Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə13/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   55

"Sen sıkı çalış, sorun çıkmaz," dedi Smokey. "Fıçı istediğim zaman çabuk olmayı unutma. Yarım saatte bir tuvalette kusmuk paspaslamayı da unutma."

Jack o sırada Smokey'e buradan ayrılmak istediğini tekrar söylemiş. Smokey de Pazar öğleden sonrayla ilgili sahte vaadini tekrarlamıştı. Ne yaran vardı ki onu düşünmenin?

Çığlıklar daha da yükselmeye başlamıştı. Kahkahalar da öyle. Bir sandalyenin kırılırken çıkardığı çatırtıya bir acı çığlık karıştı. Yumruk kavgası başlamıştı. Bu gece üçüncü kavgaydı bu. Dans pistinde başlamıştı. Smokey bir küfür mırıldandı. Jack'i itip yamndan geçti. "Kaldır o boş fıçıyı," dedi.

Jack boş fıçıyı tekerlekli arabaya yükledi, kapıya doğruldu. İlerlerken tedirgin bakışlarla Randolph Scott'u arıyordu. Onu kavga seyreden grupta gördü, biraz rahatladı.

Depo odasında boş fıçıyı diğer boşların yanma koydu. Updike'nin barında altı fıçı bitmişti bu gece. Bu iş bitince sırt çantasını tekrar kontrol etti. Bir an çantanın kaybolduğunu sanıp telâşa kapıldı, kalbi gümbür gümbür çarpmaya başladı. Sihirli iksir oradaydı. Bu dünyaya geçince gümüş dolar haline gelen Diyar parası da oradaydı. Sağa doğru kaydı. Alnmı ter kaplamıştı. İki fıçının arasından elini uzatıp yokladı. İşte oradaydı. Kalbinin vuruşları düzene girer gibi oldu. Ama hâlâ titriyor, dizleri kesiliyordu. Bir tehlikeden kıl payı kurtulmaktan gelen duyguydu bu.

Erkekler tuvaleti berbat durumdaydı. Akşamın daha erken saatleri olsa Jack rahatlıkla kusardı ama, yavaş yavaş kokuya alışmaya başlamıştı... en kötüsü de buydu zaten. Sıcak suyu kovaya doldurdu, tuvalete döktü, sonra paspasını yerdeki inanılmaz pisliklerin üzerinden geçirmeye başladı. Zihni son iki günü yeni baştan tarıyordu. Tuzağa kısılmış bir hayvan, yakalanan bacağına nasıl kaygılanırsa, o da öyle kaygılanıyordu o geçen günlere.


3

Jack ilk defa olarak Oatley barına girdiğinde içerisi karanlık ve salaşpur bir yerdi. Plak makinesi, oyun makineleri hep prizden çekilmişti. Bir tek ışık vardı, o da bann üzerindeki ışıktı. Bir elektronik saat göze çarpıyordu duvarda. İki dağ arasmda gibiydi. Garip bir UFO'ydu sanki.

Jack biraz gülümseyerek bara yaklaşmıştı. O sırada arkasından busesin, "Burası bir bar," dediğini duydu. "Reşit olmayana göre yer değil. Sen aptal falan mısın? Defol buradan."

Jack yerinden sıçramıştı. Parmakları cebindeki madem paraya dokunuyor, daha önce çalıştığı yerdeki gibi bir iş umuyordu. Şuradaki tubereler-den birine oturacak, bir şey ısmarlayacak, sonra da iş isteyecekti aklınca. Elbette ki bu yaşta bir çocuğu işe almak yasaya aykırıydı... özellikle de velisi veya vasisi tarafından imzalanmış bir çalışma izni olmadığı sürece. Bunun anlamı açıktı. Jack'i asgari ücretten daha az bir paraya çalıştırmak mümkündü. Hem de çok daha azma. Pazarlık başlayacaktı az sonra. Genellikle iki numaralı hikâyeyle başlardı pazarlık... Hain üvey baba hikayesiyle.

Olduğu yerde döndü, arkadaki loca gibi kısımlardan birinde tek başında oturan adamı gördü. Adam Jack'e dodurucu, nefret dolu bir ba-

kışla bakıyordu. İnce bir adamdı ama, bedeninin yanlarında olsun, boynunda olsun, ip gibi ince kasları pek güçlüydü. Beyaz, bol, aşçı pantolonu, basma da aşçı külahı giymişti. Başı daracık, sansar gibiydi. Saçlarını kısa kesmişti. Şakakları ağarmaya başlıyordu. Ellerinde bir yığın fatura, bir de hesap makinesi vardı.

"Çırak Aranryor" ilânınızı gördüm," dedi Jack. Ama pek fazla umudu kalmamıştı. Bu adam onu işe almazdı. Jack de onun yanında çalışmak istediğinden pek emin değildi zaten. Hain, zalim birine benziyordu adam.

"Gördün demek, öyle mi?" dedi locadaki adam. "Deme kokulu kırmadığın günlerde her nasılsa okumasını öğrenmişsin.

"Bar olduğunu bilmiyordum," dedi Jack. Elinde olmadan kaprya doğru bir adım geriledi. Kirli camlardan içeriye giren bir ışık yere ölü gibi serildi, bu bara başka bir boyutu varmış gibi bir hava verdi. "Ben burayı... yani... hem içki, hem ızgara satan bir yer sandım. Gideyim bari."

"Gel buraya." Adamm kahverengi gözleri ona dengeli bakışlarla bakıyordu.

"Yo, ziyam yok," dedi Jack korkulu bir sesle. "Ben artık..."

"Gel buraya. Otur." Adam bir kibrit çakıp purosunu yaktı. Kâğıttan aşçı külahına konmuş bir sinek havalanıp karanlıklara kanştı. Gözleri Jack'den ayrılmıyordu. "Seni ısıracak değilim," dedi.

Jack yavaşça yaklaştı, locanın karşı tarafına süzüldü, kerevete oturdu, ellerini masanm üzerinde derli toplu biçimde üstüste koydu. Altmış saat sonra, gecenin saat yarınımda, saçlarından terler damlayarak erkekler tuvaletini silerken Jack içinden, yo, o biliyordu, diye düşündü. Tuzağın üstüne kapanmasma yol açan şey Jack'in kendi budalaca güveni olmuştu. Tuzak o gün Smokey Updike'm karşısma oturduğu anda kapanmıştı zaten. Yalnızca Jack farkında değildi bunun. Böyle tuzaklar habersiz kurbanların üzerine çok kolay kapanırdı. Kurban suda boğulacağına, birada boğuluyordu Oatley'de yalnızca. Tek farkı buydu.

Eğer kaçmış olsaydı...

Ama kaçmamıştı. O kahverengi gözlerin soğuk bakışlarım karşılamaya uğraşırken, belki burada bir iş bulurum yine de, diye düşünmüştü. Daha önceki işinde, Golden Spoon lokantasının sahibi Minette Banberry iyi kadındı. Jack'e oldukça iyi davranmıştı. Hattâ giderken onu kucaklamış, öpmüş, yanma üç de koca sandviç vermişti. Ama Jack kanmamış» yine de. Bu tür iyi davranışlar, ne olursa olsun hep kendi kârlarını düşünmesini önleyemezdi insanların. Açgözlülükleri maskeleyemezdi.

New York'da asgari ücret saat başına üç dolar kırk sentti. Golden Spoon'un mutfağında yazılıydı bunun böyle olduğu. Ama aşçı Haiti'liydi. İngilizcesi pek yoktu.'Ülkeye herhalde kaç3;girmişti. Yemekleri çok güzel pişirebiliyor, kızartmaları tam kıvamında çıkarıyordu. Garsonlukta Bayan Banberry'ye yardım eden kız gttzeldi ama, geri zekâlıydı. Özel bir yardım derneği kanalıyla bulmuştu bu işi. Böyle durumlarda asgari ücret geçerli değildi. Aptal kız o peltek diliyle Jack'e saat başına tam bir dolar yirmi beş sent aldığını, bütün bu paralarm kendisinin olduğunu söylemişti.

Jack bir buçuk dolar alıyordu. Pazarlıkla varmıştı bu paraya. O sıra Bayan Banberry'nin bulaşıkçısı kaçmamış olsa, bir sabah kahve molasından dönmemezlik etmemiş olsa, kadının pazarlığa razı olmayacağını, bir dolar yirmi beşten fazlaya çıkmayacağını da bal gibi biliyordu. Camn isterse... başka yere bak, der geçerdi çocuğa.

Yeni edindiği özgüven ona bu karşısındakinin de yeni bir Bayan Banberry olduğunu söylüyordu. Kadın değil, erkekti. Şişman değil, ip gibi sıskaydı, hiç gülümsemiyordu ama, yine de ikinci bir Bayan Banberry'ydi.

"İş arıyorsun, ha?" Beyaz pantolonlu, kâğıt şapkalı adam purosunu üzerinde CAMELS yazılı kül tablasının kenarına bıraktı. Oraya konmuş bir sinek, bacaklarını sıvazlamaktan vazgeçip uçtu gitti.

"Evet efendim. Ama sizin de söylediğiniz gibi burası bir bar ve..."

Tedirginlik duygusu tekrar belirmişti içinde. O kahverengi gözler, o san göz aklan rahatsız ediyordu onu. Ava çıkmış bir kedinin gözleriydi bunlar. Jack gibi çoook fare görmüş gözlerdi.

"Evet, burası benim," demişti adam. "Adım Smokey Updike." Elini uzatmıştı. Jack şaşırarak adamın elini sıktı. Adam çocuğun elini bir tek kere, acıtacak kadar sıkmakla yetindi, sonra gevşek tuttu... ama büsbütün bırakmadı. "Evet?" diye sordu.

"Hu?" dedi Jack. Aptal gibi göründüğünün de, çok korktuğunun da farkındaydı. Sesi de öyle çıkmıştı. Updike'ın elini bırakmasını istiyordu.

"Anan baban sana kendini tanıtmayı hiç öğretmedi mi?"

Bu öyle beklenmedik bir sözdü ki, Jack neredeyse Golden Spoon'da kullandığı isim yerine asıl adım kaçıracaktı ağzından. O ismi artık yavaş yavaş "yolculuk ismi" olarak kabullenmeye başlıyordu. Lewis Farren'di Jack'in kullandığı ad.

"Jack Saw... Ill Sawtelle," dedi.

Updike çocuğun elini biraz daha tuttu, kahverengi gözleri hiç kıpırdamadı. Sonra eli bıraktı. "Jack Saw-III-Sawtelle demek," dedi. "Herhalde telefon rehberindeki en uzun isim seninki olmalı, ha?"

Jack biraz kızardı ama bir şey söylemedi.

"Pek büyük sayılmazsın," dedi Updike. "Kırk kiloluk bira fıçısını tekerlekli arabaya yükleyebilir misin dersin?"

"Sanırım," dedi Jack. Bunu yapıp yapamayacağını hiç bilmiyordu aslında. Ama sorun olacağını sanmıyordu. Böyle ölgün bir yerde fıçılar pek seyrek değiştirilmek zorundaydı.

Updike onun zihnini okuyormuş gibi konuştu. "Evet, şu anda burası boş. Ama saat beşten sonra epey dolar. Hafta sonlarındaysa iyice dolar. İşte paranı o zaman hak edeceksin, Jack."

"Bilemiyorum," dedi Jack. "Kaç paralık iş bu?"

"Saatte bir dolar," dedi Updike. "Keşke daha fazla verebilseydim, ama..." Omuzlarını kaldırdı, eliyle masadaki faturaları tıpışladı. Hattâ biraz gülümsedi bile. Sanki çocuğa, anlarsın evlât, diyordu. Oatley'de her şey berbat durumda. 1971'den beri fakirleşiyoruz. Ama gözleri hiç gülüm-semedi. O hareketsiz, kedi gibi bakışlarla Jack'e bakıp duruyordu.

"Fazla bir para sayılmaz." dedi Jack. Yavaş konuşuyordu ama, elinden geldiği kadar hızlı düşünmeye çalışmaktaydı.

Oatley ban bir mezardı. Televizyon seyredip içkisini yudumlayan bir tek müşteri bile yoktu. Besbelli Oatley'de herkes içkisini arabasında içiyor, oraya 'klüp' diyordu. Çok çalışmak gereken bir yerde bir buçuk dolar bile az olabilirdi ama, burada belki bir dolar iyi paraydı.

"Hayır, değil," diye kabullendi Updike. Tekrar hesap makinesine döndü. "Hayır, fazla para değil." Sesinden, ister kabul et, ister reddet dediği belli oluyordu. Pazarlık payı yoktu.

"Belki de uygundur," dedi Jack.

"Eh, iyi o halde. Ama bir konuyu daha kesinleştirmemiz gerek. Sen kimden kaçıyorsun? Kim var peşinde senin?" Kahverengi gözler yine Jack'e dikilmişti. Derin derin bakıyordu. "Peşinde biri varsa, gelip hayatımı zorlaştırmasını istemem."

Bu söz Jack'in özgüvenini pek sarsmadı. Belki dünyanın en zeki çocuğu sayılmazdı ama, işverenlere anlatabileceği ikinci bir paravan hikâyeyi kararlaştırmadan bu yolculuğu sürdüremeyeceğini bilecek kadar aklı vardı. İki numaralı hikâyeydi bu. Hain üveybaba hikâyesi.

"Ben Vermont eyaletinin küçük bir kasabasmdanım." dedi, "Fender-ville'den. Annemle babam iki yıl önce boşandılar. Babam velayetimi almak istedi ama yargıç beni anneme verdi. Genellikle öyle yapıyorlar."

"Hem de nasjJ!" Adam tekrar faturalarına eğilmiş, hesap makinesini eline almıştı. Ama Jack onun yine de dikkatle dinlemekte olduğuna karar verdi.

"Sonra babam Chicago'ya gitti, bir fabrikada iş buldu," diye devam etti Jack. "Bana hemen hemen her hafta mektup yazar. Ama geçen yıldan beri görmeye gelmiyor. Geçen yıl Aubrey onu bir iyi dövdüydü. Aubrey benim..."

"Üvey baban mı?" deyiverdi Smokey. Jack'in gözleri bir an için kısıldı, ilk güvensizliği, kuşkulan geri döndü. Updike'm sesinde anlayış yoktu. Hemen hemen alay ediyordu bu adam Jack'le. Sanki anlatılanların uydurma olduğunu biliyordu.

"Öyle," dedi. "Annem onunla bir buçuk yıl önce evlendi. Aubrey beni çok dövüyor."

"Hazin. Jack. Çok hazin." Bu sefer Updike gözlerini kaldırdı. Bakışlarında inanmaz bir alaycılık vardı. "Demek sen de babana gidiyorsun. İkiniz mutlu mutlu yaşayacaksınız."

"Eh, umanm öyle olur." Jack'e birden ilham geliverdi. 'Tek bildiğim, asıl babamın beni hiçbir zaman boynumdan dolaba asmadığı." Tişörtünün yakasını aşağıya çekti, oradaki izi gösterdi, solmaya başlamıştı artık iz. Golden Spoon'dayken rengi daha canlı, hemen hemen mordu. Orada kimseye göstermesine gerek olmamıştı. İz tabii Diyar'da boğazına sanlan kökün bıraktığı izdi.

Smokey Updike'm gözlerinin şaşkınlıkla iri iri açıldığını görme zevkine ulaştı. Hemen hemen şoka kapılmıştı adam. Öne doğru edildi, elindeki sanlı pembeli faturalardan birazı dağıldı. "Ulu Tanrım!" diye mınldandı. "Üvey baban mı yaptı bunu?"

"O zaman ben de evden aynlmaya karar verdim."

"Buralara gelir mi? Giderken aşırdığın arabayı, motosikleti veya cüzdanı bulmaya gelir mi?"

Jack başını iki yana salladı.

Smokey bir an daha baktı Jack'e. Sonra hesap makinesinin söndürme düğmesine bastı. "Benimle depo odasına gel, evlât," dedi.

"Neden?"


"Fıçılan gerçekten kaldırabilir misin, görmek istiyorum. Ben istediğimde fıçıyı getirebilirsen, işe aldım gitti seni.".
4

Jack alüminyum fıçılan kaldırıp tekerlekli arabaya yükleyebileceğini kanıtladı. Hattâ adamı, bu işi kolaylıkla yapabildiğine bile inandırdı. Fıçıyı düşürüp burnuna yumruk yemesi ertesi günün olayı olacaktı.

"Eh, fena değil," dedi Updike. "Gerçi yaşın uygun değil, bunu yaparken belki bir yerini burkarsın ama, o da senin sorunun."

Jack'e işe öğleyin başlayıp gecenin birine kadar çalışabileceğini söyledi. "Dayanabildiğin sürece," diye de ekledi. Parayı her akşam kapanış saatinde ödeyecekti. Nakit olarak.

Tekrar ön tarafa geçtiler, Lori'yi gördüler. Lacivert basketbol şortu giymişti. Şort öyle kısaydı ki, altından naylon külotu görünüyordu. Kolsuz bir bluzu vardı sırtında. İnce telli san saçlannı plastik bir tokayla arkasında tutturmuştu. Bir Pall Mall sigarası içiyordu. Sigaranın ağız kısmı ıslak ve ruj lekeliydi. İki memesi arasında iri bir haç sallanıyordu.

"Bu Jack," dedi Smokey. "Çırak aranıyor ilâmnı vitrinden al."

Lori, Jack'e, "Kaç evlât," dedi. "Henüz vaktin var."

"Kes sesini."

"Sustur öyleyse."

Updike kadının poposuna bir tokat attı. Sevgi tokadı değildi bu. Kadın sendeledi, bann kenanna tutundu. Jack gözlerini kırpıştınrken Osmond'un kırbacının çıkardığı sesi hatırladı.

"Koca herif," dedi Lori. Gözlerine yaşlar doluyordu. Ama memnun bir bakış da yok değildi o gözlerde. İşler yolundaydı galiba bu kadına göre.

Jack'in ilk tedirginliği daha belirginleşmişti. Daha da keskinleşmişti elbette. Hemen hemen bir korkuya dönüşmekteydi.

"Bizim durumumuza boşver, evlât," dedi Lori çocuğun yanından geçerken. "Sana böyle yapmaz."

"Adı Jack... evlât değil," diye atıldı Smokey. Yine deminki locaya gidip oturmuştu. Faturalanm topluyordu. "Çocuğu iki hamburger pişir sen. Saat dörtte çalışmaya başlayacak."

Lori vitrindeki yazıyı çıkardı, plak makinesinin arkasına koydu. Bu işi defalarca yapmış gibi bir hali vardı. Jack'in yanından geçerken ona göz kırp»-

Telefon çalmaya başladı.

Üçü birderf telefona baktılar. Apansız, pek tiz bir sesle çalıyordu. Jack'in gözüne, duvara yapışmış kara bir sülük gibi görünüyordu. Garip bir andı bu. Hemen hemerr zamansız bir andı. Lori'nin ne kadar solgun olduğunu farketti. Yanaklarındaki tek renk, soluk ergenlik izleriydi. Sonra Smokey Updike'ın yüzündeki zalim ifadeyi de gördü. Uzun parmaklı ellerinde damarlan çıkık çıkıktı. Telefonun üzerindeki yazıda, LÜTFEN ÜÇ DAKİKADAN FAZLA KONUŞMAYIN denmekteydi.

Telefon o sessizliğin içinde uzun uzun çaldı.

Jack birden büyük bir korkuya kapılarak, Beni anyortar, diye düşündü. Uzaktan anyortar! Çoook uzaktan!

Updike, "Cevap versene şuna, Lori," dedi. "Aptal mısın nesin?"

Lori telefona ilerledi.

Titreyen, zayıf bir sesle, "Oatley ban," dediği duyuldu, sonra dinledi. "Alo? Alo? ...öff, kesin be!"

Telefonu çarparak kapattı.

"Kimse yok. Çocuklar yapıyor. Bazen de saçma sorular soruyorlar. Hamburgerlerini nasıl seversin, çocuk?"

"Jack!" diye kükredi Updike.

"Jack, tamam, tamam, Jack. Hamburgerlerini nasıl istersin, Jack?"

Jack, orta pişmiş sevdiğini söyledi. Üzerinde hardal ve soğanla. Oturup kurtlar gibi yedi, bir bardak da süt içti. Açlığı dinince tedirginliği de azaldı. Çocuklardı arayan. Kadın öyle söylemişti. Ama yine de Jack'in gözleri ikide bir telefona dönüyor, içindeki merak son bulmuyordu.
5

Saat dört oldu, bann boşluğu ve tenhalığı Jack'i kandırmak için özel bir dekor olarak hazırlanıp sonra kaldırılmış gibi gözüktü. Kapı açıldı, işçi tulumu giymiş bir düzine kadar adam içeri girdi. Lori plak makinesini prize taktı, atariyle uzay oyunu da takıldı. Gelen adamlardan birkaçı bağırarak Smoke/i selâmladılar. O incecik gülümsemesiyle karşılık verdi, inci gibi takma dişlerini gösterdi. Çoğu bira ısmarladılar. İki üç tanesi Black Russian istedi. İçlerinden biri (Jack onun Güzel Hava Klübü üyelerinden olduğundan hemen hemen emindi) plak makinesine birkaç bozuk para attı, Mickey Gulley, Eddie Rabbit, Waylon Jennings ve daha birkaç kişinin sesini salona davet etti. Smokey, Jack'e depodan kovayla yer bezini almasını, barın karşısındaki koca dans pistini paspaslamasını söyledi. Cuma akşamını beklemekte olan pist şimdi bomboştu. Yerler silinip kuruduktan sonra bir de cilâlanmasım istiyordu Smokey. "Kendi suratın yerden sana sırıttığında anlarsın ki olmuş," dedi.


6

Böylelikle Jack'in Updike harındaki hizmeti başlamış oldu.

Saat dörtte beşte oldukça dolar burası.

Eh, Smokey'nin kendisine yalan söylediğini iddia edemezdi.

Jack yemeğini bitirip ücretini hak etmeğe hazırlandığında bar bomboştu. Ama saat altı olduğunda belki elli kişi vardı içerde. Garson kız Gloria işbaşı yaptığı zaman müşteriler onu çığlıklarla, alkışlarla karşıladılar. Gloria, Lori'nin yardımına koştu, birkaç sürahi şarap, bol bol Black Russian, sonu gelmez sayıda biralar dağıttı.

Fıçıların yanı sıra Jack durmadan kasa kasa bira şişesi de taşıyordu bara. Budweiser'di biralar tabii. Birkaç yöresel marka da vardı. Jack'in elleri su toplamaya, sırtı ağrımaya başlamıştı.

Kasalan ve fıçılan almak için depo odasına gidip gelirken (bana bir fıçı çek, Jack, sözü şimdiden bir kâbus olmuştu çocuğa) arada paspası alıp dans pistine de gidiyordu. Bir elinde cila şişesi vardı. Bir keresinde boş bir bira şişesi başımn yanından vınlayıp geçti, onu birkaç santimle ıskaladı. Jack hemen başım eğdi. Kalbi çarpıyordu. Smokey sarhoş müşteriyi kapı dışan ederken takma dişleri timsah dişi gibi pırıl pırıldı. Pencereden bakan Jack, sarhoşun sendeleyip parkmetrenin direğine çarptığını gördü.

Smokey bardan sabırsız bir sesle seslendi. "Boşver, Jack! Sana çarpmadı ki! Sen pisliği temizle."

Smokey bir saat kadar sonra onu erkekler tuvaletine yolladı. Orta yaşlı, saçlarını Joe Pyne tipi kestirmiş bir adam pisuarlardan birinin önünde, tek elini duvara dayamış, ötekiyle organını tutmuş duruyordu. Yerde, çizmelerinin arasında bir kusmuk gölü oluşmuştu.

Adam kapıya doğru gerilerken, 'Temizle şunu, çocuk," dedi. Jack'in omzuna onu yere yıkabilecek güçte bir tokat patlattı. "İnsan şu ya da bu şekilde yer açmalı midesinde, değil mi?"

Jack kapı kapanıncaya kadar kendini tutmayı başardı, sonra kontrolünü kaybetti, midesi ağzına geldi.

Tek kenefin başına zor ulaştı, bağını eğdiğinde, orada son müşteriden kalma dışkının kokular çıkara çıkara yüzdüğünü gördü. Jack yediği yemeğin tamamını kustu, -bir iki kısa soluk aldı, sonra tekrar kustu. Titreyen elini sifona uzatıp çekti. Duvarların gerisinden Waylon'la Willie'nin Teksas sarkılan geliyordu.

Birden annesinin yüzü belirdi gözünün önünde. Filmlerinde olduğundan çok daha güzeldi. Gözleri iri ve kara, biraz da hüzünlüydü. Alhamb-ra'daki odada yalnızdı annesi. Yanıbaşındaki tablada, çoktan unutmuş olduğu sigarası tütüyordu. Ağlıyordu da, Jack için ağlıyordu. Jack'in yüreği öyle sızladı ki, o anda annesine duyduğu sevgi ve özlemden ölebilirdi. Özlediği dünyada olaylı tüneller yoktu. Tokatlanmayı bekleyen kadınlar yoktu. Bir yandan işerken bir yandan kendi ayaklannm dibine kusan adamlar yoktu. Annesinin yanında olmak istiyordu Jack, Speedy Parker'-den kendisini batıya yolladığı için nefret ediyordu.

Özgüveninden geriye kalan yok olmuştu o anda. Tümüyle ve ebediyen yok olmuştu. Bilinçli düşüncelerini, çocuksu bir çığlık bastınyordu: Annemi istiyorum, ne olur, Tanrım ANNEMİ istiyorum...

Dizleri su kesilerek, titrek adımlarla tuvaletin başından uzaklaşırken kendi kendine, tamam bu iş sonuna geldi artık Allah belânı versin Speedy bu çocuk evine dönüyor, diye düşünüyordu. Annesi ölüyor olsa bile, gözünde değildi o anda. O acı dolu an içinde, herhangi bir etoburun yiyebileceği herhangi bir hayvan gibiydi. O anda annesi ona sarılıp öpse, vücudunu saran kanserden ölmesini rahatlıkla kabul ederdi.

Başını duvara dayadı, yavaş yavaş kontrolünü yeni baştan kazandı. Bilinçli bir süreç değildi kazanması. Yalnızca zihnin basit bir sıkışması gibiydi. Phil Sawyer'a ve Lily Cavanaugh'ya göre bir şeydi. Bir hatâ yapmıştı. Büyük bir hatâ. Ama geri dönmeyecekti. Diyar gerçek bir yerdi. Tılsım da gerçek olabilirdi. Kendi korkaklığı yüzünden annesini öldürmeye-cekti.

Kovayı sıcak suyla doldurdu, pisliği temizledi. Oradan çıktığında saat on buçuk olmuş, kalabalık dağılmaya başlamıştı. Çalışanların yeriydi Oatley kasabası. Hafta içi gecelerde içkiciler de evlerine erken dönüyorlardı.

Lori, "Hamur gibi sararmışsın, Jack," dedi. "Bir şeyin yok ya?"

"Bir gazoz içsem olur mu dersin?"

Lori bir şişe gazoz getirdi, Jack dans pistini paspaslarken içti. On ikiye çeyrek kala Smokey ona tekrar depo odasına gidip bir fıçı getirmesini söyledi. Jack fıçıyı zar zor getirebildi. Bire çeyrek kala Smokey kalabalığa bir an önce içkilerini bitirip gitmeleri için haykırmaya başladı. Lori plak makinesini fişten çekti, Dick Curless sesi uzayıp iniltiye dönüşerek öldü, birkaç kişi isteksizce itiraz etti. Gloria atariyle uzay oyununun fişlerini çekti, pembe kazağım sırtına geçirdi, çıkıp gitti. Smokey ışıklan söndürüp son kalan birkaç müşteriye kapıdan defetti.

"Pekâlâ, Jack," dedi onlar gidince. "İyi iş çıkardın. Daha ilerleme payın var ama, başlangıç olarak iyi sayılır. Depo odasında yatabilirsin."

Jack, Smokey'nin zaten teklif etmediği gündeliğini istemek yerine, hemen depo odasına seyirtti. Öyle bitkindi ki, demin dükkândan zorla çıkarılan o sarhoşların küçük bir kopyasına benziyordu.

Depo odasında Lori'yi bir köşede çömelip oturmuş buldu. Çömeliş biçimi zaten kısa olan şortunu tehlikeli sayılabilecek kadar yukarı sıvamıştı. Jack bir an için onun kendi sırt çantasını araştırmakta olduğunu düşünüp tutuk bir korkuya kapıldı. Az sonra, elma çuvalının üzerine iki battaniye sermeye uğraştığım anladı. Bir yüzünde NEW YORK DÜNYA FUARI yazılı bir de saten yastık koymuştu battaniyelerin üzerine Lori.

"Sana bir yuva hazırlayayım dedim, evlât," dedi Jack'e.

"Sağol." Aslında basit bir jestti ama Jack gözlerine yaşlar dolduğunu hissetti. Kendini zor tutup gülümsedi. "Çok teşekkürler, Lori."

"Dert değil. Burada işin kötü olmaz, Jack. Smokey o kadar da fena biri değildir. Bir kere tamsan, sandığının yansı kadar bile kötü olmadığım anlayacaksın." Bunu kendini inandırmak istemiş gibi söylüyordu.

"Belki haklısın," dedi Jack. Sonra içinden gelerek ekledi. "Ama ben yann gidiyorum. Oatley bana göre bir yer değil galiba."

"Belki gidersin, Jack... belki de bir süre kalmaya karar verirsin. Önce bir uyu hele." Bu sözlerde zorlamalı, doğal olmayan bir şey vardı. Az önce gülümseyip, sana yuva hazırlıyorum, derkenki içtenlikten eser yoktu. Jack bunu farketti ama, başka bir şey yapamayacak kadar yorgundu.

"Bakarız," dedi.

"Elbette bakarız." Lori kapıya yöneldi, kirli avucuyla ona bir öpücük yolladı. "İyi geceler, Jack."

"iyi geceler."

Gömleğini çıkarmaya çalışırken vazgeçti, bıraktı. Yalnızca lastik ayak-kabılannı çıkarjp öylece yatmaya karar verdi. Depo odası soğuk ve ürperticiydi. Elma çuvallarının üzerine oturdu, tam başını NEW YORK hatırası yastığa koyacağı sırada içerden bardaki telefonun acı acı çalmaya başladığı duyuldu. Beynine iğne gibi saplanıyordu zil sesi. Ona kıpırdayan gri kökleri, kırbaçlan, iki başlı taylan düşündürüyordu.

Zırr, zırr, zırr diye sessizliğe işliyordu zil.

Zırr, zırr, zırr. Çocuklann arayıp gırgır geçme saati çoktan gerilerde kalmıştı. Yatmıştı artık çocuklar. Zırr, zırr, zırr. Alo Jacky ben Morgan seni ormanlarımda hissettim kurnaz itoğlu. KOKUNU ALDIM ormanlarımda senin. Kendi dünyanda güvende olduğunu nasıl sanabiliyorsun? Benim ormanlarım oraya da sokulmuş durumda. Son sansın, Jacky. Ya eve dönersin, ya da peşinden asker yollarız. Kurtulamazsın. Asla kur...

Jack ayağa kalktı, çoraplanyla odanın kapısına doğru koştu. Tüm vücudunu bir ürperti kaplamıştı.

Kapıyı birazcık araladı.

Zırr, zırr, zırr.

Sonunda bir ses duyuldu. "Alo. Oatley Ban. Bu saatte bari önemli olsun sebebi." Smokey'nin sesiydi bu. Bir duraklama oldu. "Alo?" Yine sessizlik. "Cehennemin dibine git!" Smokey telefonu çarparak kapattı, Jack onun yürüyüp merdivenlerden üst kata, Lori'yle paylaştığı odaya çıktığını duydu.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə