Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə15/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   55


İşte, sonunda hemen hemen varmıştı kapıya. Tuvalet kapısının tam önünden geçiyordu.

İçerde... omda... biliyorum. Dışarı fırlarsa bağırırım... belki de...

Jack titreyen elini uzattı, tehlike kapısının demir sürgüsünü tuttu. Sürgünün soğuk oluşu bir rahatlık duygusu verdi ona. Bir an için buradan gerçekten kurtulabileceğine, gecenin içine adımını atıp özgür kalabileceğine inandı.

O anda arkasından bir kapının açılıp arkasındaki duvara çarptığı duyuldu, bir el uzanıp sırt çantasına sarıldı. Jack'in ağzından tuzağa düşmüş bir hayvanın tiz, umutsuz çığlığı yükseldi, kendini tehlike kapısına doğru attı. Ne sırt çantasını korumaya uğraşıyordu, ne de içindeki iksir şişesini. Eğer çantanın kayışları koparsa, kendisi uça uça dışardaki çöp varilleriyle dolu avluya fırlayacaktı... başka da bir şey istemeyecekti.

Ama çantanın naylon kayışları kopmadı. Kapı biraz aralandı, dışarının karanlığı gözüktü, sonra kanat tekrar kapandı. Jack bu sefer kadınlar tuvaletine doğru çekildi, olduğu yerde döndürüldü, karşıya itildi. Duvara sırttan çarpsa, iksir şişesi tuzla buz olurdu. Çantadaki giysileriyle Rand McNally haritaları çürük üzüm kokulan içinde kalırdı. Ama Jack lavaboya yandan çarptı. Duyduğu acı korkunç oldu.

İşçi ağır adımlarla ona doğru yürüyordu. Kıvrılmaya, toynaklaşmaya başlayan elleri pantolonunun belini düzeltmekteydi.

"Gitmiş olman gerekirdi, çocuk," dedi kalınlaşan sesiyle. Sesi her geçen saniye, hayvan homurtusuna biraz daha benziyordu.

Jack sola doğru kaymaya başladı. Gözleri adamın yüzünden bir an bile ayrılmıyordu. Adamın gözleri artık hemen hemen saydam olmuştu. San bile değildi. İçinden gelen bir ışıkla aydınlatılmış gibiydi... Korkunç bir hortlağın gözleri.

"Ama Elroy'a güvenebilirsin," dedi kovboy kılıklı yaratık. Sırıttığında ağzında dişlerinin upuzun, uçlan kıvrık dişler olduğu gözüktü. Birkaçının ucu kırıktı. Birkaçı da çürüyüp kararmıştı. Jack avazı çıktığı kadar bağırdı. "Yo, Elroy'a güvenebilirsin," dedi yaratık. Sesini köpek hırlamasından ayır-detmek güçtü. "Canını fazla yakmayacak."

Jack'e yaklaşırken, "Güvendesin," diye hırladı. Konuşmaya devam ediyordu ama, artık ne dediğini anlamaya olanak kalmamıştı. Yalnızca hınldı-yordu.

Jack'in ayağı kapının yanındaki çöp tenekesine çarptı. Kovboy kılıklı yaratık ona kabuklu ellerini uzatırken Jack tenekeyi kaptı, fırlattı. Teneke Elroy yaratığın göğsüne çarpıp sekti. Jack kapıyı açtı, tuvaletten fırladı, sola doğru, yangın kapısına doğru atıldı. Demir sürgüyü yakaladığında Elroy'un hemen arkasmda olduğunu hissediyordu. Kapıyı açıp Oatley Ban'nm arka avlusuna fırladı.

Kapının sağ tarafında bir dizi çöp varili vardı. Jack kör gibi onların arkasına doğruldu, üç tanesini çekti, devrilip şangırdadıklannı duydu, Elroy onlara çarptığında bir öfke homurtusu yükseldi.

Jack tam vaktinde dönüp yaratığın devrildiğini gördü. Hattâ başka bir Şeyi görmeye bile vakit buldu... Ah Tannm kııynığu mu var nesi var öyle onun... Yaratık tam anlamıyla hayvan olmuştu artık. Gözlerinden altın ışıklar saçılıyordu. Anahtar deliğinden çıkan ışıklar gibi.

Jack bir adım gerileyip uzaklaşmaya çalışırken bir yandan da sırt çantasını eliyle çekti, kapağı «1 yordamıyla açmaya uğraştı. Parmaklan birer odun kesilmişti. Zihni uğulduyordu...

...Jacky altı yaşındaydı Taun yardım etsin Speedy Jacky altı yaşındaydı, ne olursun Tanrım...

...kafasında birbiriyle tutarlı olmayan düşünceler ve yakanlar vardı. Yaratık hırladı, çöp varillerini savurdu. Jack bir pençesinin havaya kalkıp indiğini, varilin madenini yırtar gibi ikiye yardığını gördü. Pençe tekrar kalktı, yaratık sendeledi, hemen hemen tökezledi, sonra Jack'e doğru yaklaşmaya başladı. Hırlıyordu. Suratı göğüs hizasına inmişti. Havlamalar arasında Jack onun ne söylediğini her nasılsa anladı. "Seni yalnız dövecek değilim, ödlek piliç... öldüreceğim seni... sonra."

Bunu kulaklanyla mı duyuyordu yoksa beyniyle mi?

Önemi yoktu. Bu dünyayla öteki arasındaki uzaklık bir zar kadar incelmişti.

Elroy-yaratık hırladı, daha yaklaştı. Arka ayaklan üzerinde doğruldu-ğunda dengesini zor koruyordu. Giysilerinin olmayacak yerleri şiş duruyor, sivri dişlerle dolu ağzından dili dışarıya sarkıyordu. Burası Oatley Bannm arka avlusuydu. Ot bürümüş, çöp yığılı bir yerdi. Kenarda bir de paslı somya atılmış duruyordu. Ay gökte yuvarlak bir kemik gibiydi. Yerdeki her kırık cam parçasını, bakan bir göz gibi panldatıyordu. Bu New Hampshi-re'da başlamamıştı, değil mi? Hayır. Yo, annesi hastalandığında da başlamamıştı. Lester Parker'ın ortaya çıkışıyla da başlamamıştı. Bunun başlangıcı taa...

Jacky altı yaşındaydı. Herkes California'da oturuyordu. Kimse başka bir yerde oturmuyordu ve Jack de altı... .

Çantanın kayışlannı bir daha yokladı.

Yine geliyordu yaratık. Dansediyor gibi bir hali vardı. Bir an için Dis-neyin çizgi filmlerindeki karikatürlere benzedi, Jack gülmeye başladı. Yaratık hırlayıp Jack'in üzerine atıldı. Ağır pençeleri Jack'i bir kere daha ıskaladı. Birkaç santimle ıskaladı. Yaratık danseder gibi hareketlerle otların ve çöplerin araşma bir daha devrildi. Elroy bu sefer somyaya düştü, her nasılsa patlak yaylara dolandı. Hırlayarak, ağzından köpükler saçarak debelenirken tek ayağı paslı yaylara iyice dolandı.

Jack çantanın içinde şişeyi aradı. Çorapların, kirli donların arasını yokladı, şişenin boynunu yakalayıp çekti.

Elroy-yaratık bir öfke kükremesiyle havayı yırtar gibi yaptı, sonunda somyanın yaylarından kurtuldu.

Jack kendini otların üzerine atıp yuvarlandı. Sol elinin iki parmağı sırt çantasının kayışını tutuyor, sağı şişenin boynunu kavrıyordu. Baş parmağıyla kapağı çevirmeye çalıştı, kapak fırladı.

Peşimden gelebilir mi? diye merak etti şişeyi dudaklarına doğru kaldırırken. Ben gidince yolumda bir delik mi açılıyor? O da peşimden geçip öte tarafta işimi bitirebilir mi?

Jack'in ağzı çürük üzüm tadıyla doldu. Öğürdü, midesi ağzına gelir gibi oldu. Sıvı ters yola gidiyordu. Sinüslerini, genzini doldurmuştu. Ağzından bir inilti kurtuldu. Elroy-yaratığın bağırdığını duyuyordu ama ses uzaktan geliyordu. Sanki o Oatley tünelinin bir ucunda, Jack öbür uçundaydı. Bu sefer kesinlikle bir düşme duygusu vardı içinde. Ah, Tannm, ya burada bir kayadan falan düşüyorsam? Çantayla şişeyi sıkı sıkı tutuyordu. Gözleri sımsıkı kapalıydı. Ne olacaksa olsun diye bekliyordu. Elroy ister gelsin ister gelmesin, kendisi ister Diyar'a, ister yokluğa gitsin... Bütün gece zihninde dönüp duran düşünce atlı karıncanın atı gibiydi. Jack o atın boynuna sarıldı, sihirli sıvının korkunç kokusu içinde, hangi sona doğru gidiyorsa oraya sürüklenirken üzerindeki giysilerin değişmekte olduğunu hissetti.

Altı, ah evet herkes altı yaşındaydı, hiç kimse başka bir yaşta değildi, o saksofonu çalan da Califomia'ydı, baba, Dexter Gordon mu o, yoksa annem biz bir hatâ çizgisinde yaşıyoruz derken bunu mu söylüyor, ah Baba, sen Morgan Amcayla nereye gidiyorsun, ah Baba, bazen o sana öyle bakıyor ki, sanki kafasının içinde bir hatâ çizgisi varmış, gözlerinin gerisinde depremler oluyormuş, sen o depremlerde ölüyormuşsun gibi bakıyor, ah Baba!

Düşüyor, kıvrılıyor, havada dönüyordu. Mor bir koku bulutunun içindeydi Jack Sawyer... John Benjamin Saywer... Jacky, Jacky...

...altı yaşındaydı bu olmaya başladığında... o saksofonu kim çalmıştı. Baba? Ben altı yaşındayken lam çalmıştı onu... Jacky altı yaşındayken, Jacky al...

Bölüm: 11

JERRY BLEDSOE'NUN ÖLÜMÜ


1

...ti yaşındayken... başlamıştı bu iş, Baba. Onu Öatley'e ve daha ötelere çeken mekanizma o zaman başlamıştı işlemeye. Yüksek sesli bir saksofon müziği vardı. Altı. Jacky altı yaşındaydı. Önce dikkati tümüyle babasının kendisine yeni getirdiği oyuncaktaydı. Oyuncak bir otomobildi. Londra taksilerinin biçimindeydi. Tuğla kadar ağırdı. Yazıhanenin cilâlı parkeleri üzerinde bir kere itilince tâ karşı duvara kadar gidiyordu. Akşama doğruydu. Hava çok güzeldi. Araba rahat rahat kanapenin arkasına kaymıştı. Hava tertibatlı yazıhanede bir gevşeme, bir rahatlama duygusu yaygındı... yapılacak iş kalmamıştı. Yarını bekleyemeyecek bir telefon falan yoktu. Jack ağır oyuncak taksiyi sert lastik tekerleri üzerinde itiyor, bir yandan solo saksofonun müziği kulaklarını dolduruyordu. Siyah otomobil kanepenin ayaklarından birine çarptı, yan döndü, durdu. Jack onun peşi sıra kanepenin altına emekledi. Babası ayaklarını masanın üzerine kaldırmıştı. Morgan Amca da kanepenin karşısındaki koltuklardan birine kurulmuş oturmaktaydı. İkisinin de ellerinde içkileri vardı. Neredeyse bardaklarını ellerinden bırakacaklar, pikabı kapayıp aşağıya, arabalanna ineceklerdi.

Hepimiz altı yaşındayken kimse başka yaşta değilken Califomia'day-ken...

"Kim çalıyor bu saksofonu?" diye soruyordu Morgan Amca'nm sesi. Yan rüyada gibiydi. Değişik anlamda tanıdık bir sesti. O sesteki bir şey Jack'in kulağında yılan gibi kıvrıldı. Oyuncak arabanın tepesine dokunduğunda araba parmaklarına buz gibi geldi. Sanki çelikten değil de buzdandı.

"Dexter Gordon çalıyor," diye cevap verdi babası. Onun sesi yine her zamanki gibi tembel ve dostçaydı. Jack avucuyla arabayı sıkıca kavradı.

"Güzel plak."

"Şarkının adı, Babam Boru Çalıyor. Eski ama güzel, değil mi?"

"Ben de arayayım." Jack birden Morgan Amca'nm sesindeki o garipliğin ne olduğunu anladı... Morgan Amca caz müziğinden hiç hoşlanmazdı. Yalnızca Jack'in babasımn yanında seviyor numarası yapardı. Jack, Morgan Sloat'la ilgili bu gerçeği tâ çocukluğundan beri bilirdi. Babasının nasıl olup da farkedemeyişine şaşıyordu. Morgan Amca o plağı hiçbir zaman arayacak değildi. Niyeti yalnızca Phil Sawyer'e yağ çekmekti. Phil Saw-yer'm bunu farkedemeyişinin nedeni de, belki herkes gibi onun da Morgan Sloat'a hiç dikkat etmemesindendi. Morgan Amca zeki ve sinsiydi. Lily onun için, akbaba kadar zeki, saray avukatı kadar sinsi, derdi. İnsanın gözünü aldatırdı Morgan Amca. Bakınca gözünüz onun üzerinden kayıve-rirdi. Çocukluğunda herhalde öğretmenleri onun adını hatırlamakta bile zorluk çekmişlerdir, diye düşünüyordu Jack.

Morgan Amca birden, "Bu adam öte tarafta nasıl olurdu, bir düşünsene," diyerek Jack'in tüm dikkatini kendi üzerinde topladı. Sesindeki sahtekârlık hâlâ hissediliyordu ama, Jack'in başını kaldırıp oyuncağını sıkıca kavramasma sebep bu değildi. Öte tarafta sözü beynine gülümseyerek girmişti Jack'in. Şimdi de çanlar çalıyordu beyninde. Öte taraf dedikleri yer, Jack'in hayallerinin yeriydi. Bunu bir anda kavramıştı. Babasıyla Morgan Amca onun kanepenin arkasında olduğunu unutmuşlardı. Hayallerden konuşacaklardı.

Babası biliyordu Hayaller Ülkesini. Jack ne annesine, ne de babasına Hayaller ülkesinden asla söz edebilmiş değildi ama, babası biliyordu, çünkü bilmek zorundaydı, iş o kadar basitti. Bu kadarla da kalmıyordu. Jack'in ifade edemediği duygulara göre, babası Hayaller'i güvenli halde tutmaya da yardıma oluyordu.

Ama her nedense o duyguyu kelimelendirmek zordu. Morgan Sloat'la Hayaller arasında ilişki kurmaksa çocuğu daha da tedirgin etmekteydi.

"Hey!" dedi Morgan Amca. "Bu adam tam anlamıyla akıllarını başlarından alır onların, ne dersin? Belki onu bir bölgenin Dükü falan yaparlar."

"Belki dük yapmazlar," dedi Phil Sawyer. "Bizim kadar severlerse yapmazlar."

Ama Morgan Amca onu sevmiyor, Baba, diye düşündü Jack. Bunun çok önemli olduğunu anlayıvermişti birden. Onu hiç sevmiyor. Aslında sevmiyor. Bu müzik ona göre fazla yüksek sesli. Kendisinden bir şeyler götürdüğünü hissediyor...

"Sen o konuda benden çok daha fazla şey bilirsin," dedi Morgan Amca. Sesi sakin ve huzurluymuş gibi çıktı.

"Eh, ben daha sık sık gittim oraya. Ama sen de arayı kapamayı iyi başarıyorsun." Jack babasının sesinde gülümseme duydu.

"Eh, ben de bir hayli şey öğrendim, Phil. Ama aslında, biliyor musun... bana orayı gösterdiğin için sana hep minnet duyacağım." Minnet kelimesinin iki hecesi sanki dumanla, kınlan cam sesleriyle doluydu.

Ne olursa olsun, bu küçük uyarılann hiçbiri Jack'in o yoğun mutluluk duygusunu bozamadı. İki büyük bu odada oturmuş, Hayaller'den konuşuyorlardı. Böyle bir şeyin olabilmesi adetâ sihir sayılırdı. Söylediklerini anlayamıyordu Jack. Kullandıklan kelimeler yetişkinlerin kelimeleriydi. Ama altı yaşındaki Jack yine de Hayal Ülkesinin o harika sevinç duygusunu hissetmekteydi. Konuşmalann ana çizgisini anlayabilecek yaşa da gelmişti. Hayaller gerçekti. Jacky her nasılsa o hayalleri babasıyla paylaşıyordu. Sevincinin yansı bundan ileri gelmekteydi.


2

"Dur, bazı şeyleri iyice anlayayım," dedi Morgan Amca. Jacky bu iyice kelimesini birbirine dolanan yılanlara benzetti. "Bizde nasıl fizik varsa onlarda da sihir var, tamam mı? Söz konusu aslında tarıma dayalı bir mut-lakiyet. Bilim yerine sihir kullanıyor."

'Tabii," dedi Phil Sawyer.

"Ve anlaşıldığına göre yüzyıllardır da böyle devam ediyorlar. Hayatla-n hemen hiç değişmemiş."

"Siyasal dalgalanmalar hariç, doğru."

O sırada Morgan Amca'nın sesi gerilim doldu, saklamaya çalıştığı heyecan, ağzmdan çıkan sessiz harflerin arasmda çatırdadı. "O siyasal şeyleri unutalım. Biraz kendimizi düşünelim de değişiklik olsun. Phil, şimdi sen, Diyar konusunda kârlı iş yaptık diyeceksin, ben de sana hak vereceğim. Oraya değişiklik sokmaya kalkarken dikkatli olalım diyeceksin. O konuda sana itiraz edecek değilim. Ben de aynı şeyi hissediyorum."

Jack babasının sessizliğim hissedebiliyordu.

"Pekâlâ," diye devam etti Sloat. "Şöyle düşünelim. Kendimiz için yararlı bir tutumu benimseyip, yararlan bizden yana olan kimselere de yayalım diyelim. Çıkarımızı feda etmeyelim ama sağladığı şeyler konusunda açgözlülük de etmeyelim. Bu insanlara çok şey borçluyuz, Phil. Bak, bize neler sağladılar! Bence orada tam anlamıyla sinerjist bir duruma gelebiliriz. Bizim enerjimiz onlannkini besler, aklımıza bile gelmeyen şeyler çıkar ortaya, Phil. Ve sonunda cömert görünürüz... cömertiz de zaten. Ama bize de zararı dokunacak değil elbette." Belki kaşlarını çatıyordu o anda. Belki avuçlarını birbirine dayamıştı. 'Tabii ben durumu apaçık görebiliyor değilim, bunu biliyorsun. Ama bence yalnızca sinerji bile yeterli bir fiyat sayılır. Ama Phil... onlara bir de elektrik verirsek, durumumuz ne kadar sağlamlaşır, düşünebiliyor musun? Modern silâhlan orada seçilmiş bazı insanlann eline ulaştırırsak? Düşünebiliyor musun? Müthiş bir şey olur bence. Müthiş.'" Elleri hemen hemen ıslak bir sesle çırpıldı. "Seni hazırlıksız avlamak istemem ama, bence böyle şeyler düşünmenin zamanı geldi... düşünmek yalnızca. Diyar'la ilgimizi sıklaştırmak açısından."

Phil Sawyer hâlâ bir şey söylemiyordu. Morgan Amca ellerini tekrar çırptı. Sonunda Phil Sawyer taahhüde girmeyen bir sesle konuştu. "Sen ilgimizi sıklaştırmak mı istiyorsun?"

"Bence seçilmesi gereken yol o, evet. Sana sebeplerini de anlatırdım ama gereği yok, Phil. Biz oraya birlikte gitmeye başlamadan önce durum nasıldı, hatırlıyorsundur. Bak, belki bu başarıyı kendi kendimize de sağlayabilirdik. Belki gerçekten yapabilirdik. Ama ben şahsen o eski zavallı müşterilerin temsilcisi olmadığımıza memnunum."

"Dur bir dakika," dedi Jack'in babası.

"Uçaklar," diyordu Morgan Amca. "Uçaklan düşün."

"Dur bir dakika, yavaş ol, Morgan. Benim aklıma gelen düşünceler henüz senin aklına gelmemiş şeyler."

"Yeni fikirler her zaman hoşuma gider," dedi Morgan. Sesi yine dumanlıydı.

"Pekâlâ. Bence orada ne yaptığımız konusunda dikkatli olmamız gerek, ortak. Büyük şeyler yaparsak, büyük değişiklikler getirirsek, burada kendi kuyruğumuz tutuşur. Her şeyin doğurduğu sonuçlar vardır. Bazı sonuçlar da hiç hoş şeyler Olmayabilir."

"Ne gibi?" diye sordu Morgan Amca.

"Savaş gibi."

"Delisin sen, Phil. Öyle bir şey görmedik... meğer ki Bledsoe'dan söz ediyor olasın..."

"Tabii Bledsoe'dan söz ediyorum. O bir raslantı mıydı?"

Bledsoe mu? Jack meraklanmıştı. Bu adı daha önce de duymuştu ama, belleği biraz bulanıktı.

"Eh, o işin savaşa benzer yeri yok. Açık konuşmak gerekirse ilişkiyi göremiyorum."

"Pekâlâ... uzun süre önce orada bir Yabancı'nın nasıl Kralı öldürdüğünü duymuş muydun? Hiç kulağına gelmiş miydi öyle bir şey?"

"Evet, sanınm," dedi Morgan Amca. Jack onun sesindeki sahteliği tekrar hissetti.

Babasının koltuğu gıcırdadı. Ayaklanm masanın üzerinden indiriyor, başı öne doğru eğiliyordu. "O suikast orada ufak çapta bir savaşa yol açmıştı. Eski kralın taraftarları birkaç soylunun liderliğinde ayaklanmışlardı. Soylular bu fırsatla iktidan devralma peşindeydiler. Arazi kapacak, zenginliklerini arttıracak, düşmanlarmı hapse attıracaklardı."

"Hey, abartma," diye atıldı Morgan. "Bunlan ben de duydum. Adamlar aynı zamanda o çılgın, işlemek bilmez sisteme biraz da düzen getirmek istiyorlardı. Bazen başlangıçta sert olmak şarttır... buna hak verebiliyorum."

"Zaten onlann politikasını yargılamak bize düşmez, o da doğru. Ama benim söylemek istediğim başka şey. Oradaki o küçük savaş yaklaşık üç hafta kadar sürdü. Bittiğinde belki toplam yüz kişi ölmüştü. Belki de daha az. Kimse sana o savaşın ne zaman başladığım söyledi mi? Yılı neydi, günü neydi, biliyor musun?"

"Hayır." dedi Morgan Amca. Sesi karanlıktı.

"Bir Eylül 1939'du. Burada aynı günde Almanlar Polonyayı işgal ettiler." Babası birden sustu, Jacky kanepenin arkasında siyah taksisini avuçlayıp sessizce esnedi.

"Saçma bu," dedi Morgan Amca sonunda. "Onların savaşı mı bizimkini başlattı? Sen buna gerçekten inanıyor musun?"

"İnanıyorum," dedi Jack'in babası. "Oradaki o üç haftalık patırtının burada altı yıl süren, milyonlarca kişinin ölümüne yol açan savaşın sebebi olduğuna inanıyorum, evet."

"Eh..." Morgan Amca başka bir şey söylemedi. Jack onun sesinden, patlamaya hazır bir öfkeye kapıldığını anlıyordu.

"Dahası da var. Ben orada pek çok insanla konuştum bu konuyu. Edindiğim izlenime göre kralı öldüren yabancı gerçek bir Yabancıymış. Ne demek istediğimi anlıyorsundur. Onu görenler, Diyar kıyafetinin üzerine iyi olmadığını söylediler. Yöresel âdetleri bilmiyor gibi davranıyor-muş... parayı başlangıçta pek bilemiyormuş."

"Ya."

"Evet. Kralı bıçakladıktan sonra onu hemen parça parça etmeselerdi, bu konuda kesinlikle emin olabilirdik. Ama ben yine de eminim ki o aslında..."



"Bizim gibi miydi?"

"Bizim gibiydi, evet. Bir ziyaretçi. Morgan, bence oraya çok fazla karışmamamız gerek. Çünkü etkilerinin ne olabileceğini bilemeyiz. Doğrusunu söylemek gerekirse bence biz her an Diyar'da olup bitenlerin etkisi altındayız. Hem bak sana bir çılgın şey daha söyleyeyim."

"Söyle bari," dedi Sloat.

"Dışardaki tek dünya da orası değil."


3

"Saçma," dedi Sloat.

"Ciddiyim. Bir iki kere oraya gittiğimde içimde daha başka bir yere çok yaklaştığıma dair bir duygu belirdi. Diyar'ın Diyar'ına..."

Evet, diye düşündü Jack. Evet, doğru öyle olmalı. Diyarın Diyarı. Daha bile güzel bir yer. Onun ötesinde de, Diyarın diyarının diyan var. Onun ötesinden ondan bile güzel bir yer daha var...

Diyarın diyan

O sırada birden uykuya dalıverdi. Ağır taksi kucağındaydı. Tüm vücudu ağırlaşmıştı uykudan. Parke yere iyice yapışmıştı... ama öyle de hafif ve mutluydu ki!

Konuşma devam etmiş olmalıydı herhalde... Jacky'nin kaçırdığı çok sey söylenmiş olmalıydı. Jacky yükselip alçalıyor, bir ağırlaşıp bir hafifliyor, Baba Saksofon- Çalıyor'un müziğiyle uçuyordu. Bu arada Morgan Sloat herhalde önce tartışmış olmalıydı. Yumuşak biçimde ama, için için yumruklarını sıkarak, alnım kırıştırarak! Çünkü onun planı vardı. Sonra kendini ikna olmuş gibi göstermek zorunda kalmıştı. Konuşmanın sonunda, yani bugün Oatley-New York'la bilinmeyen bir Diyar" kasabası arasında bir yerde bulunan oniki yaşındaki Jacky Sawyer açısından sonunda, Morgan Sloat mutlaka öğrendiklerine şükran duyduğunu belirtmiş ve inanarak konuyu kapatmıştı. Ama Jack uyandığı zaman ilk duyduğu şey babasının bir sorusu oldu. "Hey, Jack kayıp mı oldu ne?" Morgan Amca az sonra şöyle dedi. "Galiba haklısın, Phil. Sen olayların tâ çekirdeğini görebilme yeteneğine sahipsin. Harika bir şey bu."

"Jack nerede?" dedi babası tekrar. Jack kanepenin altmda kıpırdandı, bu sefer gerçekten uyandı. Siyah taksi kucağından yere düştü.

"Aha," dedi Morgan Amca. "Küçük adamda büyük kulak!"

Babası, "Orada mısın, yavrum?" diye seslendi. Koltukların çekilme sesi duyuldu, iki adam ayağa kalktılar.

Jack, "Oooooh," dedi, taksiyi tekrar yavaşça kucağına aldı. Bacakları tutulmuş gibiydi. Pek rahatsızdı. Ayağa kalktığında dizleri bükülecekti.

Babası güldü. Ayak sesleri Jack'e yaklaştı. Morgan Sloat'un kırmızı, şiş suratı kanepenin tepesinde belirdi. Jack esnedi, dizlerini kanepenin arka kısmına dayadı. Babasının suratı da Sloat'unkinin yanında belirdi. Babası gülümsüyordu. Bir an için iki surat kanepenin yukarısında, havamn içinde yüzüyormuş gibi göründü. "Evet gidelim, uykucu," dedi babası. Çocuk Morgan Amca'nın yüzüne baktığında o yüzde hesapçı bakışlar gördü. Bakışlar yavaşça şişko yanakların gerisine çekilip saklandı, sanki bir kaya ardına yılan gibi kıvrıldı. Yeni baştan Richard Sloat'un babası olmuştu adam. Pahalı Noel armağanları getiren Morgan Amca olmuştu. Hep terleyen, kimsenin dikkat etmediği Morgan Amca. Ama demin nasıldı? Insanlaşmış bir deprem gibiydi. Gözlerinin gerisindeki hatâ çizgisinde parçalanan bir adam gibiydi. Patlamayı bekleyen bir bomba gibiydi...

"Eve giderken bir dondurmaya var mısın, Jack?" diye sordu Morgan Amca. "Hoşuna gider mi?"

"Hu?" dedi Jack.

Babası, "Lobideki o yerde durur alırız," diye açıkladı. Morgan Amca, "Şapır şupur," diye takıldı. "İşte şimdi tam sinerji'den konuşuyoruz." Jack'e bir kere daha gülümsedi.

* * *


Bu olay o altı yaşındayken olmuştu. Şimdi de boşlukta ağırlıksız düşerken yine oldu... Speedy'nin o iğrenç mor iksiri boğazında yükseldi, burnunun arkasındaki kanallara girdi, altı yaşının o öğle sonrasını zihninde tekrar yaşamasına yol açtı. Sihirli iksir belleğini tümden canlandırmış gibi hatırlıyordu. Öyle de hızla hatırladı ki, koca öğleden sonrayı birkaç saniye içinde yeni baştan yaşadı. Bu arada sihirli iksirin bu sefer kendisini kusturacağını da anladı.

Morgan Amca'mn gözlerinden dumanlar tütüyordu. Jack'in de içinde bir sorunun dumanı tütüyordu. Dışarı fırlamak için zorlanıyordu o soru...

Kim

Değişiklikler, ne değişiklikler



Kim yapıyor o değişiklikleri, baba?

Kim...


...öldürdüğü Jerry Bledsoe'yu? Sihirli iksir çocuğun ağzından dışarı fırladı, burun kanallarını yaktı, aynı anda Jack altında yumuşak toprağı hissetti. Direnmekten vazgeçti, boğulmaktansa kusmayı tercih etti. Jerry Bledsoe'yu öldüren şey neydi? İğrenç mor sular Jack'in ağzına dolup dışan uğradı, çocuk kendini kör gibi geriye itti, kollan, bacakları yüksek, sert otlar arasında doğruldu. Jack emekler durumda kaldı, bekledi. Bir katır kadar sabırlıydı. İkinci öğürtüyü bekliyordu. Midesi kasıldı, daha o inlemeye vakit bulamadan mor sıvı göğsünü, boğazını tekrar yakıp fışkırdı. Dudaklarından sicim gibi pembe salyalar sallanıyordu. Jack zayıf bir hareketle onları sildi, sonra ellerini pantolonuna kuruladı. Jerry Bledsoe, evet. Jerry... gömleğinin göğsünde adı yazardı hep. Benzin istasyonu işçileri gibi. Jerry öldüğünde... Çocuk başım iki yana salladı, ellerini tekrar ağzına götürüp dudaklarını sildi. Sonra testere gibi otlara tükürdü. Anlayamadığı bir hayvansal güdü, yerdeki kusmukların üzerine toprak atmasına yol açtı. İkinci bir refleksle avuçlarını tekrar pantolonuna sildi, ancak ondan sonra başım kaldırdı.

Diz çöküp oturdu. Akşamın son ışıklan görünüyordu. Toprak bir

volun uçundaydı. Korkunç Elroy-yaratık peşinden gelmemişti. Bunu hemen anladı. Kafeslere kapatılmış köpekler ona hırlıyor, parmaklıklan pençeliyorlardı. Kafeslerin karşı tarafında ahşap bir yapı vardı. Oradan da köpek seslerini andırır görültüler yükselmekteydi göklere. Bu besbelli Oat-ley Banndan gelen seslerin tıpkısıydı. Birbirine bağıran sarhoşlann sesleri. Bir bar... burada adı herhalde han falan olacaktı. Ya da kahve. Speedy'nin iksiri artık midesini bulandırmıyordu. Bulantı geçince çevredeki malt kokularını aldı. Bu kahvedekilerin kendisini görmesine izin veremezdi.

Bir an köpeklerden kaçmanın nasıl bir şey olacağmı düşündü, sonra ayağa kalktı. Gökyüzü başının üzerinde kapanıyor, karanyordu. Geride, kendi dünyasında neler oluyordu peki? Oatley'in ortasında bir kıyamet mi kopuyordu? Belki bir sel, belki bir yangın mı? Jack yavaşça handan uzaklaştı, uzun otların arasında yan yan ilerledi. Altmış metre kadar sonra, gözüne ilişen diğer binaların pencerelerinde mumlar yakılmış olduğunu gördü. Yalanlarda bir yerden domuz kokusu geldi. Jack hanla ilk ev arasındaki yolun yansım alınca köpekler hırlamayı kestiler. Jack ağır adımlarla Batı Yoluna doğru yürüdü. Gece karanlık ve mehtapsızdı.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə