bile birbirinden güçlükle ayırd ederiz; belki adları ve güç
lerindeki derecelenme
ile
destancı onlarm
aralarında
yapmacık bir fark yaratmıştır; inceden inceye kişiliği be
lirleyen seciye ve davranış farkları, sınıf ve toplum-ici or
tam şartlarının sağladığı ayrı düşünüş ve görüşler bu in
sanlar arasında belirmez. Destanın kahramantarı soylu
kişilerdir; destancı soylular sınıfının ideal tiplerini çizmek,
toplumu yöneten ve onun adına iş gören, savaşan bu ki
şilerin şanını yüceltmek amacını güder. Bu bakıma des
tan türünün örnek ürünleri, toplumların, göçebe ya da
yerleşik, «feodal» (beylik, hanlık) düzeni içinde yaşadık
ları çağlarda meydana gelir. Toplum yeni, başka bir dü
zene dönüşürken, destan da yeni, başka türlere yerini bı
rakmak üzere yozlaşacaktır.
Destanın konuları, ona başka bir nitelik daha kazan
dırır; inanışlarının ve geçmişe değgin bilgilerinin kaynak
ları olduğu için,
toplum destanlarda
anlatılan şeyleri
«gerçekten olmuş» sayar. İlyada, destancıların oradaki
olayları sözlü olarak anlattıkları çağlarda, dinleyicilerce
Akhalıların ve Troyalıların tarihleri değerinde idi. Kırgız-
lar, Manas’ta kendi tarihlerini dinlerlerdi.
Ama, yeni çağlara erişilince, destancıların da, dinle
yicilerin de bu tutumları değişiyor; Manas destanını an
latmağa girişirken, manasçı şimdi şöyle tanımlıyor des
tanı:
«yarısı yalan, yarısı gerçek
-fr
yârenlerin hâtırı
için
ic
çene çalıp söyleriz * Kaplan Manas'ın şanı için...
i t
Çoğu yalan,
çoğu gerçek
ir
cemaatın hatırı için
ir
gümbürletip söyleriz
ir
boz yeleli erin şanı için
ir
Yanın
da bulunmuş kişi yok
ir
Yalan ile işi yok...... » Bu sözler,
çağdaş destancının, eski kesin inanışını yitirdiğine ta-
’ iktır; bununla beraber, gene de destanın tüm «yalan»
olmadığı, yalanla katışmış olsa bile, onda birçok gerçek
lerin yer ettiği üzerinde ısrarla durmaktan da geri kalmı
yor. Muhammed Hanefi Cengi’nin, hazırladığı yeni bir ba
39
sımına eklediği son sözünde okuyuculara, oradaki «ta
biat dışı» olaylara inanmanın bugün için yersiz olacağını
anlatarak, onları uyarmak isteyen İstanbullu yazarın şu
sözleri, Kırgız destancınınkileri hatırlatır:
«İşbu kıssa burada oldu tamam
Ana etti Vasfi Mahir ihtimam.
İki sözü var sana, ey okuyan...
Bu misaldir bunu yazan bir kişi
Kim roman okutmadır halka işi,
O da bilir bunu inkâr edemez,
Bir çocuk binlerce insan kesemez...»
Anlatının destan niteliğini bir de üslûp-söyleyiş özel
liği sağlar. Destanların sözlü gelenekte oluşup geliştiği,
sözlü anlatı yolundan yayıldığı düşünülünce destancının
bellek yükünü hafifletecek, ona olayların sırasını bozma
dan, şaşırmadan anlatma kolaylığını sağlayacak araçla
rın bulunması gerekir. Onun dağarcığında hazır benzet
me, övme, tamamlama, öğütleme v.b. kalıpları, baş ve iç
uyaklarla çağrışıma yarayan söz birlikleri bulunur. Bun
lar sayesinde destancı, hem anlatısını süslemek, hem de
boşlukları doldurmak olanağını bulur. Anlatı yapısı da ge
ne destancının bellek çabasını hafifletmeye çok yarayan,
bakışık söz kuruluşları
biçimindedir.
Destanların sözlü
«irticâl» geleneğindeki bu nitelikler, yazılı destanlarda da
— ünlü yazarların yaratmaları olanlarda bile— süre git
miştir.
Öte yandan da, destancı sadece uzun süren çıraklık
yıllarında bellediğini olduğu gibi tekrarlamakla yetinen,
bir papağan, doldurulmuş bir plak değildir; hele sanatçı
kişiliği olan destancı, çevresinden, günlük olaylardan, din
leyicilerini ilgilendiren türlü sorunlardan
esinlenmesini
biten, destanda işlenmiş ana-tema ile, onu çerçeveleyen,
geliştiren yan konular,
süs-motifler, yapmacık-eğlendi-
rici ekler ve şişirmelere kadar ayrıntılariyle, gelenekten
40
gelen içeriğe olsun, üslûp ve anlatım tekniğine olsun, ken
dinden bir şeyler katabilendir. Destan, bu türlü destancı
ların elinde ve dilinde gelişir.
Bu çapta ustalar kalmaz
olunca, yani toplum için destan artık «yaşayan bir gele
nek» olmaktan
çıkınca da
yozlaşma
başlar.
Soru 1 6 : Y a zılı destanların ayırd edici n itelik -
leri nelerdir?
Halkedebiyatı konusu olarak bizi asıl ilgilendiren söz
lü destanlardır. Yazılı destanlar, özel anlamı ile edebiyat
yapıtlarıdır ve onları edebiyat tarihi inceler.
Destanlar, ulusların yazılı kültürleri olmadığı sürece
sözlü gelenekte oîuşur ve gelişir; yazı, kültür aracı ola
rak bütün bir ulusun yararlanacağı ölçüde yayılmadığı,
bir azınlığın imtiyazı olarak kaldığı bir süre daha sözlü ge
lenekte yaşayan tü r olarak sürer; ama, destanları yazıya
geçirme denemeleri de belirir.
Destanın yazıya geçmesi aşamasında şu çeşit yapıtlar
b e lirir:
1) Tarih şartlarının elverişli olduğu bir dönemde, ço
ğu kez ulusun geleceğini tehlikeye düşüren büyük sarsın
tıların, dış düşmanlara direniş isteğinin sonucu olan «mil
lî uyanış»lar sırasında, destan geleneğini iyi bilen güçlü
bir şair yaşayan sözlü destan parçalarını kendi çağının
dili ve üslûbiyle ulusunun destanını kaleme alır. Firdevsi
X. yüzyılda İran destanı Şahnâme’yi böyle yaratmıştır.
2) Bir destancı ozanın sözlü anlatması, değiştirilme
den ya da çok az değişmelerle kendisi tarafından, ya da
bir okur yazarın aracılığı ile yazıya geçmiştir. XV. yüzyıl
da Doğu Anadolu'da, adını bilmediğimiz bir ozan ataları
Oğuzlar üzerine duyduğu destansı hikâyeleri Dede Kor
41
Dostları ilə paylaş: |