Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə22/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   55

"Beni bırakma, Jack," dedi Wolf. "Lütfen, lütfen bırakma beni!"

"Yo, Wolf, bırakmam," dedi Jack. İçin için, nasıl sokuyorsun başını bu belâlara, sersem, diye düşündü. Ohio'nun batısında bir üst geçidin altında, yanında sevgili kurdunla buluyorsun kendini. Nasıl beceriyorsun bunları? Kursuna mı gittin? Hem bu arada... aydede ne durumda acaba, Jacky? Hiç hatırlıyor musun onu da?

Hatırlamak istemiyordu. Zaten gökyüzüne bulutlardan bir battaniye örtülmüştü. Yağmur bardaklardan boşalıyordu. Ayın ne halde olduğunu bilmeye olanak yoktu.

Şansı ne kadardı o zaman? Otuza bir miydi? Yirmi sekize bir miydi?

Şansı ne kadar olursa olsun yetmezdi. Bu gidiş de gidiş değildi.

"Hayır, seni bırakmayacağım," diye tekrarladı. Wolfu suyun kenarına doğru yürüttü. Sığ yerde kırık bir oyuncak bebek sırtüstü yüzüyordu. Maviş gözleri kararan göklere doğru bakmaktaydı. Jack'in kol kaslan Wolfu çekmekten sızlamaya başlamıştı. Geçiş sırasında olanca gücüyle asılmak hiç de kolay olmamıştı. Omuz eklemi çürük diş gibi ağrıyordu.

Sudan çıkıp otluk, çöp dolu kıyıya adımlarını attılar, Jack hemen tekrar hapşırdı.
2

Bu sefer Jack'in DiyarMa aldığı yol batrya doğru yarım mil kadar olmuştu. Wolfun sürüyü su içsinler diye götürdüğü, sonradan da içinde boğulmasına ramak kaldığı o dereye kadar. Burada ise kendini on mil daha batıda buluyordu anladığı kadarıyla. Kıyıya çıktılar. Sonunda Jack'i, Wolf çekerek çıkarmak zorunda kaldı. Günün son ışığında Jack ilerdeki otoyol çıkışında bir levhajörebildi: ARCANUM - SON OHIO ÇIKIŞI -EYALET SINIRI 15 MlT

"Otostop yapmamız gerek," dedi Jack.

"Otostop mu?" Wolfun sesi kuşkularla doluydu.

"Dur, sana bir bakalım."

İdare ederdi galiba Wolf. Hele de karanlıkta. Üzerinde hâlâ mavi tulumu vardı. Tulumun yakasında OSHKOSH yazılı bir etiket belirmişti. Ev dokuması gömleği, ordu artığı gömleklere benzemişti. Eskiden çıplak olan ayaklarında kocaman loafer'lcT ve beyaz çoraplar vardı.

En garibi, Wolfun burnunun üzerindeki Jack Lennon tipi yuvarlak gözlüklerdi.

"Wolf, sen görme zorluğu çeker miydin? Yani Diyar'da?"

"Çektiğimin farkında değildim," dedi Wolf, "Herhalde öyle olmalı. Wolf! Burada bu cam gözlerle çok daha iyi gördüğüm kesin. Wolf!" Başını çevirip üst geçidin trafiğine baktı. Jack bir an için onun orada neler görmekte olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Kocaman, çelik canavarlar, iri sarı gözleriyle inanılmaz bir hızla, kükreyerek geçiyordu. Wolf birden, "İstediğimden daha net görüyorum," diye bezgin bir ifadeyle bitirdi sözlerini.
3

İki gün sonra yorgunluktan canı çıkmış, ayaklan şiş iki çocuk, 32 numaralı otoyolun sağındaki KENT GİRİŞİ levhasıyla solundaki konaklama yerini geçip Indiana eyaletinin Muncie kentine adımlarını atıyorlardı. Jack'in otuz sekiz derece ateşi vardı. Sürekli öksürüyordu. Wolfun suratı şişmiş, rengi atıktı. Boks maçında dayak yemişe benziyordu. Bir gün önce, bulduklan bir ambann yanında gözlerine ilişen ağaçtan elma toplamaya kalkışmıştı. Tam üst dallara vardığı sırada kovanlanm orada kurmuş olan bir grup an üzerine saldırmıştı. Wolf çabucak inmişti tabii ağaçtan. Başının çevresinde dönüp duran kahverengi bir bulutla birlikte ama. Tek gözü hepten kapalı, burnu kocaman bir turp gibi şiş halde, yine de elmalann en irisini Jack'e yedirmekte direnmişti. Hiçbiri pek ahım şahım değildi elmalann. Tatsızdı, kurtluydu. Jack'in de canı zaten pek yemek istemiyordu. Ama Wolf o elmaları toplamak için onca çileyi çektiğine göre, reddetmek yürek isterdi.

Yanıbaşlarından koca bir Camaro gürleyip geçti. İçinden biri, "Hey, eşeklere bak!" diye bağırdı, arkasından sarhoş kahkahaları duyuldu. Wolf bir çığlık daha kopardı, Jack'i yakaladı. Başlangıçta Jack, eninde sonunda Wolf arabalara karşı duyduğu bu korkuyu yener diye düşünmüştü ama, şimdi epey güvensizdi bu konuda.

"Bir şey yok, Wolf," dedi bezgin bir sesle. Arkadaşının kolunu kendi omzundan o gün belki otuzuncu kere sıyırıp indirdi. "Gittiler, işte"

"Ne gürültü!" diye inliyordu Wolf. "Wolf! Wolf! Ne gürültü, Jack., kulaklarım, kulaklarım!"

Susturucu, diye düşündü birden Jack. California sürat yollarını görsen bayılırdın, Wolf! Oraya vardığımızda hâlâ birlikte yolculuk yapıyorsak bir bakarız. Sonra araba yarışlarına, motosiklet yarışlarına da gideriz. Bayılacaksın hepsine! "Bazı kimseler o sesten hoşlanır, biliyor musun?" dedi yüksek sesle. "Bazıları..." Birden yine öksürük tuttu, çocuk iki büklüm oldu. Bir an dünya gözünde kül rengi kesildi, sonra tekrar ağır ağır netleşti.

"Hoşlanmak mı?" diye mırıldandı Wolf. "Jason! Kim hoşlanabilir bundan, Jack? Ya hele kokulan!.."

Wolf için en kötü şey kokular olmalıydı... bunu anlıyordu Jack. Daha geleli dört saat dolmadan Wolf buraya Kötü Kokular Ülkesi demeye başlamıştı. En az on kere küsmüştü Wolf o ilk gece boyunca. Başlangıçta ilk çamurlu derenin sularını kusmuş, sonradan kuru kuru öğürmeye başlamıştı. Kokudan, diye anlatmıştı sefil bir sesle. Jack'in bu kokulara nasıl dayanabildiğim anlayamıyordu. Kimsenin dayanabileceği şey değildi.

İnsan Diyar'dan ilk döndüğünde, içinde yaşarken farkına bile varmadığı kokuların saldırısına uğrardı burada. Bunu Jack de biliyordu. Dizel yakıtı, oto egzozları, sanayi artıkları, çöpler, kirli su, kimyasal maddeler... sonra., tekrar alışıyordu insan. Ya alışıyor, ya da koku duyusu uyuşuyordu. Ama Wolfa öyle bir şey olduğu yoktu. Otomobillerden nefret ediyor, kokulardan nefret ediyor, bu dünyanın tümünden nefret ediyordu. Jack hiç sanmıyordu onun alışacağını artık. Wolf u bir an önce Diyar'a geri götürmezse, belki de çıldırırdı zavallı. Çıldırırken herhalde Jack'i de çıldırtırdı. Zaten ramak kalmıştı öyle bir şeye.

Yanlarından içi tavuklarla dolu bir çiftlik arabası geçti. Peşinden durmadan korna çalan bir dizi sabırsız otomobil vardı. Wolf kendini Jack'in kucağına atacaktı neredeyse, Jack hastalıktan dermansız olduğundan geriye doğru sendeledi, çöp dolu, dikenli îjendeğe yuvarlandı, poposunun üzerine otururken dişleri birbirine vurdu.

"Üzgünüm, Jack," dedi Wolf sefil bir sesle. "Allah belamı versin benim!"

"Senin suçun yok. Yoruldum. Beş dakikalık mola vakti geldi." Wolf da gelip Jack'in yanına oturdu. Sessizdi. Jack'e kaygıyla bakıyordu. Çocuğun hayatını ne kadar zorlaştırdığının farkındaydı. Jack'in acelesi olduğunu seziyordu. Yalnız Morgan'dan kaçmak için değil, başka nedenlerle çabuk gitmek istediğini biliyordu. Çocuğun uykusunda annesini sayıkladığının, bazen ağladığının da farkındaydı. Ama uyanıkken ağlaması yalnızca ilk geçişi yaptıklarında, üst geçidin altında Wolf çileden çıktığı zaman olmuştu. Jack o zaman anlatmıştı Wolfa otostopun ne demek olduğunu. Wolf kimsenin arabasına binmek istemediğini söyleyince Jack yolun kenarına oturmuş, yüzünü ellerine gömüp ağlamaya başlamıştı. Sonra kesmişti ağlamayı. Bu iyiydi... ama ellerinin arasından arkadaşına baktığında yüzünde öyle bir ifade vardı ki, Wolf onun kendisini bu kötü kokular ülkesinde yalnız başına bırakacağından emin olmuştu. Jack yanında olmazsa hemen delirirdi Wolf.


4

Sonra kalkıp Arcanum sapağına yürümüşlerdi. Ne zaman yanlarından bir araba geçse Wolf irkiliyor, Jack'e sarılmaya çalışıyor, elini uzatıyordu. Bir kamyon şoförü onlara, "Arabanız nerede, tekerlekler?" diye seslendi. Jack bu sözü üzerinden suyunu silken köpek gibi silkti, yoluna devam etti. Wolf ne zaman geride kalsa, ya da yandaki ormanlara doğrulma hevesi gösterse, onu elinden tutup çekiyordu. En önemlisi, sapağa varmaktı. Otoyol üzerinde otostop yasaktı. Arcanum çıkışma geldiler mi, kolaydı. Bazı eyaletlerde otostop suç olmaktan çıkarılmıştı artık. Jack'in bir gece bir ambarda yanyana uyuduğu bir serseri söylemişti bunu. Ama suç sayılsa bile, otoyola çıkış rampasında yapılırsa polisler görseler bile göz yumuyorlardı bir dereceye kadar.

İlk iş rampaya varmaktı. İnşallah yolda karşılarına devriye arabası falan çıkmazdı. Wolf hakkında ne düşüneceklerini aklına getirmek bile istemiyordu Jack. Herhalde Charles Manşon seksenlerde hortladı, gözüne de John Lennon gözlüğü taktı sanacaklardı.

Rampaya varıp batıya giden şeridin tarafına geçtiler. On dakika kadar sonra eski püskü bir Chrysler yanaşıp yavaşladı. Sürücüsü kalın enseli, şen bir adamdı. Kasketinde çiftlik âletleri satan bir firmanın adı yazıyordu. Eğilip onlara kapıyı açtı.

"Atlayın çocuklar! Berbat bir gece, değil mi?" "Sağolun bayım, gerçekten öyle!" diye cevap verdi Jack neşeyle. Kafası çok meşguldü. Wolf ü hikâyenin neresine yerleştirebileceğini düşünüyordu. Bu yüzden Wolf ün yüzündeki ifadeyi göremedi. Adam gördü ama. Yüzü hemen katılaştı. "Kötü bir koku mu var, evlât?"

Bu ses tonu Jack'i bir anda gerçeğe döndürdü. Nezaketten eser kalmamıştı bu seste. Yüz ifadesi kadar katıydı. Adam sanki Oatley Barına girmeye hazır bir müşteriydi.

Jack dönüp Wolf a baktı.

Wolf un burun delikleri açılıp açılıp kapanıyordu. Kokarca kokusu almış ayıya benziyordu. Dudakları yalnızca çekilip dişlerini meydanda bırakmakla kalmamış, üstelik kırış kırış olmuştu.

"Nesi var bunun? Geri zekâlı mı?" diye sordu kasketli adam Jack'e. "Yo, şey, yalnızca..." Wolf birden hırlamaya başladı. Bir bu eksikti işte.

'Tanrım!" dedi adam. İnanamıyormuş gibi bir hali vardı. Gaza bastığı gibi çıkış rampasına atıldı, arka kapı kendi kendine çarpıp kapandı. Stop lambaları yağmurlu havada panldadı, kırmızı ışığı oklar gibi iki çocuğun bulunduğu yana uçtu.

"İşte bu harika!" dedi Jack. Bir hışımla Wolfa döndü. Wolf onun öfkesi karşısında büzüldü. "Bu harika işte! Adamın arabasında bir telsiz olsa şimdi polisi arıyor olurdu. Arcanum yolunda iki kaçığın otostop yapmaya çalıştığını haber verirdi! Jason! Ya da büyük İsa! Ya da her kimse! Vız gelir! Daha fazla belâ mı açmak istiyorsun, Wolf? Bunu bir iki kere daha yaparsan görürsün neler olacağım! Olan bize olacak!"

Yorgun, şaşkın, çaresiz, tükenmiş durumda olan Jack, Wolf un üstüne yürüdü. Bir tokatta Jack'in kellesini omuzlan üzerinden ayırabilecek kadar güçlü olan Wolf durmadan geriliyordu.

"Bağırma, Jack..." diye inledi. "Kokular... oraya girmek... o kokular arasına kapanmak..."

"Ben koku moku almadım," diye haykırdı Jack. Bağırırken sesi çatlar gibi oldu. Boğazı her zamandan çok ağrıdı. Ama kendini tutamıyordu. Ya bağıracak, ya delirecekti. Islak saçları gözlerine giriyordu. Başım silkeleyip saçlarını arkasına attı, Wolf un omzuna bir tokat şaplattı. Bir çatırtı sesi duyuldu, Jack'in eli fena halde acıdı. Taşa vurmuştu sanki. Wolf bağırdı, Jack daha da kızdı. Wolf un yalan söylemesine kızıyordu en çok. Bu seferki gidişinde Diyar'da altı saatten fazla kalmamıştı ama, kesinlikle emin olduğu bir şey varsa, deminki adamın arabası vahşi hayvan ini gibi kokuyordu. Kahve, bira, hava temizleyicisi karışımı bir koku. Bir şey daha vardı. Daha karanlık, daha ıslak bir koku...

Boğuk sesiyle, "Hiç koku yoktu?" diye tekrar bağırdı. Wolf un öteki omzuna da bir tokat attı. Wolf tekrar bağırdı, olduğu yerde döndü, babasından dayak diyen çocuk gibi davrandı. Jack onun sırtına vurmaya başladı. Acıyan elleri, her vuruşta Wolf un ıslak tulumundan sular sıçratıyordu. Wolf da her seferinde bağırıyordu. "Bir an önce alışsan iyi edersin! Şrak! Çünkü şimdi gelen araba polis de olabilir! Şrak! Ya da Bay Morgan Bloat olabilir! Şrak! Kusmuk yeşili BMW'siyle" Şrak! Bebeklik etmekte devam edersen çok canımız yanar! Şrak! Anlıyor musun bunları?"

Wolf hiçbir şey söylemedi. Yağmur altında, iki büklüm duruyor, Jack'e arkası dönük, titriyordu. Ağlıyordu da. Jack kendi boğazına bir yumrunun tıkandığını hissetti, gözleri batmaya başladı. Böyle olunca öfkesi daha da arttı. İçindeki korkunç bir duygu aslında kendi canını yakmak istiyordu. Wolf un canını yakarsa kendi canını da yakabilirdi. Harika bir yoldu bu.

"Dön bu tarafa!"

Wolf döndü. Gözlüklerinin ardından yaşlar boşalıp duruyordu.

Burnu da akıyordu.

"Ne dediğimi anladın mı?"

"Evet," diye inledi Wolf. "Evet, anladım... ama onunla aynı arabada gidemezdim, Jack."

"Nedenmiş o?" Jack ona öfkeyle bakıyordu. İki elini kalçalarına dayamıştı. Başı öğle ağrıyordu ki!

"Çünkü ölüyordu o adam," dedi Wolf alçak sesle.

Jack ona bakakaldı. Tüm öfkesi yokolmuştu.

"Jack, bilmiyor muydun?" diye sordu Wolf yavaşça, "Wolf! Kokusunu alamadın mı?"

"Hayır." Jack'in sesi incecik, alçacık çıkmıştı. Islık gibi. Çünkü... evet, o da bir koku almıştı. Daha önce hiç duymadığı bir koku. Sanki bir karışım...

Hatırladı... gücü tükendi. Yan parmaklığın önüne oturuverdi, Wolf a baktı.

Gübre ve çürük üzüm. Ona benziyordu koku. Yüzde yüz o değildi ama, iğrenç derecede yakındı.

Gübre ve çürük üzüm.

"Kokuların en kötüsü." dedi Wolf. "İnsanlar nasıl sağlıklı olacaklarını unuttukları zaman olur. Biz ona... Wolf.'., kara hastalık deriz. Adam kendinde o hastalığın olduğunu bilmiyordu bile sanırım. Hem... bu Yabancılar alamıyorlar o kokuyu, değil mi, Jack?"

"Hayır," diye fısıldadı çocuk. Şu anda bir kuvvet onu New Hampshi-re'a, annesinin Alhambra'daki odasına götürse, annesinden de aynı kokuyu mu alacaktı?

Evet, aynı kokuyu alacaktı. Teninin gözeneklerinden fışkırıyor olacaktı koku. Gübre ve çürük üzüm kokusu. Kara Hastalık.

"Biz ona kanser diyoruz," diye fısıldadı Jack. Biz ona kanser diyoruz ve annemde de var.

"Nasıl otostop yaparım, bilemiyorum," dedi Wolf. "İstersen tekrar denerim, Jack... ama içerdeki kokular... gerçi dışarda, havada dolaşanlar da kötü ama, içerdekiler..."

İşte Jack o zaman yüzünü ellerine gömüp ağlamaya başlamıştı. Yarı umutsuzluktan, ama daha çok yorgunluktan. Evet, Wolf un Jack baktığında yüzünde gördüğünü sandığı ifade de doğruydu. Bir an için Wolf u oracıkta bırakmak gelmişti Jack'in içinden. California'ya vanp Tılsım'ı bulması ihtimali zaten uzaktı. Şimdi öyle uzaklaşmıştı ki, ufukta bir nokta olmuştu artık. Wolf bu işi yavaşlatmakla kalmayacaktı. Eninde sonunda ikisini de kodese tıktıracaktı Wolf. Hem de çok geçmeden. Nasıl açıklayabilirdi Jack durumu? Zaten Wolf u o mantıklı Richard Sloat'a da nasıl açıklayabilirdi?

Wolf o anda Jack'in yüzünde o soğuk ve hesapçı görünce dizlerinin bağı çözülür gibi olmuştu. Hemen kendini dizüstü yere attı. Victoria çağı melodramlarındaki gibi Jack'in iki eline sarıldı.

"Gidip de beni yalnız bırakma, Jack," diye ağladı. "Arkadaşın Wolf u yalnız bırakma buralarda. Bern buraya^ sen getirdin, lütfen, lütfen yalnız bırakma beni..."

Bundan sonra artık bilinçli ve anlamlı kelimeler yok oldu. Wolf belki de konuşmaya çalışıyordu ama, hıçkırmaktan başka bir şey yapmıyormuş gibiydi. Jack içinde derin bir bezginlik hissetti. Bu duygunun şu anki haline pek iyi uyduğunu farketti. Beni bırakma, sen getirdin beni buraya...

Durum ortadaydı. Wolf artık Jack'in sorumluluğuydu. Evet. Hem de nasıl! Wolf u elinden tutmuş, Diyar'dan Ohio'ya getirmişti. Omzunun sancısı yeterdi bunu hatırlatmaya. Başka çaresi yoktu tabii. Wolf boğuluyordu. Boğulmasa bile, Morgan yıldırımıyla yakacaktı onu sonunda. İsterse o anda Wolfa dönüp, hangisini tercih edersin, dostum, diye sorabilirdi. Burada olup korkmayı mı, yoksa orada olup ölmeyi mi?

Sorabilirdi, evet. Wolf da cevap veremezdi. Çünkü kafası pek de hızlı çalışmıyordu Wolf un. Ama Tommy Amca'nın pek sık kullandığı bir Çin atasözü vardı: Hayatını kurtardığın adam artık ölene kadar senin sorumluluğundadır.

Tartışma bir yana, her şey bir yana. Wolf onun sorumluluğuydu.

"Beni bırakma, Jack," diye ağlıyordu Wolf. "Wolf-Wolf! Lütfen bırakma beni... sana yardım ederim, geceleri nöbet tutarım. Çok şey gelir elimden. Ama ne olursun, ne olursun..."

"Ağlamayı kes de ayağa kalk," dedi Jack alçak sesle. "Seni bırakmayacağım. Ama şu deminki adam buraya polis falan yollamadan hemen uzaklaşmamız gerek. Kıpırda."
5

"Şimdi ne yapacağımızı planladın mı, Jack?" diye sordu Wolf çekingen bir sesle. Yarım saatten beri Muncie kentinin dışındaki sapakta, yol kenarında oturuyorlardı. Jack, Wolfa döndüğünde, Wolf onun gülümse-mekte olduğunu görüp sevindi. Gerçi yorgun bir gülümsemeydi ama, gözler altındaki koyu renk halkaları görmezden geliyordu Wolf. Jack'in kokusu daha da beterdi. Hasta kokuşuydu resmen. Ama yine de... gülümsüyor-du hiç değilse.

"Galiba şu kentte ne yapmamız gerektiğini biliyorum", dedi Jack. "Daha, birkaç gün önce, yeni lastik pabuçlarımı aldığımda düşünmüştüm."

Ayaklarını kıvırdı, Wolf la ikisi pabuçlara neşesiz, bir sessizlik içinde baktılar. Mahvolmuş, kirlenmişti pabuçlar. Sol tekin tabanı aynlmaya başlamıştı. Daha Jack bunları alalı... alnını kırıştırıp düşündü. Ateşi olunca zor düşünüyordu insan. Üç gün. Daha üç gün olmuştu, evet. Oysa ne kadar eski görünüyorlardı.

"Neyse," diye içini çekti Jack. Sonra neşelenir gibi oldu. "Şu ilerdeki binayı görüyor musun, Wolf?"

Dediği bina hiç de ilginç olmayan bir açılar kalabalığından oluşmuş gri tuğla bir binaydı. Dev bir otoparkın orta yerinde, bir adaya benziyordu. Wolf o otoparkın asfaltının nasıl kokacağını çok iyi bilmekteydi ölü, çürük hayvanlar gibi. Boğardı o koku onu. Jack ise farkına bile varmazdı.

"Film nedir, Jack?" diye sordu Wolf. Jack'in başına fena halde dert olduğunu biliyordu. Bu yüzden artık pek itiraz da etmiyordu bir şeylere. Hattâ tedirgin olduğunu bile belli etmemeye çalışıyordu. Ama bu sefer içinde korkunç sezgiler vardı. Film seyretmekle otostop yapmak aynı derecede kötüymüş gibi geliyordu ona. Jack yolda hızla giden bu taşıtlara 'otomobil' demişti. Bazılarına da Chevy, Jartran, station wagon falan diyordu. Bunlar herhalde Diyar'daki posta arabaları gibi olmalıydı. Yoksa arabalardan bazılarına da film mi deniyordu?

Olabilirdi de.

Jack birden, "Göstermek anlatmaktan daha kolay," deyiverdi. "Sanırım beğeneceksin. Gel."

Jack hendekten sendeleyen adımlarla çıktı, bir an dizüstü çöktü. "Jack, iyisin ya?" diye sordu Wolf kaygıyla.

Jack başını salladı. Otoparka doğru yürümeye başladılar. Asfalt gerçekten Wolf un tahmin ettiği kadar kötü kokuyordu.
6

Jack Arcanum-Ohio'dan Muncie-Indiana'ya kadar olan otuz beş millik yolun büyük kısmım Wolf un o koca sırtı üzerinde gelmişti. Wolf otomobillerden korkuyor, kamyonlardan ödü kopuyor, her kokudan bulantılara uğruyordu. Aniden yüksek bir ses duyulursa avazı çıktığı kadar bağırıp koşmaya başlıyordu. Ama beri yandan, yorulmak nedir bilmiyordu. Hem de hiç. Jack yorulduğunu görmemişti onun şu ana kadar.

Başlangıçta Jack öne düşmüş, yorgun bacaklarının elverdiği hızla Arcanum rampasından uzaklaşmışlardı. Başı zonkluyor, şakakları atıyordu çocuğun. Bir ijşüyor, bir sıcaklar basıyordu. Wolf kolaylıkla onun soluna geçti. Adımları uzundu. Jack'e rahatlıkla yetişiyordu. Biri koşarken, öteki yalnızca hızlı yürüyor gibjydi. Jack içinden, belki de polis konusunda paranoya bu benimki, diye düşünmekteydi. Ama deminki kasketli adam gerçekten pek korkmuştu. Pek de bozulmuştu.

Çeyrek mil kadar yol aldıklarında Jack'in dalağına bir sancı yapıştı. Wolf dan kendisini biraz sırtına almasını rica etti.

"Hıı?" diye sordu Wolf.

Jack el işaretleriyle tarif etti.

Wolf un suratına bir sırıtma ifadesi yayıldı. Sonunda anlayabildiği bir konu gelmişti ortaya. Yapabileceği bir şey çıkmıştı.

"Ata biner gibi mi?" diye sordu keyifle.

"Evet, herhalde..."

'Tamam! Wolf! Hemen! Kardeşlerimi de alırdım sırtıma! Atla, Jack!" Wolf eğildi, ellerini kıvırıp üzengi gibi tuttu.

"Ağır gelmeye başlarsam beni hemen ind..."

Daha sözler ağzından çıkamadan Wolf onu sırtına almış, şimşek hızıyla koşmaya başlamıştı. Gerçekten koşuyordu. Buz gibi, yağmurlu hava Jack'in saçlarını sıcak alnından geriye savuruyordu. "Wolf, kendini çok yoruyorsun!" diye bağırdı Jack.

"Hiç yorulmuyorum, Jack! Wolf! Wolf! Koşuyoruz... hemen!" Geçişi yaptıklarından bu yana Wolf ilk defa olarak mutluydu. İki saat boyunca koştu. Artık Arcanum'un batısına geçmiş, tek şeritli bir yolun kenarından, karanlıklar içinde koşuyorlardı. Jack yan tarafta boş bir ambar gördü. Bakımsız bir tarlanın kenarındaydı. Geceyi orada geçirdiler.

Wolf un tek istediği, trafiğin kaynaştığı kent caddelerinden uzak durmaktı. Jack'in de niyeti yoktu oralara sokulmaya. Wolf hiç yorulmuyordu ama Jack bir kere onu mola vermeye zorladı. Indiana sınırına yakın yerde, Harrisville dışında bir yol üstü dükkânında. Wolf yolun kenarında sabırsız sabırsız beklerken Jack bir gazete satın aldı, hava raporunu dikkatle okudu. Tüm meteoroloji haberleri o sayfadaydı. Dolunay 31 Ekim gününe rastlayacaktı. Cadılar Bayramı gününe. Pek de iyi uymuştu doğrusu. Jack gazetenin baş sayfasını çevirdi, günün tarihine baktı... dünkü gazeteydi bu. Dün Ekim'in 26'sıydı.


7

Jack cam kapılardan birini açıp koca binanın holüne adımını attı. Başını çevirip Wolfa baktı. Wolf iyi gibiydi. Yani... oldukça. Aslında Wolf un iyimserliğinden geliyordu bu hali. Gerçi bir bina içinde olmaktan hoşlanmıyordu ama, neyse, araba değildi hiç değilse. Hoş bir koku vardı burada. Hafif, lezzetli bir koku. Ya da daha doğrusu... o altta yatan ekşi koku olmasa hoş olacaktı demek yerinde olurdu. Wolf sola doğru baktı, bir camın gerisindeki beyaz şeyleri gördü. Hoş koku onlardan geliyordu.

"Jack," diye fısıldadı.

"Hım?"


"Şu beyaz şeylerden istiyorum, lütfen. Ama sidikten koymasınlar."

"Sidik mi? Neler zırvalıyorsun sen?"

Wolf istediğini ifade edebilmek için daha ciddi bir kelime aradı ve sonunda buldu.

"İdrar." Parmağını uzatıp, ışığın aydınlattığı şeyi gösterdi. Açık renk bir sıvı. Üzerinde "TEREYAĞ LEZZETİ" diye yazıyordu camın. "Şu bir tür idrar, değil mi? Kokusuna bakılırsa öyle olmalı."

Jack'in yüzünde yorgun bir gülümseme belirdi. "Yapay tereyağlı mısır patlağı, evet," dedi. "Sakin ol biraz, tamam mı?"

'Tabii, Jack. Hemen." Wolf un sesi pek uslu çıkıyordu.

Gişede bilet satan kızın ağzında kocaman bir çiklet vardı. Çiğnemeyi kesti, önce Jack'e, sonra iri yarı arkadaşına baktı. Çiklet yarı açık ağzında kocaman mor bir topak gibi durup duruyordu. Gözleri devirip tekrar Jack'e baktı.

"İki koltuk, lütfen," dedi Jack. Cebinden rulo halindeki yırtık pırtık paralarını çıkarmıştı. Tek dolarlar ve en ortada da öksüz bir beşlik.

"Hangi filme?" Kızın bakışları bir Jack'e, bir Wolfa kayıyordu. Tenis maçı seyreder hali vardı.
Jack, "Şimdi başlayan ne?" diye sordu.

Kız yan tarafa seloteyple tutturduğu kâğıda baktı. "Sinema Dört'te Uçan Ejder var. Bir Kung-Fu filmi. Chuck Norris oynuyor." Gözleri ileri geri kıpırdıyordu. "Sinema Altı'da çift film var. İkisi de Ralp Bakshi çizgi filmi. Biri Sihirbazlar, biri de Ringler Kralı."

Jack'in içi rahatlamıştı. Wolf ne de olsa boyu fazla uzamış bir koca bebekten başka neydi ki? Çizgi filmlerden hoşlanırdı bebeler. Bu iş iyi olacaktı sonunda. Wolf bu Kötü Kokular Diyan'nda hiç değilse kendisini eğlendirecek bir şey bulmuş olacaktı. Jack de bu arada iki üç saatlik bir uyku kestirebilirdi.

"Çizgi filmlere olsun," dedi. ^

"Dört dolar lütfen. İndirimli sabah matineleri saat ikide bitti." Bir düğmeye bastı, mekanik bir ses eşliğinde iki karton bilet kutunun yangından düştü. Wolf küçük bir çığlık atıp geriye kaçtı.

Kız ona baktığında kaşlannı kaldırmıştı.

"Sinirli falan mısınız, bayım?"

"Hayır, ben Wolfum," dedi Wolf. Gülümsediğinde bol sayıdaki dişleri gözüktü. Şimdi güldüğünde, bir gün öncekine göre daha fazla diş gösteriyordu Wolf. Kız o dişlere baktı. Yalanıp dudaklarını ıslattı.

Jack omuzlarını kaldırarak, "Bir şeyi yok," dedi. "Yalnızca biraz... şey... Çiftlikten pek sık çıkmaz da..." Kıza beş dolan uzattı. Kız sanki o pis parayı cımbızla tutmayı tercih edermiş gibi bir hareketle aldı.

"Yürü, Wolf."

İkisi mısır patlağının satıldığı yere doğru dönerken Jack elini tekrar pantolon cebine daldırmıştı. Kız, yanıbaşında duran adama döndü. "Şunun burnuna bak," dedi.

Jack de dönüp baktı. Wolf un burun kanatlan ritmik hareketlerle açılıp kapanıyordu.

"Kes şunu," diye mırıldandı Jack.

"Neyi keseyim, Jack?"

"Burnunu öyle yapma."

"Çalışınm, Jack... ama..."

"§§§•"

"Bir arzunuz mu var, evlât?" diye sordu satıcı.



"Evet, lütfen. Bir nane şekeri, bir paket bisküvi, biraz da mısır patlağı... en büyük kâğıtta. Yağ koymayın lütfen."

Adam istenenleri hazırladı, tezgâhın üzerinde onların önüne doğru itti. Wolf hemen mısırlann durduğu karton kutuyu iki eliyle yakaladı, koca çenesini yaklaştınp içinden yemeye başladı.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə