diyebildi Jack sonunda. Dört kâğıt dolarla bozukiuklan kaptı. "Benden sonraki çocuğa öğretirsin ne yapması gerektiğini! Ben gidiyorum!"

Kapıya doğru ilerledi. Öfkesine rağmen, o kaldmma varamayacağını biliyordu. Düşünüyor değil, kesinlikle .biliyordu.

"Jack."


Eli kapının tokmağına dokundu, onu kavrayıp çevirmek istedi... ama kulağına gelen seste inkâr edilmez bir tehdit gizliydi. Elini indirdi, olduğu yerde döndü. Öfkesi bir anda yok olmuştu. Kendini yaşlanmış, ufalmış hissetmekteydi. Lori bann arkasına geçmişti. Bir ezgi mınldanarak yerleri süpürüyordu. Smokey'nin Jack'i dövmeyeceğine karar vermişti görünüşe göre. Başka şeylerin zaten önemi yoktu. Demek işler yolundaydı.

"Hafta sonu kalabalığı bastırmak üzereyken beni tek başıma bırakacak değilsin herhalde."

"Buradan gitmek istiyorum. Beni kandırdın."

"Kandırmadım," dedi Smokey. "Sana anlattım işte. Eğer kesene zarar veren biri varsa, o da sen kendinsin, Jack. Şimdi yemek paralarını konuşabiliriz. Belki yiyeceklerde yüzde elli indirim, içkiler de bedava. Daha önce hiç bu kadanna razı olmamıştım. Hele de zaman zaman işe aldığım çocuklar için. Ama bu seferki hafta sonu özellikle kalabalık olacak. Bölgeye elma toplamaya gelmiş bir alay göçmen işçi var şu anda. Hem senden hoşlandım, Jack. Bana bağırdığında bu yüzden tokat atmadım sana. Ama belki de atmalıydım. Ne olursa olsun, hafta sonunda ihtiyacım var sana."

Jack öfkesinin bir an için geri geldiğini hissetti, sonra öfke tekrar yokoldu.

"Ya yine de gidersem?" diye sordu. "Cebimde eskisinden beş dolar fazla para var. Bu berbat kasabadan kurtulmak da ekstra bir ikramiye sayılır."

Smokey o incecik gülümsemesiyle Jack'e bakarak konuştu. "Dün gece birisi kustuğunda arkasından tuvaleti temizlemiştin, hatırlıyor musun?"

Jack başını salladı.

"Adam nasıl biriydi, onu da hatırlıyor musun?"

"Saçlan kısa kesilmiş, haki giyinmiş... ne var yani?"

"O Digger Arwell'dir. Asıl adı Carlton ama, on yıl boyunca kasaba mezarlıklarına o baktığı için herkes ona Digger diyor(*). O olay yirmi otuz yıl önceydi. Nixon başkan seçildiğinde o da polis yazıldı. Şimdi Polis Müdürü."

Smokey purosunu eline aldı, bir soluk çekti, Jack'e baktı.

"Digger'la eski dostuz," dedi. "Şimdi buradan çekip gitsen, inan bana, Digger'la başm derde girer. Belki seni zorla evine yollar sonunda. Ya da burada elma toplatır. Belediyenin dönümlerce elmalığı var. Belki dayak da yersin. Digger yollarda gezen çocuklara meraklıymış diye de duydum. Özellikle erkek çocuklara."

Jack, adamın organım tutup pisuann başında dikilişini hatırladı. Ürperdi, midesi bulandı.

"Burada olduğun sürece benim kanadımın altına sığınmış sayılırsın bir bakma," dedi Smokey. "Ama sokağa çıktın mı, ne olacağını kim nereden bilebilir? Digger hiçbir şeyi gözden kaçırmaz. Devriye arabasıyla nereden geçeceği belli olmaz. Belki kolayca kasabadan çıkar gidersin, belki de koca Plymouth'uyla yanma yanaşıverir. Digger pek akıllı sayılmaz ama, burnu iyi koku alır zaman zaman. Ya da... belki biri telefon eder ona."

Barın arkasında Lori bulaşıkları yıkıyordu. Ellerini kuruladı, radyoyu açtı, şarkıya kendisi de katıldı.

"Bak, sana bir şey söyleyeyim," dedi Smokey, Jack'e. "Sen buralarda biraz kal, Jack. Hafta sonunda da çalış. Sonra seni pikaba bindirip kasabadan kendim çıkarırım. Razı mısın? Pazar öğleden sonra gidersin buradan. Cebinde yaklaşık otuz dolar paran olur. Beklemediğin para. Oatley o kadar da kötü bir yer değilmiş dersin giderken. Ne diyorsun?"

Jack o kahverengi gözlere baktı, sanmsı göz aklarını, üzerindeki kırmızı benekleri gördü, Smokey'nin takma dişli içten gülümseyişini farketti. İçinde, ben bu ânı bir kere daha yaşamıştım gibilerden bir duygu uyandı.

Smokey'nin her şeyi bildiğini hissetti birden. Söyledikleri yalandı. Ama Jack buna bile aldırmadı. Cuma ve Cumartesi geceleri sabahlara kadar çalıştıktan sonra, herhalde Pazar günü ikiye kadar uyurdu. Smokey ona, geç olduğu için pikapla götüremeyeceğini söylerdi. Televizyonda maçı seyrediyor olurdu. Jack da yürüyemeyecek kadar yorgun olurdu. Belki Smokey maçı seyretmeye ara verir de eski dostu Digger'a telefon eder diye korkuyor olurdu. "Şu anda Mili Yolu'nda yürüyor, Digger. İstersen yakalasana onu! Sonra da buraya gel, ikinci perdeyi sahneleyelim. Biralar benden. Ama çocuk buraya geri gelene kadar helaya kusma."

Birinci senaryoydu bu. Başkaları da geliyordu aklına. Her biri biraz farklı, ama hepsi eninde sonunda aynı.

Smokey Updike'ın gülümsemesi biraz daha genişledi.

Bölüm: 10

ELROY
1

Ben altı yaşındayken...

Önceki iki gece, bu saat olduğunda bar yavaş yavaş tenhalaşmaya başlamıştı ama, bu sefer müşteriler sanki şafağı karşılamak niyetindeydi-ler. İki masa boştu yalnızca. Kendisi tuvalete gitmeden önce çıkan kavganın kahramanlarıydı onlar. Şimdi oralardaki masalar kaldırılmış, millet açılan boşlukta da dansediyordu.

Jack barın iç tarafı boyunca yürüyüp elindeki kasayı buzdolabının yamna koyarken Smokey, "Hele ki geldin," dedi. "Sen şuradakileri al götür, gelirken de Bud'dan getir. Zaten önce onu getirmen gerekirdi."

"Lori bana söylemedi..."

Ayağında korkunç bir acı hissetti. Smokey koca pabucuyla Jack'in lastik ayakkabısına basmıştı. Jack'in ağzmdan boğuk bir çığlık kurtuldu, yaşların gözlerini yaktığım hissetti.

"Sus," dedi Smokey. "Lori hiçbir şey bilmez, sen ise bilecek kadar akıllısın. Hemen koş, bana bir kasa Bud getir."

Jack depo odasına döndü. Topallıyordu. Acaba ayağımın kemiklerimi kırıldı diye merak etti. Olabilirdi. Dumandan ve gürültüden başı dönüyordu. Orkestramn üyelerinden ikisi sahnede yalpalamaya başlamışlardı. Bir düşünce kafasında diğerlerine egemen oldu. Belki de kapamş saatine kadar bekleyemezdi. O kadar dayanamazdı belki. Eğer Oatley bir hapisha-neyse, bu bar da Jack'in hücresiyse, Smokey Updike kadar, yorgunluk da gardiyanı sayılırdı Jack'in. Daha bile çok hattâ.

Diyar'ın bu kesiminin nasıl bir yer olduğuna ilişkin kaygılarına rağmen, iksirden içmek kurtulmanın kesin bir yolu olurdu. Bir yudum alıp geçiş yapardı... Orada batıya doğru bir mil yürümeyi başarırsa... ya da belki iki mil gidebilirse... hemen bir yudum daha alır, Amerika Birleşik Devletlerine döner, bu kentten çok uzaklarda olur, belki Bushville'e, ya da Penmbroke'a varmış olurdu.

Ben altı yaşındayken, Jacky altı yaşındayken, o...

Bud kasasını aldı, sendeleyerek tekrar kapıya yöneldi... uzun boylu, koca elli kovboy, Randolph Scott'a benzeyen kovboy, orada durmuş ona bakıyordu.

"Merhaba, Jack," dedi. Jack onun gözlerinin civciv pençesi gibi sapsarı olduğunu görünce içinden yükselen korkuya teslim oldu. "Sana birileri buradan git demedi mi? Pek söz dinlemiyorsun galiba, değil mi?"

Jack kollarında Bud kasasıyla duruyor, o sarı gözlere bakıyordu. Birden aklına korkunç bir düşünce geldi. Tüneldeki o yaratık buydu... ölü san gözleriyle bu insan müsveddesiydi.

"Rahat bırak beni," dediğinde sesi bir fısıltı gibi çıktı.

Adam daha da yaklaştı. "Senin gitmiş olman gerekiyordu."

Jack gerilemeye çalıştı... sırtı duvara dayandı. Randolph Scoot'a benzeyen kovboy onun üzerine eğildi. Jack onun soluğunda ölü et kokusu aldı.


2

Jack'in Perşembe öğlende işe başlamasıyla dörtte kalabalığın gelmesi arasmda geçen süre içinde bardaki ÜÇ DAKİKADAN FAZLA KONUŞMAYIN yazdı telefon iki kere çalmıştı.

Birincisinde Jack hiçbir korku hissetmemişti. Zaten arayan da Sendikanın avukatıydı.

İki saat sonra Jack şişeleri toplarken telefon tekrar çalmaya başlamıştı. Jack'in başı bu sefer, kuru ormanda yangın kokusu almış hayvan gibi kalkmıştı... ama kokladığı şey ateş değil, buzdu. Telefona bakmıştı. Kendi bulunduğu yerden uzaklığı bir buçuk metre var yoktu. Âdeta telefonu buz tutmuş görmeyi bekliyordu baktığında.'

Ama her telefon gibi bir telefondu. Soğuk da, ölüm de, yalnızca içindeydi.

Hipnotize olmuş gibi baktı telefona.

"Jack!" diye bağırdı Smokey. "Cevap ver şu lanet olası telefona! Ne diye para veriyorum ben sana?"

Jack, Smokey'e baktı. Köşeye kısılmış bir hayvan gibi hissediyordu kendini... Ama Smokey de ona, tam Lori'ye tokat atmadan önce yüzünde beliren o ince dudaklı, sabırsız ifadeyle bakmaktaydı.

Jack telefona doğru harekete geçti. Ayaklarının kıpırdadığının farkında bile değildi. O soğuk tabakasının içine giderek daha çok giriyordu. Kollarında tüyleri kabarıyor, burnunun içinde ıslaklıklar hissediyordu.

Uzanıp telefonu tuttu, elleri uyuştu.

Kaldırıp kulağına tuttu, kulağı uyuştu.

"Oatley Ban," dedi o ölümcül karanlığa... ağzı uyuştu.

Telefondan gelen ses, çoktan ölmüş bir varlığın o çatlak, hışırtılı homurtusuna benziyordu. Yaşayan canlıların bakamayacağı, bakarlarsa delirecekleri türden bir yaratıktı sanki. Buzlu dudaklarının, buz kataraktlarından körleşmiş gözlerinin bir darbesiyle insanı öldürebilecek bir yaratıktı. "Jack," diye fısıldadı o gıcırtılı ses telefondan kulağına... Jack'in suratı uyuştu. Hani dişçi koltuğuna oturmuşken dişçi insana biraz fazla Novocain enjekte ederse bir uyuşma duygusu olur ya... öyle oldu. "Çabuk eve dön, Jack." Çok uzaklardan, ışık yılları kadar uzaklardan, kendi sesinin aynı sözü tekrarladığını duydu. "Oatley ban, kimse var mı orada? Alo?... Alo?.."

Soğuk, buz gibi soğuk.

Boğazı uyuştu. İçine bir soluk çektiğinde ciğerleri donar gibi oldu. Neredeyse yüreğinin kanncık ve kulakçıklan donacak, düşüp ölecekti.

Buz gibi ses fısıldadı. "Tek başına yollara düşen çocukların başına kötü şeyler gelebilir, Jack. Kime istersen sor."

Jack telefonu telâşlı, sarsak bir hareketle kapattı, elini geriye çekti, sonra gözünü telefondan ayıramadan, öylece durdu.

"Yine mi o sersem, Jack?" diye sordu Lori. Sesi çok uzaktan geliyor gibiydi. Ama Jack'in demin telefona cevap veren sesinden daha yakındı yine de. Dünya artık geri geliyordu. Telefonun kulaklığı üzerinde kendi elinin izini görüyor gibiydi. Parlak buzlardan bir iz. Jack'in bakışları altında o buzlar eridi, siyah plastiğin üzerinden akmaya başladı.


3

İşte o gece, o Perşembe gecesi, Jack bu kasabanın Randolp Scott'u-nu ilk defa olarak görmüştü. Kalabalık pek Çarşamba gecesi olduğu kadar değildi. Haftalıkları kazanma gününden bir gün önceki gecelere uyar bir kalabalık vardı. Ama yine de barm tüm tabureleri ve masaları doluydu.

Bu adamların çoğu, sabanların boş durduğu kırsal alanlardan gelmeydi. Belki aslında çiftçi olmak isteyen, ama nasıl olunacağını unutmuş olan adamlardı. Çoğunun başlarında John Deere kasketleri vardı ama, Jack'e bunlar pek traktör sürebilecek tipler gibi görünmüyordu. Bunlar işçi tulumu giyecek adamlardı. Göğüslerine adları renkli ipliklerle işlenmiş halde çalışacak adamlardı. Anahtarlarını kemerlerinde taşıyordu bu adamlar. Yüzlerinde kırışıklar vardı ama, o kırışıklar gülme izleri değildi. Ağızlan sarkık ifadeliydi. Kovboy şapkaları giymişlerdi. Jack taburelerin gerisinden bara doğru baktı. İçlerinden sekiz tanesi çiğneme tütünü reklâmlarındaki Charlie Daniels'e benziyordu. Ama bunlar çiğneyen tip de değillerdi. Sigaralarını yakıp tüttüren tiplerdi. Hem de bol bol.

Jack plak makinesinin ön tarafındaki köpükleri silip temizlerken Digger Atwell kapıdan girdi. Plak makinesi kapalıydı. Televizyon maçı veriyor, bardaki adamlar dikkatle seyrediyordu. Bir gece önce Atwell spor kılıkta gelmişti buraya. Haki gömlek, kocaman göğüs ceplerinde dizi dizi kalemler, çelik burunlu çizmelerle. Bu gece ise lacivert polis üniforması giymişti. Gıcırdayan deri kemerinde kocaman bir tabanca asılıydı.

Jack'e baktı. Jack'in aklından Smokey'nin sözü geçti. Erkek çocuklara ilgisi fazladır.

Jack bir şeyden suçluluk duyuyormuş gibi büzüldü. Digger Atwell yavaşça sırıttı. "Biraz daha kalmaya mı karar verdin, çocuk?"

"Evet, efendim," diye mırıldandı Jack. Plak makinesinin üzerine biraz daha deterjan sıktı. Oysa temizlenmişti leke çoktan. Jack aslında Atwell'in oradan uzaklaşmasını bekliyordu. Bir süre sonra Atwell uzaklaştı. Jack başını çevirip onun bara doğru yürüyüşüne baktı. İşte tam o sırada dabarın sol ucundaki adam dönüp Jack'e baktı.

Randolph Scott, diye düşündü Jack hemen. Tıpkı ona benziyor.

Ama gerçek Randolp Scott'un yüzünde, tüm sert hatlara rağmen belirgin bir kahraman görünümü vardı. Sert de olsa, gülümsemesini bilen bir yüzün hatlanydı o hatlar. Bu adam ise, canı sıkkın, hemen hemen çilerin bir tipe benziyordu. »..

Jack adamın kendisine bakmakta olduğunu hissedince gerçek bir korkuya kapıldı. Bir an televizyondan başını çevirip barda kim var kim yok diye bakıyor da değildi. Bu adam sırf Jack'e bakmak için dönmüştü. Biliyordu Jack bunun böyle olduğunu.

Telefon. O çalan telefon.

Jack büyük bir çabayla bakışlarını kaçırdı. Plak makinesine döndüğünde korku içindeki yüzünün hayali plağın üzerinde hortlak gibi yansıdı.

Duvardaki telefon çalmaya başladı.

Barın sol ucundaki adam telefona baktı, sonra tekrar Jack'e baktı. Jack plak makinesinin yanında, elinde deterjan şişesiyle donmuş kalmıştı. Saçları diken diken oluyor, teni donuyordu.

Lori telefona doğru yürürken, "Yine o serseriyse elime bir düdük alıp kulağına çalacağım, Smokey," diye söylendi. "Valla yaparım."

Sanki bir tiyatro eserinde rol yapıyordu. Biletleri pahalıya satılan bir oyunda. Bu koca dünyada tek gerçek insanlar bir Jack'in kendisi, bir de o bardan ona bakan o koca elli korkunç kovboydu. Onun da gözlerim Jack... tam anlamıyla... göremiyordu bile.

Birden kovboyun ağzı "Evine dön," diye kıpırdadı, sonra adam göz kırptı.

Telefon çalmayı kesti. Lori tam açmak üzere elini uzatırken kesti.

Randolp Scott bara döndü, bardağmdaki içkiyi bitirdi, "Bana bir tane daha, musluktan ver, tamam mı?" diye seslendi.

"Vay canına!" diye mırıldandı Lori. "Bu telefona hayaletler girmiş."


4

Daha sonra, depo odasmda Jack, Lori'ye o Randolp Scott'a benzeyen adamın kim olduğunu sordu. "Kime benzeyen adam?" "Eski bir kovboy aktörüne. Barın sol ucunda oturuyordu-."

Lori omuzlarını kaldırdı. "Bana kalırsa hepsi birbirlerine benziyorlar. Jack. Hoşça vakit geçirmeye çalışmış serseriler. Perşembe geceleri genellikle karılarının parasıyla içerler."

"Biralara musluktan diyor." Lori'nin gözleri panldadı. "Ha, anladım, o herif! Gaddar birine benziyor." Bu son sözü adetâ beğenerek söylüyordu. Birinin burnunun düzgünlüğünü, gülümseyişinin parlaklığını tarif eder gibiydi.

"Kim o?"

"Adını bilmiyorum," dedi Lori. "Bu son hafta gelmeye başladı. Daha önce hiç görmemiştim. Herhalde göçmen işçilerden falan olmalı."

"Tanrı aşkına, Jack... bana bir fıçı getir demedim mi sana?" Jack o sırada büyük fıçılardan birini tekerlekli arabaya doğru yuvarlamakla meşguldü. Çocuğun kendi ağırlığıyla fıçının ağırlığı birbirine pek yakın olduğundan, arabaya yüklemek epey dengeleme çabası gerektirmekteydi. Smo-key kapı aralığından seslenince Lori bağırdı, Jack olduğu yerde sıçradı. Fıçının kontrolünü kaybetti, fıçı yanlamasına devrildi, kapağı şampanya şişelerinin kapağı gibi fırladı, biralar beyaz bir fiskiye gibi fışkırmaya başladı. Smokey hâlâ bağınyordu ama Jack yalnızca biralara donmuş bakışlarla bakıp durmaktaydı. Sonunda Smokey ona bir tokat patlattı.

Yirmi dakika sonra tekrar bara döndüğünde şiş burnuna bir kâğıt mendil tutuyordu. Randolph Scott gitmişti.


5

Altı yaşındayım.

John Benjamin Sawyer altı yaşında.

Altı...


Jack başını iki yana salladı, karşısındaki o işçi olmayan işçi kendisine doğru eğilip yaklaşırken zihnini toparlamaya çalıştı. Gözleri... san ve sanki kabuk kabuktu. Kırptığında hızla, süt gibi, yüzer gibi bir ifadeyle kırpıyordu onlan. Jack dikkat etti. Göz kapaklan inip kalkmıyor, yalnızca irislerin üzerini ince bir zar örtüp açılıyordu.

"Gitmiş olman gerekirdi," diye fısıldadı o yaratık tekrar. Giderek kıvrılmaya, sertleşmeye kabuklanmaya başlayan elini Jack'e doğru uzatıyordu.

Kapı çarparak açıldı, leş gibi bir içki kokusu geldi.

"Jack, dalga geçmekten vazgeçmezsen seni pişman ederim," dedi Smokey, Randolp Scott'un arkasından. Scott geri çekildi. Artık elleri şekil değiştirip sertleşmiyordu. Yeniden normal el olmuşlardı. Kocaman, güçlü eller. Üstleri damarlarla dolu eller. Gözler yine kapaklan kıpırdamaksızın kırpıldı... sonra adamın gözleri artık sân değil, açık mavi oldu. Jack'e son bir kere baktı, çıkıp tuvalete yöneldi.

Smokey, Jacky'e doğru geliyordu. Aşçı külahı öne doğru eğilmiş, dudakları bir timsah sırıtmasıyla aralanmıştı.

"Bir daha söyletme," dedi Smokey. "Bu sana son uyan. Ciddi olduğuma inan."

Tıpkı Osmond olayında olduğu gibi Jack'in öfkesi birden tekrar kabardı. Belki de haksızlığa, adaletsizliğe karşı olan o umutsuz öfke insanın hiçbir yaşında olduğu kadar şiddetli olmaz. Bazen üniversite öğrencileri de aynı öfkeyi hissettiklerini sanırlar ama, onların hissettiği ancak entel-lektüel bir yankıdır, o kadar.

Bu sefer o öfke kabarıp taştı.

"Ben senin köpeğin değilim, bana öyle davranmaktan vazgeç," dedi Jack. Hâlâ titreyen bacaklarıyla Smokey Updike'a doğru bir adım attı.

Smokey, Jack'in bu beklenmedik öfkesinden afallayıp bir adım geri çekildi.

"Jack, seni uyanyorum..."

"Hayır, asıl ben seni uyanyorum," diyen kendi sesini duydu Jack. "Ben Lori değilim. Tokat yemekten hoşlanmam. Bana vurursan, ben de sana geri vururum, ya da ona benzer bir şey yaparım."

Smokey Updike'ın tedirginliği çok kısa sürdü. Oatley gibi bir yerde ömrünü geçirirken çok fazla tecrübe edinmiş sayılmazdı ama, özgüveni yeterdi.

Uzamp Jack'in yakasına sarıldı.

"Bana kafa tutma, Jack," diyerek onu kendine çekti. "Oatley'de olduğun sürece köpeğimsin bal gibi. Oatley'de kaldığın sürece, seni canım istediğinde okşar, camm istediğinde döverim."

Çocuğu boynunu yerinden çıkarırcasına, bir tek kere sarstı. Jack dilini ısırdı, acıyla bağırdı. Smokey'nin yanaklarında kırmızı lekeler ucuz allık gibi parlamaya başlamıştı.

"Sen ne cenderede olduğunu anlamıyor olabilirsin, Jack. Ama fena sıkışmış durumdasın. Oatley'de kaldığın sürece benim köpeğimsin. Ben gitmene izin verene kadar da Oatley'de kalacaksın. Bunu şimdiden öğrenmeye başlasan fena olmaz."

Yumruğunu geriye doğru kaldırdı. Tavanda asılı üç çıplak ampulün ışığı, nal biçimindeki yüzüğünün elmaslarım parıldattı. Sonra yumruk öne fırladı, Jack'in suratının yan tarafına indi. Jack'in kafası, yazılarla dolu duvara tosladı, bir yanı fena halde uyuştu, ağzını kendi kanının tadı doldurdu.

Smokey ona baktı... kendine panayırdan bir dana mı alsın, yoksa bir piyango bileti mi alsın, pek karar veremeyen bir adamın bakışları vardı yüzünde. Herhalde çocuğun yüzünde beklediği ifadeyi tam görememiş olmalıydı. Yakasına tekrar sarıldı. Besbelli ikinci vuruş için pozunu ayarlamak istiyordu.

O sırada bir kadın bağırdı. Ses bardan geliyordu. "Yapma. Glen! Yapma!" Erkek bağırtılan duyuldu. Çoğu telâşlı seslerdi. Bir başka kadın bağırdı. Tiz, insanın kulağında çınlayan bir ses. Sonra bir tabanca patlaması duyuldu.

Smokey, "Allah kahretsin!" diye haykırdı, Jack'i duvara savurdu, olduğu yerde döndü, kapıdan fırladı. Tabanca bir daha patladı, bir can ansı çığlığı koptu.

Jack'in emin olduğu bir tek şey vardı... Buradan gitme vakti gelmişti. Bar kapandığı zaman değil, yarın değil, Pazar sabahı değil... hemen!

Bardaki patırtılar siniyor gibiydi. Canavar düdükleri duyulmadı. Belki de kimse yaralanmamıştı... Ama Jack birden, Randolp Scott'a benzeyen o işçinin hâlâ koridorun ilerisindeki tuvalette olduğunu hatırladı.

Buz gibi, bira kokulu depo odasına girdi, fıçıların yanma diz çöktü, ellerini arkaya uzatıp sırt çantasını aradı. İçinde bir güvensizlik duygusu uyandı. Parmakları hiçbir şeye değmiyordu. Orada yalnızca beton zemin vardı. Demek birinden biri., ya Smokey, ya da Lori, çantayı oraya sakladığını görmüş, almış olmalıydılar. Seni Oatley'de daha uzun süre tutabilmek için yavrum. Birden içi rahatladı. Bu rahatlama duygusu da deminki korkusu kadar yoğun oldu. Parmaklan çantanın naylonuna değmişti.

Jack çantayı çekti, deponun arka tarafındaki mal teslim kapısına baktı. Bu kapıyı kullanmayı ne kadar da isterdi! Koridorun dibindeki yangın kapısına kadar yürümeyi hiç cam istemiyordu. Erkekler tuvaletinin önünden geçecekti o zaman. Ama arkadaki bu kapıyı açarsa bann üzerindeki ampul yanardı. Smokey meşgulse bile, Lori görür, gösterirdi ona.

O halde...

Koridora çıkan kapıya doğru yürüdü, biraz araladı, gözünü dayayıp dışanya baktı. Koridor boştu. Bu iyi, diye düşündü. Demek kendisi çantayı ararken Randolp Scott böbreklerini boşaltmış, kavgayı seyretmek üzere bara dönmüştü. Harika.

Harika ama, belki delıâlâ tuvalettedir. Onunla koridorda karşılaşmaya var mısın, Jack? Gözlerinin sarıya dönüşmesini seyretmek ister misin ? Emin olana kadar bekleşene!

Ama yapamazdı bunu. Çünkü Smokey onun bara dönmediğini, Lori ve Gloria ile birlikte çalışmadığını farkettiği anda buraya gelir, demin vermekte olduğu dersi bitirmeye kalkardı. O halde...

O haldesi ne? Yürü haydi!

Belki orada seni bekliyordur, Jacky... belki bir anda üzerine atlayacaktır...

Hangisi? Smokey mi, işçi mi? Jack bir an daha kararsızlık geçirdi, sonra koridora adımını attı. İçerden gelen gürültülü müziğe rağmen par-maklannın ucuna basa basa yürüyor, yüreği gümbür gümbür atıyordu.

Altı yaşındaydım, Jacky altı yaşındaydı.

Ne olmuş yani? Ne diye aklına gelip duruyordu bu?

Altı.

Koridor her zamankinden uzun görünüyordu. Sanki cambaz ipi üzerinde yürümekteydi. Üç taraftaki yangın kapısı pek ağır yaklaşıyordu. Üst dudağını ter damlaları kaplamıştı. Gözleri sağ taraftaki tuvaletin kapısın-daydı. Koridorun dibinde de kırmızı boyası solmaya başlayan yangın kapısı vardı. Üzerindeki yazıda, "YALNIZ TEHLİKE ÂNINDA KULLANIN! ALARM ZİLİ ÇALAR!" diye yazılıydı. Ama o zil iki yıldan beri bozuktu. Jack çöpleri oradan çıkarmakta kararsızlık gösterdiği zaman Lori söylemişti bozuk olduğunu.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə