kut Kitabı adı altında bu yoldan meydana getirmiş olma
lıdır.
3) Destan geleneği sürüp giderken, Dede Korkut Ki
tabı gibi bir rastlantı olarak değil de, yerli yabancı bilim
araştırıcılarının, ya da halk kültürüne, halk sanatına me
raklı aydınların bilinçli çabası ile,
gerçek destancıların
dilinden destansı anlatmaların yazıya geçirilmesi sonucu
derlenen metinler yığını; bunlara örnekleri Türk aslından
Altaylı kavimlerin yaradılış, tanrılar, tanrımsı ya da şey
tansı kişiler, yaratıklar v.b. gibi «mythologie» konularını
içine alan küçükçe destansı anlatmalar ile, Kırgızlar ve
Kazaklar gibi göçebe toplumların uzun soluklu destanları
verir. Kırgızlar kendileri XIX. yüzyılda «Manas destan çem
b e rin in çeşitli bölümlerini anlatan manasçılarını dinle
mekle yetinirlerdi; onların yazıya geçeceğini düşünmez
lerdi. Şimdi onların Bilim Akademilerinin arşivlerinde dün
yanın en zengin destan metni birikmiştir.
Bu yoldan yazıya geçmiş destanlar, yazılı destan de
ğil, düpedüz «sözlü halk destanları» gereçleridir.
4) Bir ulus içinde oluşmuş destanların canlı olarak
yaşadığı çağ geçtikten sonra onların kırıntılarını bir ara
ya getirip, anlatmaları birbiri ile tamamladıktan ve dü
zene koyduktan sonra, elde olanlara göre kestirilen eski
bütünü yeniden kurma yolu ile meydana getirilen destan
örneğini Finlerin Kalevala'larında
buluruz.
Bu işi XIX.
yüzyılda, Finlerin millî bilinçlerinin uyandığı bir dönem
de bir aydın ve bilgin, Lönnrot, başarmıştır. Kalevala’nın
Dede Korkut Kitabı’ndan farkı gereçleri gerçek destan
metni olmakla beraber, düzenlemeyi ele alanı-n bir «des
tancı» değil de bilinçli bir aydın - yazar oluşu, Manas’-
tan farkı da onun sadece «derleme» olarak bırakılmamış
olmasıdır.
42
Soru 1 7 : G enel olarak Türk aslından kavim le-
rin destanları ile Anadolu'yu y u rt
edinm iş Türklerin Anadolu - öncesi
destanlarını niçin v e nasıl a y ir d ed iyo
ruz?
«Türk destanları» deyimini 1) Türklerin Anadolu’ya,
bugünkü yurtlarına yerleşmeden önceki çağlardaki des
tanları ile, 2) Türkiye topraklarında oturan türkçe konu
şan halkın XVI. yüzyıldan önceki dönemdeki destansı ya
ratmalarına sınırlandıracağız. XVI. yüzyıldan sonra âşık
edebiyatında destan geleneğini sürdüren tür üzerinde aşa
ğıda «hikâye» bölümünde ayrıca durulacaktır.
XI.
- XIII. yüzyıllarda, önce Selçuklu, daha sonra da
Osmanlı devletlerinin kuruluşlariyle Türklerin yeni yurtla
rı dışında kalmış türk aslından uluslar artık ayrı bir tarihî
kadere bağlanıp ya bağımsız devletler kurmuş, ya da baş
ka devletlerin topraktan içinde azınlıklar halinde kalmış
lardır. Onlarla Anadolu - Rumeli (Batı) Türklerinin kültür
ilişkilerinin incelenmesi elbette yararlı ve gerekli bir iştir;
ama bu daha geniş planlı, karşılaştırmalı araştırmalarla
konusu olur; bizim burada tasarladığımız «Türk halkbilimi»
incelemesinin çerçevesini aşar. Bunun için, öteki konu
larda olduğu gibi, türk destanları sorununda da yukarda
belirlediğimiz sınır içinde kalacağız ve ancak gerektiğince
bu çerçeve dışında kalan «türk asıllı» ulusların destanla
rına değineceğiz.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinden önceki dönem
de yarattıkları, ve halk destanlarının niteliklerini taşıyan
ürünlerden yukarıda (soru 16) belirttiğimiz yollarla yazıya
geçip bize kadar ulaşmış metinler yoktur. Çeşitli yabancı
(çinli, arap, iranlı) ya da türk (Kaşgarlı Mahmûd, Abul -
Gazî Bahadır, v.b.) yazarların eserlerinde Türklerin mito
lojilerine ve yazılı tarih-öncesi geçmişlerine değgin, men-
43
kabe ve efsane niteliğinde bilgiler verilir; bunlardan bir
bölüğünün, o kaynakların yazıldığı çağlarda, ya da daha
önceleri, halk içinde oluşmuş «destan» türünde ürünler
den alınmış olması mümkündür: Türklerin, bir Boz-Kurt
soyundan nasıl türemiş olduklarını, düşmanlarından ka
çıp sığındıkları dağların içinden, bir Demirci’nin yardımı ve
gene bir Boz-Kurt’un kılavuzluğu ile nasıl' kurtulduklarını;
Uygurların eski yurtlarından
hangi nedenlerle ve nasıl
göç ettiklerini v.b. anlatan hikâyeler, belki eski türk des
tanlarından arta kalmış anılardır; bunların o eski çağlarda
destan türünün gerektirdiği biçim ve üslûba bürünmüş,
destan geleneğine uygun olarak anlatılıp anlatılmadığını
kesinlikle bilmiyoruz.
Türkiye topraklarında oturan Türklerin büyük çoğun
luğunun ataları olan Oğuzların, bugünkü yurtlarına göç
meden, Orta-Asya’nın çeşitli bölgelerinde (Moğolistan’da.
Altaylarda, Sırderya’nın kuzey bozkırlarında) başka türk
boylariyle kimi barış, kimi de savaş halinde komşuluk iliş
kileri vardı; zaman zaman, boylardan birinin yönetiminde
toplanıp göçebe-hanlık düzeninde devletlerin kurulduğu
da oluyordu. Bu boyların soyundan, gelenekleri ve dille
ri ile türk kalmış uluslar bugün de o ülkelerde yaşamak
tadırlar. İşte bu ulusların (Altaylıların, Kırgızlıların, Kazak
ların, Karakalpakların, Türkmenlerin) sözlü geleneklerin
den, yakın bir dönemde (XIX. yüzyılın ortalarından baş
layarak günümüze kadar) derlenmiş destansı halk edebi
yatı ürünlerinin bizim atalarımızın destan geleneği ile or
tak olduklarını kabul edebiliriz. Bu yolda bir düşünceye
destek olacak değerde bir tanık, destan kişisi Korkut Ata’-
nın Kazaklar’la Oğuzlar’ca ortak benimsenmiş olmasıdır.
Böyle olunca, yukarıda saydığımız türk asıllı ulusların des
tan yaratmalarında, Anadolu Türklerinin eski destanla
rından izleri aramak yersiz olmaz.
Altaylar’da yaşayan
kavimler özellikle «cosmogonique» ve «mythigue» konulu
44
Dostları ilə paylaş: |