Friedrich nietzsche zerdüŞt böyle söYLÜyordu “İnsanüstünü” (Übermensch) nün Felsefesi



Yüklə 424,77 Kb.
səhifə3/13
tarix06.05.2018
ölçüsü424,77 Kb.
#41524
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13

NİETZSCHE'NİN HAYATI



Friedriche Wilhelm Nietzsche 15 Teşrinievvel (Ekim) 1844 de Leipzig civarında Röckben köyünde bir rahibin oğlu olarak dünyaya geldi.

Annesi Fransiska keza bir rahip ailesine mensuptur.

Nietzsche babasını 1849 da kaybetti. Bunun üzerine annesi çocuklarını alarak Naumburg şehrine yerleşti. Buradan Nietzsche liseye devama başladı.

1864’de Bonn Üniversitesine girdi. Burada sanat tarihi hocası Springer'den ve İsiyanbatçı (sistematik teoloji) Ritschlden iki sömestr ders gördü.

1865’de hocası Ritschl ile beraber Leipzig'e geçti. Leipzing'te Schopenhaver'in eserlerini Schumann'ın mütigini yakından tetkik imkânını buldu.

1867’den 1868’e kadar bir senelik askerliğini topçu kıt'asında yaptı.

1868’de Leipzing'e dönünce Richard Wagner'le tanıştı.

1869’da daha doktorasını vermeden Bazel üniversitesine klasik filoloji profesörü olarak çağırıldı ve bir sene sonra ordinaryüslük unvanını kazandı.

Bu seneler zarfında Richard Wagner'le ve refikası Kozima ile olan tanışma ve görüşmeleri hayatının en büyük hadiseleri idi.

Fakat eserlerinde ki fevkalâdelik kendisine birçok aleyhtarlar meydana getirirdi.

Bir yandan da baş ve mide ağrılarıyla başlayan sıkıntılı bir hastalık kendini ezmeğe başladı.

Wagner'Ie olan iyi münasebetleri de Wagner'in kendisini tahkir eden bir yazısından sonra inkıtaa uğradı.

1872’ de ilk eseri olan “Facianın doğuşu”, 1873’de “Zamana uygun olmayan görüşler” adlı kitapları çıktı.

Hastalığın mütemadiyen ilerlemesi yüzünden 1878’de istifasını verdi. Ve kendisine 3000 frank tekaüt (emekli) maaşı bağlandı.

Bu sıralarda: “insanı, pek fazla insanı” ve “Muhtelif düşünceler ve vecizeler” adlı kitapları çıktı.

Hastalığının devamına rağmen 1880 de “Yolcu ve gölgesi” kitabını çıkardı.

Venedik ve Cenevre'de geçen müteakip seneler zarfında “facir” ve “Şen ilim” kitapları çıktı.

Richard Wagner'in vefatı günü 13 Şubat 1883 Zerdüşt'ün birinci cildi intişar etti. Aynı Senenin güzünde Almanya'ya dönerek Leipzig üniversitesinde serbest dersler vermek istedi. Fakat buna müsaade edilmedi. Bundan fevkalâde müteessir olan Nietzsche İtalya’ya döndü.

Zerdüşt'ün dört cildini kısa fasılalarla neşrettikten sonra 1886 da “Kudret iradesi” isimli felsefî eserini neşretti.

Bu eseri “iyi ve kötünün berisi”, “Ahlâkın geneolojisî”, “Wagner vak'ası”, “ilâhların fecri” kitapları takip etti

Bu aralık hastalığı mütemadiyen ilerledi. 1889 da cinnet arâzı ile kendisin Turin'de sokakta buldular.

Dionizoz” haça gerilmiş imzalar ile birçok cinnet mektupları ele geçti.

Cinnet nöbetlerinin fazlalaşması üzerine valdesi Nietzsche’yi Yena Üniversitesi akliye kliniğine (psikiyatri) yatırmağa mecbur oldu.

Hât (sınır) nöbetler geçtikten sonra Nietzshe, hemşiresine (kızkardeş) teslim edildi. Ve onunla beraber hayatının son senelerini geçirdi.

25 Ağustos 1900 de öldü. Ve doğduğu Röcken köyüne defnolundu. Hastalığının paralis olduğu anlaşılıyordu.6 Fakat kitaplarında dimağı bir zaafın eserleri hiç mahsusî değildir. Hattâ terekesi arasında bulunan en son eserleri anti “Krist”, “ecce Homo” kudretçe diğer eserlerden hiçte geri değildir.



ZERDÜŞT’ÜN ÖNSÖZÜ


1

Zerdüşt 30 yaşına girince memleketini ve yurdunun denizini bırakıp dağa çekildi. Orada yalnızlığı yorulmadan tadarak on yıl geçirdi.

Fakat nihayet kalbinde başka bir istek duydu, bir gün fecirle beraber kalktı, güneşin karşısına geçerek dedi ki:

“Ey Büyük âlem! Eğer aydınlattıkların olmasa ne kadar bedbaht olurdun.

On yıldır benim mağarama geliyorsun. Eğer burada beni, kartalımı ve yılanımı bulmasan ışıklarından ve yollarından bıkardın. Fakat biz her sabah seni bekledik, fazla ışığını aldık ve bunun için seni kutluladık.

Bak; fazla baI toplamış arı gibi bende ilme kanıksadım; bana uzanacak ellere muhtacım.

İnsanlar arasında, akiller deliliklerine, fakirler zenginliklerine bin defa daha sevininceye kadar armağanlarımı dağıtmak istiyorum.

Bunun için, nasıl sen, taşkın yıldız, akşamları ışık saçmak üzere denizlerin ardına iniyorsan ben de öylece aşağılara inmeliyim!

Aralarına inmek istediğim insanların tabiri ile ben de senin gibi batmalıyım.

Ey, en büyük saadeti bile hasetsiz görebilen tok göz!

Bana uğur getir.

Taşmak isteyen bardağa uğur getir: içinden, altın gibi su aksın ve her yere senin tatlılığının şaşaasını taşısın.



"Bak, bu bardak yine boşalmak; Zerdüşt yine insan olmak istiyor.”

Zerdüşt’ün batışı böyle başladı.


2

Zerdüşt yalnızca dağdan indi ve kimseye rastlamadı. Fakat ormana girdiği zaman birdenbire önünde bir ihtiyar peyda oldu. Bu ihtiyar ormanda odun aramak için rahat kulübesini terk etmişti.

Zerdüşt’e dedi ki:

— Bu seyyah bana yat(ılı) değildi; Senelerce öncede buradan geçmişti. Adı Zerdüşt idi. Fakat onu değişmiş buluyorum.

Zerdüşt o zaman sen külünü dağa taşıyordun, bugünse ateşini ovaya indirmek: istiyorsun. Kundakçılık cezasından ürkmüyor musun?

Evet, Zerdüşt’ü tanıyorum, gözleri saftır, ağzında hiç bir nefret gizlenmiyor, onun için böyle rahat yürünmüyor mu?

Zerdüşt değişmiş, çocuk Zerdüşt uyanmış, şimdi uyuyanlar arasında ne yapacak?

Yalnızlıkta, deniz içinde yaşar gibiydin ve deniz seni taşıyordu. Yazık sana karaya mı çıkmak istiyorsun?

Yazık sana!

Bedenini yine kendin mi sürüklemek istiyorsun?

Zerdüşt cevap verdi: İnsanları seviyorum.

İhtiyar dedi ki: Ben neden ormana ve inzivaya çekilmiştim. İnsanları pek fazla sevdiğimden değil mi idi?

Şimdi Allah’ı seviyorum, insanları sevmiyorum.

İnsan pek eksik bir şeydir.

İnsanı sevme beni mahvedebilirdi. Zerdüşt cevap verdi:

Sevgiden ne konuşuyorum, insanlara bir armağan götürüyorum.

İhtiyar dedi ki: Onlarla beraber taşı. Onlara bir şey verme, daima onlardan al.

Onların hoşuna giden şey senin hoşuna giden şeydir.

Eğer her halde bir şey vermek istiyorsan bir sadakadan başka bir şey verme.

Bunun için de onları dilenmeğe mecbur et.

Zerdüşt “hayır, ben sadaka verecek kadar fakir değilim” dedi.

İhtiyar, Zerdüşt’e güldü ve dedi ki:

O halde öğütlerini kabul ettirmeye bak.

İnsanlar yatlara karşı güvensizdir. Ve hediye etmek için geldiğimize inanmazlar. Ayak seslerimiz onlara sokaklardan pek münzevi bir akis yapar. Ve gece yataklarında, bir adamın yürüdüğünü duyar gibi “Hırsız nereye gidiyor” diye bağırırlar.

İnsanlara gitme. Ormanda kal. Hayvanların arasına gitmek daha hayırlıdır.

Neden benim gibi, ayılar arasında bir ayı, kuşlar içinde bir kuş olmak istemiyorsun?

Zerdüşt “ormanda ne iş yapıyorsun?” diye sordu. İhtiyar dedi ki: Şarkılar besteliyor ve söylüyorum. Şarkı yapınca gülüyorum, ağlıyorum, inliyorum. Böylece Allah’ı övüyorum.

Şarkı söyleyerek, ağlayarak, inleyerek benim Tanrım olan Tanrıyı övüyorum.

Bize hediyen ne? Şimdide ondan bahset.

Bu sözleri işiten Zerdüşt ihtiyarı selâmladı. Ve dedi ki:

Size verecek neyim olabilir? Beni çabuk bırakınız ki sizden bir şey almayayım.

Böylece Zerdüşt ile ihtiyar iki genç gibi gülüşerek ayrıldılar.

Fakat Zerdüşt yalnız kalınca kendi kalbine seslendi:

“Bu nasıl kabildir ki ormanda bu ihtiyar ilâhların ölmüş olduğunu daha işitmemiş olsun.”


3

Zerdüşt ormanın kenarında ki şehre inince halkı pazar yerinde toplanmış gördü. Çünkü: Bir ip cambazı gösterileceği ilan edilmişti. Zerdüşt halka hitap etti. Size “insanüstünü”nü öğretmek istiyorum: İnsan, atlanması lazım bir şeydir.



İnsanı atlamak için ne yaptınız?

Her varlık şimdiye kadar kendisinden üstün bir şey yarattı.

Sizler büyük meddin cezri olmak ve insanı atlayacak yerde hayvanlığa mı dönmek istiyorsunuz?

İnsan için maymun nedir?

Bir gülüş veya acı bir utanış.

insanüstünü” için insan, işte böyle olmalıdır: Bir gülüş ve acı bir utanış.

Sizler, sülükten insanlığa kadar yol aldınız. Sizde daha pek çok şey sülüktür.

Bir zamanlar maymundunuz. İnsan bugünde her maymundan fazla maymundur.

İçinizde en âkilimiz nebatla (bitki) heyulâ (eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı arasında) azman ve melezdir.

Size “heyulâ” veya “nebat” olmanız için mi öğüt vereyim?

Bakın size “insanüstünü”nü öğretiyorum:

İnsanüstünü” hayatın gayesidir. İradeniz demelidir ki: “insanüstünü” hayatın gayesi olsun.

Kardeşlerim size yemin ederim: Arza (yeryüzüne) sadık kalmanız hayırlıdır. Size öte dünya umutları bahsedenlere inanmayın. Bunlar bilerek veya bilmeyerek zehir saçanlardır.7

Hayatı hakir görenler, Ölüm döşeğinde veya zehirlenmiş olanlardır. Yer bunlardan bıkmıştır. Bunlar göçmelidir.

Vakti ile Allah korkusu en büyük korku idi. Fakat Tanrı öldü ve onunla beraber korkaklarda öldü. Bugün en korkunç şey, dehşet saçmak ve tanrıyı hayatın gayesinden üstün tutmaktır.

Vakti ile ruh bedene hakaretle bakardı. Ve bu hakaret o zaman en büyük hakaretti. Ruh bedenin cılız, çirkin, aç kalmasını isterdi. Ve bir an evvel ondan sıvışmak dilerdi.

Bu ruhun kendisi cılız, çirkin ve açtı. O ruhun zevki, gaddarlıktı.

Fakat kardeşlerim siz söyleyin bedeniniz ruhunuzdan neler anlatıyor?

Ruhunuz fakir, kirli ve acınacak bir rahat düşkünü değil mi?

Gerçek insan kirli bir seldir. Ve kirlenmeden kirli bir seli içine alabilmek için deniz olmak gerektir.

Bakın size “insanüstünü” nü öğretiyorum. O, bu denizdir. Sizin hakaretiniz onun içinde batabilir.

Görüp geçirebileceğiniz şeylerin en büyüğü nedir? Büyük istihkarın (hakaret) saatidir. Bu saat, saadetinizin, idrakinizin, faziletlerinizin size iğrenç geleceği saattir. Bu saatte diyeceksiniz ki:

Benim saadetim nedir?

Fakirlik, kirlilik, acınacak bir rahat düşkünlüğü..

Halbuki benim saadetim bizzat varlığımı yaratmalıydı.

Diyeceksiniz ki: Benim aklım nedir?

Akıl, arslanın gıdaya saldırması gibi bilgiye saldırmalıydı. Benim aklım, fakirlik, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür.

O saat diyeceksiniz ki: Benim faziletim nedir ki; Hala beni çıldırtmadı. İyilik ve kötülüklerden ne kadar bıkkınım!

Bunların hepsi fakirlik, kirlilik, acınacak bir rahat düşkünlüğüdür.

O saat diyeceksiniz ki: Benim adaletim nedir ki hâlâ alev ve kömür olduğumu görmüyorum.

Hâlbuki âdil olan, alev ve kömür gibi olur. O saat diyeceksiniz ki: Benim vicdanım nedir?

Vicdan, insanı sevenlerin asıldığı bir çarmıh değildir?

Hâlbuki benim vicdanım hâlâ çarmıha gerilmemiştir.

Böyle söylüyor musun? Böyle bağırıyor musun? Ah hep böyle bağırdığınızı işitmiş olabilseydim!

Göklere haykıran şey günahınız değil, günahlarınıza bile hâkim olan tamahkârlığınızdır.

Dili ile sizi yalayacak yıldırım nerde? Sizi aşılaması lâzım gelen delilik nerde?

Bakın size “İnsanüstünü” nü öğretiyorum. O, bu yıldırım, o, bu cinnettir.

Zerdüşt bu sözleri söyledikten sonra halktan birisi bağırdı. “İp cambazının sözlerini dinlediğimiz yeter. Şimdi de yüzünü görmek istiyoruz.”

Ve bütün halk Zerdüşt’e gülüyordu. Bu sözlerin kendisine söylendiğini bilen cambaz oyuna başladı.


4
Zerdüşt halka hayretle baktı. Ve dedi ki: İnsan, hayvanla '“İnsanüstünü” arasına gerilmiş bir iptir. Uçurum üstünde bir ip. Bu uçurumun üstünden atlayış, geriye bakış ve ürkerek duruş tehlikelidir.

İnsanda büyük olan şey, onun bir erek (hedef) değil bir köprü oluşudur.

İnsanda sevilebilecek şey, onun bir geçiş ve iniş oluşudur.

Yaşamayı bilmeyenleri, hele batanları severim. Çünkü onlar atlayanlardır.

Büyük istihkarcıları (hakaret edenleri) severim. Çünkü onlar büyük hürmetkârlardır ve karşı kıyıya geçme hasretinin oklarıdır.

Batmak ve kurban olmak için yıldızlar arkasında yer aramayanları severim.

Kendini toprağa kurban edenleri severim. Tâ kî toprak “İnsanüstünü” nün ola!

Bir zamanlar “insanüstünü” nün geleceğini idrak edenleri ve toprağı dileyenleri seviyorum.

Böyle insanlar batmalarını isteyenlerdir.

İnsanüstünü” ne ev, toprak, hayvan, nebat hazırlamak için çalışanlar ve yaratanları severim. Çünkü bunlar batmalarını isterler.

Fazileti seveni seviyorum, Çünkü fazilet ölüm; dileğidir ve hasretin okudur.

Kendisi için hiç bir damla ruh alıkoymayarak tamamen faziletinin ruhu olmak isteyenleri seviyorum. Böylesi, ruh halinde köprüyü geçer.

Askısını ve felaketini faziletten hazırlayanları severim. Çünkü böylesi fazileti için yaşamakta devam etmek ister. Ve bundan fazla yaşamak istemez.

Çok faziletlere malik olmak istemeyenleri severim. Tek fazilet iki faziletten daha faziletlidir. Çünkü felâketin askı düğümleri çoğalmış olur.

Ruhunu israf edeni, teşekkür istemeyeni ve geri vermeyeni severim. Çünkü bunlar daima hediye eder ve hiç bir şey saklamak istemezler.

Tali lehine döndüğü zaman küsülüp, kendi kendine (Ben sahte bir oyuncu muyum) diye soranları severim. Çünkü bunlar göçmek isteyenlerdir.



İşe altın sözlerle başlayanı ve verdiği sözden fazlasını yapanları severim. Çünkü böylesi göçmesini isteyendir,

Geleceğin hakkını veren, maziyi kurtaranı severim. Çünkü böylesi halde göçmek isteyendir.

Sevdiği için, tanrısını zor altına almak isteyenleri severim. Çünkü böylesi Allah’ın gazabından göçer..

Ruhu, yaralandığı zaman da derin kalan ve bir küçük sergüzeştten mahvolabilen insanı severim. Çünkü böylesi köprüyü seve seve geçer.

İçinde her şeyi kaplayan ve kendini unutan taşkın ruhları severim. Çünkü her şey böylesini batırır.

Ruhu ve fikri serbest olanları severim, böylesinin kafası, yalnız kalbinin kabıdır. Fakat kalbi onu batmaya sürükler.

“İnsanınüstü”de gerili karabuluttan teker teker damlayan ağır damlalara benzeyenleri severim. Çünkü bunlar yıldırımın geleceğini bildirirler. Ve habercilik yüzünden mahvolurlar.

Bakın işte ben bir yıldırım habercisi ve bulutun ağır bir damlasıyım.

Bu bulutun adı “İnsanüstünü” dür!.
5

Zerdüşt bu sözleri söyleyince halka tekrar baktı ve sustu. Ve kendi kendine dedi ki:

Orada duruyorlar, gülüyorlar ve beni anlamıyorlar. Ben bu kulakların ağzı değilim.

Bunların evvelâ kulaklarını mı parçalamak ki: Gözleri ile işitmeyi öğrensinler.

Hatipler, rahipler gibi bağırıp çağırmalı mı? Yoksa yalnız tepinenlere mi inanıyorlar?

Bunların mağrur oldukları bir şeyleri var.

Bu mağrur oldukları şeye verdikleri ad ne idi?

Ha, tahsil diyorlar ve bunun, kendilerini keçi çobanlarından ayırt ettiklerine inanıyorlar. Onun için kendilerinden tahkir lâfını işitmek istemiyorlar. O halde onların gururuna hitap edeyim.

O halde onlara en hakir bir şeyden bahsedeyim. Bu son insandır.

Zerdüşt yine halka döndü ve dedi ki: İnsanın bir hedef edinmesi vakti geldi. İnsanın, en yüksek umudunun tohumunu ekeceği vakit geldi.

Daha yer bunun için geniştir. Fakat bu yer bir zaman daralacak ve içinden yüksek bir ağaç yetiştiremeyecek.

Yazık: İnsanın hasret okunu “insanüstünden” aşıramayacağı ve yay ipinin gerilmeği unutacağı bir zaman geliyor.

Size söylüyorum: İşlek bir yıldız doğurabilmek için insanın içinde bir hercü merç olmalıdır. Size söylüyorum: Sizin içinizde henüz hercü merç vardır. Yazık. İnsanın artık bir yıldız doğurmayacağı zaman geliyor. Yazık kendi kendini hakir göremeyen en hakir insanın zamanı geliyor.

Bakın size en son insanı gösteriyorum.

Sevgi nedir?

Yaratılış nedir?

Hasret nedir?

Yıldız nedir?

Son insan bunları sorar ve gözlerini kırpar.

O zaman arz ufalmıştır ve üstünde her şeyi ufaltan son insan sıçramaktadır.



Toprak biti gibi doğurucu olan bu neslin imhası imkânsızdır. Son insan en uzun yaşar.

Son insanlar “Biz saadeti bulduk” derler ve göz kırparlar.

Yaşamayı sertleştiren iklimleri terk ettik. Çünkü hararete ihtiyaç var, komşu sevilir ve ona sürtünülür: Çünkü hararete ihtiyaç var.

Hastalık ve güvensizlik onlar için günahkârlıktır. Birbirlerini sayarlar.

Ayağı taşlara veya insanlara takılan, artık delidir.

Zaman zaman biraz zehir: Bu, tatlı hülyalar verir. Ve sonunda biraz daha fazlaca zehir; Bu da hoş bir ölüm getirir.

Çalışma daha devam ediyor, çünkü bir eğlencedir, fakat eğlencenin fena tesir etmemesine bakılır.

Ne zengin olan var, ne fakir.. Çünkü her ikisi zor. Emretmek isteyen kim, itaat etmek isteyen kim? Her ikisi müşkül.

Çobansız bir sürü! Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır: Başka bir şey dileyen, arzusu ile tımarhaneye gider.

En akıllıları “önce bütün dünya deli idi” derler ve göz kırparlar.

Akıllıdırlar ve her şeyi bilirler: Alay etmeden kendilerini alamazlar. Bazen kavga ederler, fakat çabuk barışırlar; yoksa mideleri bozulur.

Gece ve gündüz birer küçük keyifleri vardır: Fakat sağlığı sayarlar.

Son insanlar “Saadeti bulduk” derler ve göz kırparlar.

Zerdüşt’ün ilk hitabesi veya önsözü burada bitti.

Çünkü burada halkın çığlığı sözlerini kesti. “Bu son insanları bize ver Zerdüşt, bizi bu son insanlardan yap. Bizde sana “insanüstünü” nü hediye edelim” diye bağrışan halk çılgın bir neş'e içinde idi.

Fakat Zerdüşt acı duydu. Ve kendi kendine dedi ki:

Beni anlamıyorlar, ben, o kulakların ağzı değilim.

Her halde dağda çok yaşamış ağaçların ve derelerin sesini çok dinlemiş olacağım.

Şimdi de onlara keçi çobanından bahsedeceğim.

Ruhum hareketsiz, dağların sabah hali bir aydın. Fakat onlar zannediyorlar ki: Ben soğuğum ve en korkunç şakalar yapan bir alaycıyım. Şimdi bana bakıyorlar ve gülüyorlar ve gülerek benden nefret ediyorlar. Onların gülmeleri buz gibi soğuktur.


6

Fakat bu esnada ağızları susturan ve gözleri geren bir hâdise oldu. Bu aralık ip cambazı oyuna başlamıştı. Cambaz küçük bir kapıdan çıkarak iki kule arasına serilmiş olan ipin üstüne atladı. İp, halkın ve pazar yerinin üstüne asılmıştı. Cambaz yolunun yarısına geldiği zaman küçük kapı bir defa daha açıldı. Buradan iri yarı, boyalı bir vücut hızla fırlayarak birinci cambazın ardından yürümeğe başladı.

İleri — Topal bacak, ileri miskin hayvan, sahtekâr, soluk çehre git.”

Tabanlarım sana dokunmasın. Burada iki kule arasında ne yapıyorsun?

Bu kuleye seni hapsetmek lâzımdı.. Kendinden daha iyisinin yolunu kapıyorsun”.

Diye bağırarak gittikçe ona yaklaştı.

Aralarında bir adım aralık kaldığı zaman ağızları susturan, gözleri geren bir iş oldu. İkinci cambaz şeytan gibi bir bağırtı koyuvererek birinci cambazın üstünden atladı geçti. Düşmanının galebesini gören ilk cambaz muvazenesini kaybetti. Ve elindeki sırıklar düştü, uçuruma yuvarlandı. Pazar yeri ve halk dalgalanmış bir deniz gibiydi. Herkes birbirinden kaçıyor, birbirinin üstünden atlıyor, hele cambazın vücudunun yere çarpacağı noktadan sıvışıyorlardı. Fakat Zerdüşt yerinde durdu ve cambazın vücudu ölmemiş fakat paralanmış bir halde yanına düştü. Bir müddet sonra yaralının aklı başına geldi. Ve yanında Zerdüşt’ü diz çökmüş halde buldu. Ona dedi ki:

Ne yapıyorsun? Şeytanın bir bacağını kıracağını çoktandır biliyorum.

Şimdi de beni cehenneme sürüklüyor. Ona, karşı koymak mı istiyorsun?

Zerdüşt dedi ki: Dostum namusumla temin ederim ki senin andığın şeylerin hiç biri yoktur. Ne şeytan, nede cehennem.

Ruhun, bedeninden daha tez ölecektir. Artık hiç bir şeyden korkma.

Cambaz güvensiz bir bakışla baktı. Ve dedi ki:

Söylediğin doğru ise ölmekle bir şey kaybetmiş olmam. Ben dayak ve kötekle dans öğretilmiş bir hayvandan başka bir şey değilim.

Zerdüşt “Hayır, sen mesleğini tehlikeden yarattın. Bunda hakir görecek bir şey yok.. Mesleğinin yüzünden ölüme gidiyorsun. Buna mükâfat olarak seni ellerimle gömeceğim”.

Dedi.

Zerdüşt bunu söylediği zaman artık cambaz cevap veremedi. Yalnız elini —teşekkürlerini iletmek istediği Zerdüşt ellerini arar gibi — kımıldattı.


7

Bu aralık akşam oldu. Pazar yeri karardı, halk dağıldı.

Çünkü tecessüs ve dehşetin bile bir yorulması vardır.

Fakat Zerdüşt ölünün yanında toprağın üstüne oturdu ve düşünceye dalarak zamanı unuttu. Gece olmuş, münzevilerin üstünde soğuk bir rüzgâr esmeğe başlamıştı. Zerdüşt ayağa kalkarak kendi kendine dedi ki:

Gerçek Zerdüşt Bugün güzel bir avcılık yaptı. Bir insan yakalayamadı amma bir cenaze elde etti.

İnsan hayatı, korkunç bir şeydir. Ve yine de manasızdır. Bir cambaz onun için bir musibet olabilir.

İnsanlara varlıklarının manasını, “İnsanüstünü”nü, kara insan bulutunun yıldırımını öğretmek istiyorum.

Fakat şimdilik onlardan uzağım, fikrim, onların kafasına giremiyor.

İnsanlar beni şimdi ölü ile deli arasında bir mahlûk biliyorlar.

Gece karanlık. Zerdüşt’ün yolları karanlık, soğuk ve katı yoldaş gel, seni, ellerimle gömeceğim yere taşıyayım!”.
8

Zerdüşt kendi kendine böyle söylendikten sonra ölüyü sırtına yüklendi ve yola koyuldu. Daha yüz adım gitmeden yanına bir adam sokularak kulağına bir şeyler fısıldadı.

Bu, kulede ki ikinci cambazdı.

Diyordu ki: “Zerdüşt bu şehirden kaç. Burada çokları sana kızıyorlar.



İyi ve vicdanlılar, sana, düşman ve hakaretçi; dindarlar, kitle için tehlikedir diye kızıyorlar. Sana gülmeleri seni kurtardı.

Gerçek, sen bir meddah gibi söz söylüyordun. Ölü köpeğe yoldaş olmak seni kurtardı, kendini bu kadar alçaltmak sayesinde bugün için kurtuldun. Ya bu şehirden git veyahut yarın senin de üstünden atlarım.

Bir canlı, bir ölünün üstünden”.

Bunu söyleyen birdenbire kayboldu.

Zerdüşt’te caddelerden yoluna devam etti.

Şehrin kapısında mezarcılarla karşılaştı. Bunlar Zerdüşt’ün yüzüne ışık tuttular, onu tanıdılar ve onunla alay ederek dediler ki: “Zerdüşt ölü köpeği taşıyor, Zerdüşt’ün mezarcı oluşu ne tuhaf!



Çünkü bizim ellerimiz bu uğursuzu gömemeyecek kadar temizdir. Zerdüşt şeytanın ağzından lokmasını almak istiyor. Pek âlâ, afiyetler olsun.

Yalnız Zerdüşt dikkat et ki: şeytan daha becerikli bir hırsız olmasın.

O, ikinizi birden aşırır ve yer.”

Mezarcılar birbirlerine güldüler ve yerlerine oturdular.

Zerdüşt buna karşı bir şey söylemedi. Yoluna devam etti.

İki saat orman ve bataklıkların kenarında yürüdükten sonra kurtların açlık haykırışını ve kendi açlığını duydu. Ve içinde ışık yanan münzevi bir evin önünde durarak dedi ki:

Açlık beni ormanlarda, bataklıklarda ve gece karanlığında bir hırsız gibi bastırıyor. Açlığın ne garip kaprisleri var.

Çok defa yemekten sonra gelir. Bugün bütün gün gelmedi. Nerede kaldı.”

Bunun üzerine Zerdüşt evin kapısını çaldı. İçerden elinde ışık tutan bir ihtiyar göründü.

Fena uykularımın arasına gelen kimdir” diye sordu.

Zerdüşt cevap verdi. “Bir ölü ve bir diri. Bana yiyecek ve içecek bir şey ver. Gündüz yemeyi unuttum. Âkiller derler ki: Açları besleyen, kendi ruhunu beslemiş olur.”

İhtiyar gitti. Zerdüşt’e ekmek ve şarap getirdi. Ve dedi ki: Burası açlar için uğursuz bir köşedir. Onun için burada oturuyorum. Hayvanlar ve insanlar bana gelirler. Fakat arkadaşına da yedir ve içir, o, senden yorgun görünüyor.

Zerdüşt, yoldaşım ölüdür. Onu yemeğe ikna etmek kabil değildir dedi.

İhtiyar hiddetle cevap verdi: “Bundan bana ne. Benim kapımı çalan verdiğim şeyi kabul etmelidir. Yiyin ve keyfinize bakın.”

Bundan sonra Zerdüşt yolları ve yıldızları takip ederek iki saat daha gitti. Gece yürüyüşüne alışkındı. Ve bütün uyuyanların yüzüne bakmayı severdi. Fakat fecir olmağa başladığı zaman Zerdüşt kendini sık bir ormanda buldu. Hiç bir tarafta yol görünmüyordu.

Burada ölüyü bir ağaç kovuğuna yerleştirdi. Çünkü onu canavarlardan saklamak istiyordu. Kendi de toprak ve yosunların üzerine uzandı. Ve yorgun bir vücut fakat sakin bir ruhla derhal uykuya vardı.


9

Zerdüşt derin bir uykuya daldı. Yalnız fecir (şafak) değil, kuşluk vakti de geçmişti. Fakat nihayet gözlerini açtı. Ormana, sükûnete ve kendi kendine taaccüple baktı. Sonra birdenbire kara gören bir denizci gibi doğrularak sevincinden haykırdı.

Yeni bir hakikat bulmuştu. Kendi kendine dedi ki:

Gözüm aydınlandı: Bana yoldaş lâzım. Fakat canlı. Kendisini istediğim yere taşıyabildiğim ölü yoldaş değil, bilâkis kendi iradeleri ile benim gittiğim yola gitmek isteyen canlı yoldaş.

Gözüm açıldı. Zerdüşt halka değil, yoldaşlarına hitap etsin.

Zerdüşt bir sürünün çobanı veya köpeği olmasın..

Sürüden birçoklarını ayırmak işte bunun için geldim. Halk ve sürü bana kızsın.

Zerdüşt çobana haydut diyecektir.

Onlara çoban diyorum, fakat onlar kendilerine iyiler ve âdiller diyorlar.

Onlara çoban diyorum, onlar kendilerine hak dinin zahitleri diyorlar.

İyilere ve âdillere bak; en çok kimden nefret ediyorlar?

Onların kıymet levhasını kırandan, parçalayandan, mücrimden: Fakat yaratıcı olanlar bunlardır.

Dinlerin müminlerine bakın. En çok kimden nefret ediyorlar?

Kıymet levhalarını kıran, parçalayandan, mücrimlerden: Fakat yaratıcı olanlar bunlardır.

Yaratıcı olan, yoldaş arar: Ölü aramaz. Sürü ve mümin aramaz.

Yaratıcı, yeni levhalar üstünde yeni kıymetler yaratacak yaratıcılar arar.

Yaratıcı, yoldaş ve hasat ortağı arar. Çünkü onda her şey hasada olgundur. Fakat yüz ortak eksiği vardır. Bu sebepten başakları kurur ve körlenir. Yaratıcı, damgasını ortaya atacak yoldaş arar. Bunlara “İyi” ve “Fena” yı tahkir eden yıkıcılar denecek. Fakat onlar hasatlarında ve bayramlarındadırlar.

Zerdüşt yaratıcı, hasatçı yoldaşlar arıyor. Onun, sürülerle, çobanlarla, ölülerle ne iş var?

Allaha ısmarladık ilk yoldaşım.. Seni ağaç kovuğuna iyice yerleştirdim ve canavarlardan iyice gizledim. Fakat vakit geçti, senden ayrılıyorum.

İki fecir arasında bana yeni bir hakikat doğdu. Ben, çoban ve mezarcı olmayacağım.

Halkla konuşmayacağım, bir ölüye de son defa hitap etmiş oluyorum.

Yaratıcılara, hasatçılara, bayram edenlere katılacağım, onlara “kuzah gavsini” (Şeytan burcunu) ve “İnsanüstünü”nün bütün derecelerini göstereceğim.

Şarkımı bu yadlara söyleyeceğim ve işitilmemiş şeyleri dinleyebileceklerin yüreğini saadetimle dolduracağım.

Ereğime, doğru yola gidiyorum. Geç kalanların, yavaşların üstünden atlayıp geçeceğim. Benim yürüyüşüm, onların batışı olsun.


10

Zerdüşt bu sözleri söylerken öğle olmuştu. Sorgulu bir bakışla göklere baktı. Tepesinde bir kuşun keskin sesini işitti.

Bir kartal havada geniş daireler çizerek uçuyor, boynunda, ona dost gibi sarılmış bir yılan taşıyordu.

Zerdüşt: “Bunlar benim hayvanlarım” diye sevindi.

Gök kubbenin altında en mağrur hayvanla en zeki hayvan birleşerek haber aramaya çıkmışlar.”

Zerdüşt yaşıyor mu diye sormak istiyorlar. Gerçek ben hâlâ yaşıyor muyum?

İnsanlar arasında olmak, hayvanlar arasında olmaktan çok tehlikeli.

Zerdüşt tehlikeli yollardan gidiyor. Hayvanlarım bana kılavuzluk etsinler..

Zerdüşt bunları söylerken ormanda ki ihtiyarın sözlerini hatırladı ve içini çekerek kendi kendine dedi ki: Ben daha akıllanmalıyım, yılanım gibi tamamen akıl kesilmeliyim.

Fakat imkânsız bir şey diliyorum. O halde gururumdan, Daima zekâmla bir yürümesini dileyeyim. Ve zekâm bir gün beni terk ederse, -Çünkü o, kaçmayı sever- gururum deliliğimle uçmalı.

Zerdüşt’ün sukutu böyle başladı.


Yüklə 424,77 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə