Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə17/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   55

Her tarafta kızarmış et kokulan tütüyordu. Satıcıların irili ufaklı kömür ateşleri üzerinde etleri çevirerek pişirip sattıklarına dikkat etti. Evde pişirilmiş ekmeğe benzer bir şeyin arasına koyup uzatıyorlardı müşteriye. Sanki açık arttırma yapılıyordu bu yiyecekler için. Alıcıların çoğu Henry gibi çiftçiydi. Fiyat söylendikçe tek ellerini, parmakları açık durumda havaya kaldırıp işaret veriyorlardı. Jack satışların birkaçını dikkatle izledi. Hepsinde para olarak o eklemli çubuklardan veriliyordu... ama kaç tanesi yeterliydi? Hoş önemi yoktu ya? Nasılsa bir şeyler yemek zorundaydı. Bu alışverişte kendisinin yabancı olduğunu anlasalar da, anlamasalar da, mecburdu buna.

Bir pandomim gösterisinin önünden geçti. Büyük bir kalabalık toplanmıştı ama Jack yine de pek dikkat etmedi. Kalabalık gülüyor, alkışlıyordu. Brandadan bir kulübenin önüne geldi. Orada iri kıyım bir adam duruyordu. Pazulannda dövmeler vardı. Önünde büyük bir kömür ateşi yakılmış, üzerine kocaman bir değnek konmuştu. Değneğe iri et parçalan geçirilmiş, iki uçtaki iki çocuk sürekli olarak çeviriyorlardı.

"Lezzetli etler!" diye bağınyordu adam. "Güzel etler! Aim, yiyin güzel etlerimden! En güzel etler burada!" Kendisine yakın taraftaki çocuğa, "Kuvvetli çevir, Allah belâm versin," dedi, sonra yine bağırmaya koyuldu.

Oradan yanında kızıyla geçmekte olan bir çiftçi elini havaya kaldırdı, sonra baştan ikinci eti gösterdi. Değneği çeviren çocuklar bir an durdular, patronlan o et parçasını çıkardı, bir ekmeğin arasına koydu. Çocuklann biri ekmeği alıp çiftçiye koştu, çiftçi eklemler destesinden iki buçuk kopa-np uzattı. Çocuk koşarak patrona dönerken çiftçi geri kalan çubuklan cebine soktu, koca sandviçten keyifle bir lokma ısırdı, kalanını kızına verdi. Kız da ısınrken hemen hemen babası kadar iştahlı görünüyordu.

Jack'in midesi buruluyor, gurulduyordu. Görmesi gerekeni görmüştü. Ya da öyle umuyordu.

"Güzel etleri Güzel etler! Güzel..:" Koca adam birden susup Jack'e baktı. Ufak ama zeki gözleri üzerinde kaşlan birbirine biraz yaklaştı. "Karnının şarkısı duyuluyor, dostum," dedi Jack'e. "Eğer paran varsa alışverişini kabul eder, bu gece senin için de dua ederim. Paran yoksa, o zaman o budala suratım karşımdan çek, toz ol."

Çıraklann ikisi de güldüler. Oysa çok yorgun olduklan belliydi. Sanki kendilerini tutamıyorlarmış gibi güldüler yine de.

Ne var ki giderek daha güzel kızaran etlerin kokulan Jack'in oradan ayrılmasına izin vermiyordu. Cebindeki çubuk destelerinden küçük olanını çıkardı, eliyle etlerin soldan ikincisini gösterdi. Konuşmadı. Konuşmamak daha güvenli gibi geliyordu ona. Satıcı homurtu gibi bir ses çıkardı, kemerinden bıçağını tekrar eline aldı, bir dilim kesti. Demin çiftçiye kestiği dilimden daha küçüktü bu seferki. Ama Jack'in midesi böyle şeyleri düşünecek durumda değildi. Çılgınca sesler çıkanyordu.

Satıcı eti ekmeğin üzerine koydu, çocuklara vereceği yerde kendisi getirdi. Jack'in çubuk destesini eline aldı, iki çubuk kıracağı yerde üç tane kırdı.

Jack'in beyninin içinde annesinin alaya sesi çınlıyordu Tebrikler, Jacky... yedin kazığı bakıyoıum!

Satıcı Jack'in yüzüne bakıyor, çürük dişleriyle sırıtıyor, yiğitse bir şey söylesin dermiş gibilerden meydan okuyordu. Hepsini almadığına, üç tanecik aldığıma şükret, der gibiydi. Boynunda yafta var adetâ senin, çocuk. Ben yabancıyım ve burada yalnızım diye bağınyorsun adetâ. Haydi bakalım, mesele çıkar istersen!

Jack ne hissederse etsin, mesele çıkaramazdı. İçinde yine o incecik, çaresizlik öfkesini hissetti.

"Git yoluna!" dedi satıcı. Usanmıştı. artık Jack'den. Elini çocuğun yüzüne doğru uzattı. Parmaklan yaralıydı. Tımaklannın altlannda kanlar birikmişti. "Yiyeceğini aldın. Git buradan artık."

Jack içinden düşünüyordu. Cebimden bir fener çıkanp sana göster-sem, şeytanlar kovalıyormuş gibi kaçardın. Sana bir uçak göstersem herhalde delirirdin. Belki de sandığın kadar güçlü değilsin, ahbap.

Gülümsedi Jack. Belki o gülümsemede satıcının hoşlanmadığı bir şey vardı. Koca adam Jack'dan iki adım uzaklaştı, yüzüne bir an için tedirgin bir ifade geldi. Kaşları tekrar çatıldı.

"Git buradan dedim sana!" diye kükredi. "Git, Jason belâm versin!" Jack bu sefer dönüp uzaklaştı.


2

Et çok lezzetliydi. Jack onu da, altındaki ekmeği de hemen mideye indirdi, yoluna devam ederken avuçlarına akan sularını da yaladı. Domuz eti tadı vardı., ama biraz farklıydı. Tadı daha yoğun, kokusu daha başkaydı. Her ne eti olursa olsun, Jack'in içindeki boşluğu iyi doldurmuştu. Okula giderken beslenme çantasında hep bunu götürse, bin yıl bıkmazdı Jack.

Artık midesini susturmayı başardığına göre, hiç değilse bir süre için idare edebileceğine göre, çevresine daha bir ilgiyle bakabilecek hale gelmişti. Kendi pek farkında olmasa bile yavaş yavaş kalabalığın arasında erimeye de başlıyordu. Çevre köylerden pazara gelmiş herhangi biri gibiydi. Tezgâhlar arasında ağır adımlarla yürüyor, ne var ne yoksa bir anda görmeye çalışıyordu. Yavaş yavaş kendini yabancı hissetmekten kurtuldu. Herkes rahattı. Gülüyorlar, tartışıp çekişiyorlar, pazarlık ediyorlardı. Kimsenin canı sıkılmış hali yoktu.

Pazar yeri ona kraliçenin pavyonunu hatırlatıyordu. Yalnız o gerilimi, o taşkın havası eksikti. Kokular burada da pek zengin bir karışımdı. En baskın olanları kızarmış et ve bir de hayvan tersi kokularıydı. İnsanların kılıkları yine renk renkti. Bazıları öyle şıktı ki Jack ellerine su bile dökemezdi.

Halıcı tezgâhının başında duraladı. Burada satılan halılara kraliçenin portresi dokunmuştu. Jack birden Hank Scoffler'in annesini hatırladı, gülümsedi. Hank eskiden, Los Angeles'deki okulda Jack'le Richard Slo-at'un arkadaşıydı. Bayan Scoffler'in ev dekorasyonu zevki de dünyada en özenti zevkti. O görse bayılırdı bu Laura DeLoessian portreli halılara. Saçları örülüp başına topuz yapılmış! Herhalde Scoffler'lerin duvarlarındaki o kadife üstüne Alaska taylarının resimlerinden, o seramik Son Yemek panosundan çok daha gösterişliydi.

Jack bakarken halılardaki surat değişir gibi oldu. Kraliçe'nin yüzü gitmiş, yerine kendi annesinin yüzü gelmişti. Gözleri fazla siyah, teni fazla beyaz...

Yuva özlemi Jack'in yakasına bir kere daha sarıldı. Anne! Anneciğim! Tannm, ne işim var burada benim! Acaba ne yapıyordu annesi şu saniyede? Pencerede oturmuş, sigara içerek okyanusu mu seyrediyordu? Yatağının başucunda kitabı açık, onu mu bekliyordu? Televizyon mu seyrediyordu? Sinemada mıydı? Uyuyor muydu? Ölüyor muydu?

Ölmek mi? diye sordu kötü bir ses. Jack engel olamadan devam etti. Öldü, Jack. Çoktan öldü o.

Yeter artık.

Gözyaşlarının gözlerini yaktığını hissetti.

"Neden bu kadar üzgünsün, evlât!"

Başını kaldırdı. Şaşalamıştı. Halıcı ona bakıyordu. O da et satıcısı kadar iri yanydı. Onun da kollan dövmeliydi. Ama gülümsemesi açık ve güneşliydi. İçinde bir gaddarlık yoktu. Esas fark buydu.

"Bir şeyim yok," dedi Jack.

"Bir şey yoksa, demek bir şey düşünüyorsun, yavrum."

"O kadar mı kötü görünüyordum?" diye birazcık gülümsedi Jack. O da rahatlamış, rahat konuşuyordu. En azından şu an için. Belki de konuşmasındaki yabancılığı halıcının farkedememesi bu yüzdendi.

"Evlât, sanki bir tek dostun varmış, onu da kurt yemiş gibi bir halin vardı."

Jack yine gülümsedi. Halıcı döndü, büyük halının yan tarafına uzanıp bir şey aldı. Oval biçimli, ucunda sapı olan bir şey. Döndüğünde ışık yansıdı. Elindeki bir aynaydı. Küçük, ucuz bir şey gibi göründü Jack'e. Panayırda atıcılık ödülü diye verilen tür şeylerden.

"Al, çocuğum," dedi halıcı. "Bir bak bakalım, haklımıymışım."

Jack aynaya baktı, ağzı açık kaldı. Öyle şaşırdı ki, kalbi çarpmayı unuttu. Aynadaki kendisiydi. Ama daha çok bir çizgi film kahramanma benziyordu. Bir çocuğun eşeğe dönüşmüş hali. Yuvarlak mavi gözleri kahverengi olmuş, badem gibi uzamıştı. Saçları dümdüz, süpürge gibi, alnının ortasına sarkıyordu. Yeleye pek benzer bir hali vardı. Tek elini kaldırıp saçım arkaya atmak istediğinde, eli alnının çıplak tenine değdi, orada saç bulamadı. Satıcının keyifle güldüğünü gördü. En garibi o uzun eşek kulaklarıydı. İki yandan aşağıya sarkıyor, çene çizgisinin altına kadar iniyordu. Jack bakarken kulaklardan biri hafif kıpırdadı.

Birden hatırladı: BENDE VARDI BUNLARDAN BÎR TANE!

'Hayaller'de vardı öyle bir aynası. Öteki dünyada ise o... şeydi... şey...

Jack'in yaşı dörtten fazla olamazdı. Öteki dünyada (orayı Normal dünya diye düşünmekten vazgeçmişti hiç farkında olmaksızın) kocaman, mermer arkalı bir aynaydı. Arka ortasında bir pembelik vardı. Günlerden bir gün oynarken onu evin önündeki beton yola düşürmüş, ayna yuvarlanıp yolun ızgarasından içeriye düşmüştü. Ebediyen gitti diye düşünmüştü o zaman Jack. Yolun kenanna oturmuş, kirli avuçlarını yüzüne kapayıp ağlamıştı. Oysa ebediyen gitmemişti işte. Eski oyuncağına yine kavuşmuştu. Üç dört yaşındayken ne kadar hoşuna gitmişse şimdi de yine o kadar hoşuna gidiyordu. Sevinçle sırıttı. Aynadaki hayal değişti, eşek bu sefer kedi oldu. Kedi Jack. Gözleri yeşile dönüştü, kulakları kısaldı, gri, dik ve tüylü oldu.

"Böylesi daha iyi," dedi satıcı, "Daha iyisin şimdi, yavrum. Ben çocukları mutlu görmeyi severim. Mutlu çocuk, sağlıklı çocuktur. Sağlıklı çocuk da dünyada yolunu kolay bulur. İyi Çiftçilik Kitabtn'âa böyle yazıyor. Yazmıyorsa da yazmalı. Ben kendi evimdeki kitaba eklerim. Tabii para arttırıp da evime bir kitap alabilirsem. Aynayı istiyor musun?"

"Evet!" diye bağırdı Jack. "Evet, harika olur!" Cebinde çubuklarını aradı. Kaygılarını unutmuştu. "Ne kadar?"

Satıcı kaşlarını çattı, kimse görüyor mu diye çevresine bakındı. "Koy cebine oğlum. Derin yerine koy. Aferin. Neyin varsa aynı şey. Birazmı gösterdin mi topunu kaybedersin." "Efendim?"

"Aldırma. Para istemem. Al aynayı. Zaten onuncu ayda dükkânıma götürürken arabada yansı kırılacak. Anneler çocuklarını getirip baktırıyor, deniyor ama genellikle satın almıyorlar!

"Eh, inkâr etmiyorsunuz bari," dedi Jack.

Satıcı ona biraz şaşırarak baktı, sonunda ikisi de gülmeye başladılar. "Diken dilli bir mutlu çocuk," dedi satıcı. "Daha büyüyünce gel beni gör, evlât. Sende bu dil varken kalkar güneye gideriz, satışımız üç katına

çıkar."

Jack kıkırdadı. Yamandı adam.



'Teşekkür ederim," dediğinde aynadaki kedi suratına inanılmaz bir sırıtma ifadesi geldi. "Çok teşekkür ederim."

"Benim için dua et sen." Adam biraz düşündükten sonra ekledi. "Paranı da iyi kolla."

Jack aynayı cebine dikkatle yerleştirip ilerledi. Onu Speedy'nin şişesinin yanına sokmuştu.

İki dakikada bir paralarını yokluyor, yerinde mi diye kontrol ediyordu.

Buralarda hırsızların bol olduğunu anlıyordu.
3

Halından iki tezgâh sonra, tek gözünde bant bulunan, içki kokan bir adam, çiftçinin birine iri bir horoz satmaya uğraşıyordu. Bu horozu alıp tavuklarının kümesine koyarsa, on iki ay boyunca yumurtalarının hep iki sanlı olacağını söylüyordu.

Ama Jack'in ne horozu görecek gözü vardı ne de satıcıyı dinleyecek kulağı. Tek gözlü bir adamın gösterisini seyreden çocuklann arasına karıştı. Büyük bir kafeste bir papağan vardı. Kocaman bir şeydi. Hemen hemen çocuklar grubundaki en küçüklerin boyunda vardı. Heineken bira şişeleri gibi düzgün, koyu yeşil bir rengi vardı. Parlak altın rengi gözleri ilk bakışta göze çarpıyordu... dört taneydi gözleri. Çünkü pavyonun ahırında gördüğü tay gibi bu papağanın da iki başı vardı. Kafese sarı pençeleriyle sımsıkı tutunuyor, iki tarafa aynı anda bakıyordu. Tepesindeki ibikler birbirine dokunuyordu.

Kendi kendiyle konuşuyordu papağan. Çocuklar bu işe bayılmışlardı. Jack dikkat edince çocukların pek hoşlanmalanna karşın, bu iki kafaya pek de şaşmadıklarını anladı. Ömründe ilk defa sinemaya giden, koltukta sersemlemiş durumda oturan çocuklara benzemiyorlardı. Daha çok, her hafta seyrettikleri çizgi filmi bir daha seyredip eğlenir gibi bir halleri vardı. Evet, bu papağan harikaydı, ama pek de olmadık bir şey değildi onlara göre. Zaten harikalara en çabuk alışanlar da en gençler olurdu.

"Baauuurk! Yukansı ne kadar yüksek?" diye sordu doğudaki baş.

"Alçak alçak!" Bu da batıdaki başın cevabıydı. Çocuklar kıkırdaştı.

Doğudaki baş bu sefer, "Graak! Soylulann gerçeği nedir?" dedi.

"Kral ömrünce kraldır. Ama bir kere şövalye olmak herkese yeter!" Jack gülümsedi. Diğer çocuklardan bazılan gülüştü. En küçükler şaşkın ifadeliydi.

"Bayan Spratt'in dolabında ne var?" dedi doğudaki baş.

"Kimsenin göremeyeceği bir şey!" Batı başının bu cevabı Jack'in aklını kanştınrken öteki çocuklann hepsi kahkahadan kırıldılar.

Papağan biraz doğrulup alttaki samanlara pisledi.

"Alan Destry geceyansı neden korkup öldü?"

"Karısını banyodan çıkarken gördü, grook!"

Çiftçi uzaklaşıyordu. Tek gözlü satıcı horozu ona satamamıştı. Bir hışımla çocuklara döndü. "Defolun buradan! Defolun ben tekmeyi patlatmadan!"

Çocuklar dağıldılar. Jack de onlarla kaçtı. Koşarken başını çevirip harika papağana son bir kere baktı.
4

Bir başka tezgâhta iki çubuğa bir elmayla bir kap süt aldı. Ömründe tattığı en nefis, en lezzetli süttü. Bizim orada böyle süt olsa, Nestle de, Hershey de bir haftaya kalmaz iflâs eder, diye düşündü.

Sütünü bitirmek üzereyken Henry ailesinin ağır ağır kendinden tarafa ilerlemekte olduğunu gördü. Kabı tezgâhtaki kadına uzattı, kadın da alıp kalan sütü güğümün içine geri boşalttı. Jack üst dudağındaki sütten bıyığı silerek acele oradan uzaklaşırken, inşallah benden önce süt içenler arasında cüzzam, herpes falan yoktur, diye düşündü. Ama her nedense o tür şeylerin buralarda var olduğunu pek sanmıyordu.

Pazar köyünün ilerlerine doğru yürüdü, pandomimcileri, kap kaçak satan iki şişman kadını, iki başlı harika papağanı geçti. Papağamn sahibi artık hiç saklamadan toprak bir testiden içki içiyor, kulübenin bir yanından bir yanına yalpa vuruyordu. Horozu boğazından yakalamış sallıyor, gelene gidene sesleniyordu. Jack adamın kolunun horoz tersiyle leş gibi olduğunu gördü, yüzünü buruşturdu. Sonra çiftçilerin toplandığı açık meydandan geçti. Bir an orada merakla duraladı. Çiftçilerin çoğu kilden yapılma pipolar içiyorlardı. Ortada birkaç da toprak testi vardı. Onlan elden ele geçiriyorlardı. Geniş, otlak bir alanda budala gözlü atlar başlanm eğmiş otlamaktaydı.

Jack halıcmın da önünden geçti. Adam onu görünce elini kaldınp selâmladı. Jack de elini kaldırıp selâma karşılık verirken adama seveceği bir özdeyiş söylemek istedi ama, sonra vazgeçti. Kendini pek yalnız hissettiğinin farkına varmıştı birden. Yabancıydı. Tek başınaydı burada.

Kavşağa vardı. Kuzeye ve güneye giden yollar köy yolundan biraz daha iyiydi. Batı Yolu çok daha genişti.

Ah, Gezgin Jack, dedi kendi kendine. Gülümsemeye çalıştı. Omuzla-fuu dikleştirirken Speedy'nin şişesinin aynaya çarpıp tıngırdadığını duydu. İşte Gezgin Jack, Diyar'ın 90 numaralı otoyoluna adım atıyor, diye geçirdi içinden. Ayaklaryn, bana oyun oynamayın sakın!

Yürümeye başladı. Kısa zamanda o kocaman hayal ülkesi yutuverdi onu.


5

Dört saat kadar sonra, öğleden sonranın ortalannda, Jack yüksek otlann arasına, yolun kenanna oturdu, uzaktan böcek kadar görünen bir grup adamın karşıdaki pek de sağlam görünmeyen kuleye tırmanışını seyretti. Dinlenip elmasını yemek için iyi bir yer seçmişti. Batı yolu o kuleye en çok bu noktada yaklaşıyordu. Yine de arası en azından üç mil vardı. Belki daha bile fazlaydı. Burada havanın o doğa üstü berraklığı mesafeleri anlamayı zorlaştınyordu. Tek bildiği, kuleyi bir saatten beri görebildiğiydi.

Jack elmasını yedi, yorgun ayaklannı dinlendirdi, o kulenin ne olabileceğini düşündü. Otluk bir alanın orta yerinde öylece tek başına durup duruyordu. Tabii o adamlann oraya neden tırmandığını da merak etmekteydi. Pazar köyünden aynldığından beri rüzgâr pek düzenli esiyordu. Kule Jack'e göre rüzgâr altındaydı. Ama rüzgâr kesildikçe yine de adamlann birbirine seslendiği duyulabiliyordu. Gülüşüyorlardı da. Bol bol gülüyorlardı aralannda.

Pazar köyünden aynldıktan beş mil kadar sonra Jack bir başka köye girmişti. Tabii beş minik evle bir tek dükkânın topluluğuna köy denilebilir-se. Dükkan belli ki uzun süreden beri kapalıydı. Oradan beri başka köy çıkmamıştı karşısına. Kuleyi görene kadar, acaba Dış Bölge'yi mi vardım, diye merak etmişti. Yüzbaşı Farren'in söylediklerini iyi hatırlıyordu: Dış Bölgeden öteye geçtin mi, Batı Yolu artık hiçbir yere gitmez... belki cehenneme gider. Tanrı'nm kendisinin bile Dış ,Bölgenin dışına çıkmaya- cesaret edemediğini duymuşluğum var.

Jack biraz ürperdi.

Ama o kadar çok yol aldığına pek inanmıyordu. Daha önceki sefer, Morgan'm arabasından saklanırken duyduğu rahatsızlıklardan eser yoktu bir kere içinde. O canlı, kıpırdayan ağaçlar besbelli Oatley'de geçireceği iğrenç günlerin bir ön habercisiydi.

Bu sefer, sabah saman yığınında uyandığından bu yana içi huzur doluydu. Henry adlı çiftçi ona arabadan inmesini söyleyene kadar en ufak bir tedirginlik hissetmemişti. Diyar'ın birtakım garipliklerine rağmen aslında iyi bir yer olduğu duygusu vardı içinde. Ne zaman isterse kendini buranın bir parçası gibi hissedebilirdi... yabana değildi burada.

Geçmişte de uzun süreler boyunca Diyar'ın bir parçası olduğunu anlıyordu artık. Tekrar Batı Yoluna koyulduğunda aklına garip bir düşünce geldi. Yan İngilizce, yarı Diyar dilinde bir düşünceydi: Ben rüya görürken, gördüğümün rüya olduğunu ancak tam uyanmaya başladığım sırada anlıyorum. Rüyadan birdenbire uyanırsam, yeni saat falan çalarsa, o zaman çok şaşkın uyanıyorum. Önce uyanıklık rüyaymış gibi geliyor. Rüya koyulaştığı zaman, burada yabana değilim. Demek istediğim bu mu? Pek sayılmaz ama, yakın. Eminim ki babam da sık sık derin rüya görmüştür. Herhalde Morgan Amca hemen hiç derin rüya görmez.

Tehlikeli bir durum hisseder etmez Speedy'nin şişesinden bir yudum almakta kararlıydı. Hattâ ürküntü verici bir şey görür görmez yapacaktı bu işi. Öyle bir şey olmazsa, bütün gün burada devam edecekti yoluna. Belki geceyi bile burada geçirmeye razı olurdu. Tabii o elmadan başka yiyecek bir şey bulursa. Ama bulamıyordu. Batı yolu üzerinde hiç sandviç ve hamburger dükkânı falan yoktu.

Pazar yerinden sonraki kavşakta ağaçlar vardı ama, son köyü de geçince artık o ağaçlar yerini çayırlara bırakmıştı. Jack kendini engin bir okyanusun ortasında yürüyormuş gibi hissetmekteydi. Güneş parlak, ama hava serindi. Eylül sonu, elbet serin olur, diye düşündü. Tek başınaydı. Yanından ne yaya, ne de araba geçti. Rüzgâr oldukça düzenli esiyor, otlar okyanusunda içini çekiyor, otlan dalgalandırıyordu.

Birisi, "Kendini nasıl hissediyorsun, Jack?" diye sorsa, "Neşeli," diye cevap verirdi. Birkaç saat önce ağladığını hatırlatan olsa şaşardı.

Jack büyük bir duyu tecrübesi geçirmekteydi. Kendisine yepyeni gelen sesler ve kokular alıyor, görüntülerle karşılaşıyordu. Alıştığı duyular ise ilk defa olarak yoktu. Bir bakıma, oldukça tecrübeli bir çocuktu kendisi. Los Angeles'de büyümüştü. Babası artist ajanı, annesi artistti. Saf biri olsa, bu değişiklik onu daha çok şaşırtır, sarsardı. Ama ne de olsa çocuktu yine. Avantajı oradaydı zaten. O gün o kırlık yerde tek başına yürümek ona büyük bir duyu yükü getirecekti. Belki çılgınlığa, hayallere götürebilirdi bu onu. Yetişkin biri olsa, rahatlıkla götürürdü zaten. Yetişkin biri şu anda hemen Speedy'nin şişesini arardı. Hem de titreyen parmaklarla. Bir saat bile dayanamazdı Batı Yolu'nda yürümeye.

Tanrım, ne kadar mutluyum, dedi kendi kendine. Neşe içindeydi.

Şimdi de karşısına merak edebileceği bu kule çıkmıştı.

Beni kimse oraya tırmandıramaz, diye düşündü. Elmayı bitirmiş, koçanına gelmişti. Gözlerini kuleden ayırmaksızın yürüyordu. Ayağının burnuyla bir çukur açtı, elma koçanını oraya gömdü.

Kule, tahtalardan kurulmuştu. En azından yüz altmış, yüz yetmiş metre yüksekliğindeydi. İçi boş, kare tabanlıydı. Tahtaları X biçiminde çakılmıştı- Tepede bir platform vardı. Jack gözlerim kısıp baktı, adamlardan birkaçının orada dolaşmakta olduğunu gördü.

Yolun kenarına oturdu, dizlerini göğsüne çekip kucakladı. Otlar bir kere daha kuleye doğru dalgalandı. Jack kulenin de sallanması gerektiğini hesapladı, midesi bulanır gibi oldu.

Beni kimse tırmandıramaz, diye düşündü tekrar. Bir milyon verseler çıkmam.

Derken adamları orada ilk gördüğü andan beri olacak diye korktuğu şey oluverdi. Bir tanesi kuleden düştü.

Jack ayağa fırladı. Yüzündeki ifade, sirklerde zor bir numara yapılırken yer alan kazaya tanık olmuş kimselerin o ağzı açık, üzgün ifadesiydi.

Allah kahretsin, ah...

Jack'in gözleri fincan gibi açıldı. Çenesi bir an için daha bile aşağıya sarktı, hemen hemen göğüs kemiğine değdi, ağzı şaşkın, inanmaz bir gülümseme ifadesiyle genişledi. Kulenin tepesinden düşmüş değildi adam! Rüzgâr falan da uçurmuş değildi onu. Platformun iki yanında dil gibi çıkıntılar vardı. Tramplene benzer şeylerdi. Adam birinin ucuna yürümüş, atlamıştı boşluğa. Yan yolda adamdan birtakım çıkıntılar uzandı. Paraşüt olmalı, diye düşündü Jack. Ama açılmasına vakit kalmayacaktı.

Oysa paraşüt değildi.

Kanatlardı.

Adamın düşüşü yavaşladı, sonra yerden on beş metre kadar yüksekte durdu, tersine döndü. Adam yukanya doğru uçarak kuleden uzaklaşmaya başlamıştı. Kanatlan yukan yükseldiğinde o kadar çok kalkıyordu ki, birbirine değiyordu adetâ. Sonra büyük bir güçle aşağıya iniyor, bir yüzücünün finiş kulacmdaki gibi itiyordu havayı.

Vay canına, diye düşündü Jack. Şaşkınlığından kalıp ünlemler kullanıyordu. Buna da pes denirdi artık. Bunun üstüne olmazdı. Vay canına, şuna bak, vay canına!

O sırada ikinci adam atladı, sonra üçüncüsü, sonra da dördüncüsü. Beş dakikadan kısa bir süre içinde, elli kadar insan uçuyordu gökyüzünde. Girift ama belirgin rotalar çizerek uçmaktaydılar. Kuleden uzaklaşıyor, sekiz çiziyor, dönüp kulenin öte yanına geçiyor, bir sekiz daha çiziyor, platforma çıkıyor, aynı şeyi yeniden yapıyorlardı.

Gökte dansedip uçtular. Jack sevinçle gülmeye başladı. Eski Esther Williams filmlerindeki su balelerini seyreder gibi bir duyguya kapılmıştı. O yüzücüler kolay gösterirlerdi yaptıkları işi. Özellikle de Esther Williams. Sanki siz de arkadaşlarınızla aynı şeyi yapabilirmişsiniz gibi.

Ama bir farkı vardı. Uçan adamlarda hareketleri çabasız yapma duygusu yoktu. Havada kalmak için çok enerji harcadıkları belliydi. Jack bir an için onların canının da acıdığından emin oldu. Hani bazı zor beden eğitimi hareketlerinde olduğu gibi. Yakınan olursa antrenör, "Zorlanmayan kazanamaz," diye bağırırdı hani.

Aklına yeni bir şey geldi. Bir keresinde annesi, bale sanatçısı arkadaşı Myrna'yı görmeye giderken Jack'i de yayına almıştı. Kadm bale stüdyosunda çalışmalarını yapıyordu. Jack onun grubunu bazı gösterilerde seyretmişti. Annesi hep götürürdü Jack'i. Aslında seyretmesi sıklaydı. Ama Myrna'yı çalışırken hiç görmemişti... hele de yakından. Baleyi sahnede görmekle çalışmayı seyretmek arasında büyük fark vardı. Sahnede herkes çabasız-ca puant'ların ucunda kayıyormuş gibi görünürdü. Stüdyoda ise müzik yoktu. Yalnızca koreografçınm el çırparak tempo tutuşu, ikide bir eleştiriler haykırışı vardı. Asla aferin yoktu. Yalnızca eleştiri vardı. Sanatçının yüzü terle kaplıydı. Mayolan da ıslaktı. Koca oda ter kokuyordu. Kaslar titriyor, tendonlar kabarıyor, damarlar atıyordu. Koreografçınm el çırpması ve despotça bağırması dışında tek ses, adımların sesi ve soluklardı. Jack bu sanatçıların yalnız ekmek parası peşinde olmadıklarını, zavallıların kendilerini neredeyse öldürmekte olduğunu o zaman anlamıştı. En çok da yüz ifadelerini hatırlıyordu. Yorgun bir konsantrasyon ve acı. O acının derinliklerinde de sevinci sezmişti. Evet, sevinç vardı o ifadenin altında. Jack'i korkutmuştu bu. Çünkü ona anlaşılmaz, açıklanmaz bir şey gibi gelmişti. HancH insan kendini bu kadar acıya sokarak zevk alabilirdi ki?

Burada da gördüğüm şey yine acı, diye düşündü. Bunların acaba gerçekten kanatlan mı vardı, yoksa takma kanat mı kullanıyorlardı? Flaş Gordon gibi miydilef, yoksa Icarus veya Dâpdalus tipi kanatlı mıydılar? Jack'e göre pek de farketmezdi. Hiç değilse kendisi için farketmezdi.

Sevinç.


Bir esrarengizlik içinde yaşıyorlar. Bu insanlar bir esrarengizlik içinde yasıyor.

Onları ayakta tutan şey sevinç. Önemli olan buydu. Onlan ayakta tutan şey sevinçti. Kanatları ister sırtlarından gelişmiş olsun, ister oraya bağlarla, tokalarla tutturulmuş olsun. Dünkü uzaktan gördüğü bu görünümde de aynı şey vardı. Tüm enerjiyi yatınm yapıp doğal kanunları bir anlığına tersine çevirme çabası. Bu tersine dönüşün bu kadar kısa sürmesi ve bu kadar çok şey istemesi korkunçtu. İnsanların buna yine de heves etmesi ise, hem korkunç, hem de harikuladeydi.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə