kökensel sosyalle ilgili önceki açıklamalar, belki sosyalin
bireysel içinde bozulup nitelik yitirmesinin lehindeymiş
gibi görünmüş olabilir. Merleau-Ponty’nin Phenomenologie
de la perception
’daki kimi pasajları da bunu akla getirebilir.
Gerçekteyse somut sosyolojik ve etnolojik araştırmalara
bağlı olan fenomenoloji, bunlardan hareketle, bireyle top
lum arasındaki geleneksel antinominin aşılmasını hedef
ler. Elbette sosyolojik ve psikolojik bilimlerin kendine-özgü
karakterlerini kaldırmak söz konusu değildir; bu problem
konusunda fenomenoloji Mauss’un tanımlamış olduğu9 ve
iki disiplinin aralarına katı sınırlar çizilmeksizin birlikte
kapsanmasını savunan konuma uyar.
Oysa psikolojide olduğu gibi burada da kuram oluşturma
sürecinin sonuçları bağımsız araştırmalarla aynı yönde git
mektedir. Örneğin Amerikan “kültüralist” okulu, fiilen, ka
tılaşmış ve karşıt birey ve toplum kategorilerini bırakma
noktasına varmaktadır. Kardiner, Cora duBois’nın Alor
adaları kültürü üstüne araştırmalarını basic personality kat
egorisi ışığında ele alıp sürdürdüğünde, hem nedensel ve
indirgeyici düşüncenin tutarsızlıklarına düşmeyen bir yak
laşım yöntemi, hem de psişiğin ve sosyalin üzerine kurul
dukları nötr bir altyapı kuramı taslağı sunar. Bu nötr taban,
fenomenolojik refleksiyon tarafından Mitsem e ve kendi-için/
öteki-için ilişkisine empoze edilen bir “adsız varoluşun” ge
reklerini oldukça iyi karşılar. Kardiner (tekrar ele alacağımız
psikanalitik, hatta psikolojist bir postüla uyannca) küçük
çocuğun kültürel çevresi içindeki tümel deneyimini betimle
9)
Rapport de la psychologie et de la sociologie, Sodologie et amhropobgje,
PUF, 1950.
meye, sonra da bu deneyimle o çevrenin kurumlan arasında
ki korelasyonlan saptamaya çalışır, ve nihayet sonrakilerin,
öncekinin izdüşümleri gibi işledikleri sonucuna vanr.
Alorlu kadınlar üretim işlerini (tarım) üstlenirler; doğu
mundan on dört gün sonra, çocuk genel olarak el altında
kim varsa (yaşça büyüğü, uzak akrabalar, komşular) ona bı
rakılır; çok düzensiz beslenir, açlık çeker ve kamı doyurul-
sa bile bununla anne imajı arasında bağlantı kuramaz; ilk
öğrenme çabaları yönlendirilmez, hatta teşvik bile edilmez;
tersine, çevresindekiler ona güler, alay eder, başarısızlık
larını yüzüne vurur, cesaretini kırarlar; ceza ve ödül sistemi
kaypak, belirsiz ve öngörülemezdir ve her türlü istikrarlı
davranış oluşturmayı imkânsız kılar; cinselliğin denetimi
diye bir şey mevcut değildir. “Temel kişiliğin” karakterleri
kabaca şöyle özetlenebilir: “Emniyetsizlik duygusu, ken
dine güven yokluğu, ötekine karşı ürkek kuşku ve sağlam
duygusal bağlanmaya yeteneksizlik, erkeğin kadın karşı
sında ketlenmesi (inhibition) , ideal yokluğu, bir girişimi so
nuca götürme yeteneksizliği.”10 Bu kişilikle korelasyonlu
olarak, bazı kurumlar bu ailevi engellenmelerden (frustra-
tions)
türemiş görünmektedir: dinsel yaşamın dogma ve
ritüel olarak düşük yoğunlukta olması, üst-ben’in zayıflı
ğıyla açıklanabilir; sıradışı şahıslara, iyilik yapıcı ruhlara
inanç, çocuklukta yaşanan terk edilmişlikten türer; sanat
hatta yapı tekniklerinde inisiyatif yokluğu kişilik zayıflı
10)
Lefort, La methode de Kardiner, CIS, X , s. 118. Her faktörün
negatif karakteri gözden kaçmayacaktır. Burada temel kişiliğin zımni
olarak bizim kültürümüze göre ve onunla karşıtlık içinde tanımlandığı
söylenemez mi? Bu görelik anlama düzeyinde kaçınılmazdır ve anlamanın
imkânının da temelidir.
ğını ifade eder; evliliğin sallantılı ve boşanmaların sık oluşu,
erkeğin kadın karşısındaki endişeli ürkekliği, cinsel ilişkide
inisiyatifin hep kadında oluşu, erkeklerin tekelinde bulu
nan ve onlarda sık sık cinsel ketlenmelere neden olan
“mali” işlemlerin önemi, [bütün bunlar] erkeklerin kadın
lara karşı -kökleri çocuğun tarihinde bulunan- düşmanca
duygularını ve çocuğun büyüme sürecini hem dıştan hem
de içten kuşatan ürkek tedirginlik ve güvensizliği dile geti
rir. Kardiner kendi sonuçlarını bilmeyen psikologlara Alor-
lular üzerinde Rorschach testleri yaptırmıştı: sonuçlar onun
yorumlarıyla aynı yönde çıkmıştır; ayrıca yaşam öyküleri
nin incelenmesi de, çocukken yaşanan deneyimlerle kül
türe entegre olma arasındaki korelasyonu -buna gerek var
sa - daha da doğrulamaktadır.
Bireysel tarih verileriyle kollektif kültür verilerini bir
birlerine bağlamak için birkaç kez korelasyon terimini kul
landık. Anlamı bulanıkça olan bu terimi netleştirmek gere
kiyor. Kardiner, birincil kurumlar-ikincil kurumlar ayrı
mım yaptığında bununla uğraşmaktadır. Birinciller, “te
mel ve kaçınılmaz adaptasyon problemleri çıkaranlardır;
ikincil kurumlarsa birincillerin temel kişilik üzerindeki et
kileri sonucu oluşurlar.” Örneğin, “din” kurumunu ele alır
sak, çocuk konusunda “terkedişçiliğin” hüküm sürdüğü
Alor’da, ego şekillenmemiş kalır ve tanrıların imajlanm oluş
turma becerisi gösteremez; eğitimin esnek ve ihmalci oldu
ğu Markiz adalannda ise, din oluşturma ve uygulama ikincil
konumdadır, her ne kadar dürtüsü annenin kayıtsızlığı olan
kıskançlık, “dev anası”nın büyük rol oynadığı masallara yan
sırsa da... Buna karşılık Tanala’da, sert ataerkil eğitim ve cin
selliğin sıkı kontrolü, kader kavramının son derece zorlayıcı
Dostları ilə paylaş: |