Stephen King Yazma Sanatı



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə8/20
tarix19.07.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#56547
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   20

Zihinlerimiz toplantı yapıyor.

Size üzerinde kırmızı bir örtü olan bir masa, bir kafes, bir tavşan ve mavi mürekkeple yazılmış bir sekiz rakamı gönderdim. Siz de hepsini, özellikle de mavi sekizi aldınız. Bir telepati hareketi gerçekleştirdik. Bir büyülü dağ zırvası değil, gerçek bir telepati hareketi. Bu noktayı uzatacak değilim, ama daha ileri gitmeden ön-

110

Yazma Sanatı



c6j şirinlik yapmaya çalışmadığımı anlamanız gerek; üzerinde durulacak bir nokta var.

Yazma işlemine sinirli, heyecanlı, umutsuz ve hatta çaresiz bir şekilde... aklınızda ve yüreğinizde kâğıda asla tam olarak aktaramayacağınız bir duyguyla yaklaşabilirsiniz. Yazmaya, yumruklarınız sıkılı, gözleriniz kısılmış, popoları tekmelemeye ve isimleri alaşağı etmeye hazır olarak başlayabilirsiniz. Bir kızla evlenmek istediğiniz için ya da dünyayı değiştirmek istediğiniz için yazmak istemiş olabilirsiniz. Yeter ki, hafife alarak başlamayın. Tekrar edeyim: bos kâğıdın basına hafife alarak oturmamalısınız.

Saygılı ya da sorgulamadan yaklaşmanızı söylemiyorum; politik olarak düzgün davranmanızı veya mizah duygunuzu bir yana bırakmanızı da istemiyorum (lütfen Tanrım, mizah duygunuz olsun). Bu ne bir popülerlik yarışması, ne ahlak olimpiyatları, ne de kilise faaliyeti. Bu yazı yazmak, kahrolası ne araba yıkamak ne de rimel sürmek. Eğer ciddiye alırsanız işimizi yapabiliriz. Alamayacak ya da almayacaksanız, bu kitabı kapatıp başka bir şeyle uğraşmanızın zamanı geldi demektir.

Belki arabayı yıkarsınız mesela.

111

>

w



H

a

H



Yazma Sanatı

Büyükbabam bir marangozdu,

Evler, dükkânlar, bankalar yapardı,

Zincirleme Camel sigarası içer

Ve çivileri kalaslara çakardı.

Kat kat yükselip

Her kapının doğramasını yapar

Ve seçimlerde Eisenhower'a oy atardı.

Çünkü Lincoln savaşı kazanmıştı.

Bu benim en sevdiğim John Prine liriklerinden biridir, muhtemelen benim büyükbabam da marangoz olduğu içindir. Dükkânları ve bankaları bilmem ama Guy Pillsbury kendi payına düşen evleri yaptı ve Atlantik Okyanusu ile sert kıyı kışlarının Prout Boy-nu'ndaki Winslow Homer mülküne zarar vermediğine emin olarak pek çok güzel yıl geçirdi. Ancak, Fazza, Camel değil puro içerdi. Camel içen, yine bir marangoz olan eniştem Oren'dı. Ve Fazza emekliye ayrılınca, yaşlı adamın alet kutusunu devralan da Ören Enişte'm olmuştu. Ayağıma cüruf kovasını düşürdüğümde garajda

115

Stephen King



mıydı hatırlamıyorum, ama muhtemelen her zamanki köşesinde, kuzenim Donald'ın hokey sopalarını, kızaklarını ve beysbol eldivenini sakladığı yerde duruyordu.

Alet kutusu kocaman eğlenceli bir şeydi. Üst iki rafı hareketliydi, üç rafında alengirli Çin kutuları gibi minik çekmeceler vardı. Tabi ki el yapımıydı. Koyu ahşap parçalar minik çiviler ve pirinç köşebentlerle bir araya getirilmişti. Kapak kocaman mandallarla tutturulurdu; o mandallar benim çocuk gözlerime bir devin yemek kutusunun mandalları gibi görünürdü. Kapağın içinde ipek bir astar vardı, böyle bir ortamda olması çok garipti ve yağın, tozun arasında solmuş pembemsi gülleriyle daha da çarpıcı oluyordu. Kutunun yanlarında kocaman kulplar bulunuyordu. İnanın bana, Wal-Mart ya da Western Auto'da böyle bir kutu satıldığını asla göremezsiniz. Eniştem kutuyu alır almaz, ünlü Homer'e ait pirinç bir kabartma bulmuş dibinde... sanıyorum ki The Undertow'du bu. Birkaç yıl sonra Ören Enişte'm kabartmayı New York'ta bir Homer uzmanına gösterip değer biçtirmişti ve bence bundan da birkaç yıl sonra güzel bir paraya satmıştı. Fazza'nın böyle bir oymayı nasıl ve niçin ele geçirdiği kesinlikle bir sırdı, ama alet kutusunun orijini konusunda herhangi bir sır yoktu... kendi eliyle yapmıştı.

Bir yaz günü, evin bir köşesindeki sinekliği onarması için Ören Eniştem'e yardım etmiştim. O sıralar sekiz veya dokuz yaşında olmalıydım. Bir Tarzan filmindeki yerli hamallar gibi sinekliği başımın üstünde taşıyarak peşinden gittiğimi hatırlıyorum. Eniştem de bir alet kutusunu kulplarından kavramış, kasıkları hizasında tutarak taşıyordu. Her zamanki gibi haki pantolon ve temiz beyaz bir tişört giymişti. Grileşmekte olan asker tıraşlı saçlarının arasında terler parlıyordu. Alt dudağından bir Camel sarkmıştı. (Yıllar sonra göğüs cebimde bir paket Chesterfields ile geri döndü-

116


Yazma Sanatı

ğümde, Ören Enişte'm sigaramı aşağılamış ve, "Hapishane sigaraları," diye alay etmişti.)

Sonunda bozuk telli pencereye ulaştık ve eniştem alet kutusunu gözle görülür bir şekilde rahatlayarak yere bıraktı. Kutuyu garajda Dave ile birer kulpundan tutup kaldırmaya çalıştığımızda, ancak zar zor yerinden kıpırdatabiliyorduk. Tabi ki o zamanlar küçüktük, ama öyle bile olsa sanırım Fazza'nın tamamen dolu alet kutusu da beş ile on arasında geliyordu.

Ören Amca'm büyük mandallan açmama izin verdi. Sık kullanılan aletler kutunun en üst rafındaydı. Bir çekiç, bir testere, kerpeten, farklı ölçüde, biri ayarlanabilen İngiliz anahtarları; ortasında o gizemli sarı pencereden olan bir taban terazisi, bir matkap (çeşitli parçaları düzgün bir şekilde daha alttaki gözlere yerleştirilmişti) ve iki tane de tornavida vardı. Ören Enişte'm bir tornavida vermemi istedi.

"Hangisini?" diye sordum.

"Hangisi olursa," diye cevap verdi.

Parçalanmış olan teli spiral başlı vidalar tutuyordu ve bunlarla hangi tornavidayı kullanırsa kullansın fark etmezdi; tornavidanın ağzını vidanın tepesindeki deliğe oturtup çevirmek yeterli olurdu.

Ören Enişte'm vidaları çıkardı -sekiz taneydiler ve kaybetmeyeyim diye bana vermişti- ve eski teli yerinden söktü. Onu duvara dayayıp yenisini aldı. Yeni sinekliğin çerçevesine açılan delikler tam olarak pencere doğramasındakilerle aynı yerlerdeydi. Ören Enişte'm bunu görünce onaylayan bir homurtu çıkardı. Vidaları birer birer benden aldı, önce eliyle yerlerine yerleştirdi, sonra da gevşettiği gibi tornavida yardımıyla sıktı.

Tel işi tamamlanınca tornavidayı bana verip alet kutusuna koymamı ve kutuyu mandallamamı söyledi. Söylediğini yaptım

117


Stephen King

ama şaşırmıştım. Madem bir tek tornavidaya ihtiyacı vardı, öyleyse neden Fazza'nın alet kutusunu taşıyıp onca yolu getirmişti? Tornavidayı haki pantolonunun arka cebine koyup getirebilirdi.

"Evet, ama Stevie," dedi kulpları tutmak üzere eğilirken, "Buraya geldiğimde başka nelere ihtiyacım olacağını bilemezdim, değil mi? En iyisi aletlerinin yanında olmasıdır. Eğer yanında olmazsa, ummadığın bir şeyle karşılaşıp moral bozukluğu yaşayabilirsin."

Yeteneklerinizi en iyi biçimde ortaya koyarak yazmanız için kendi alet kutunuzu oluşturmanızı ve sonra da onu hep yanınızda taşıyabilmek için gerekli kasları geliştirmenizi öneriyorum. Sonra, zor bir işe bakıp da moralinizi bozacağınıza, belki doğru aleti bulur ve hemen çalışmaya başlarsınız.

Fazza'nın alet kutusu üç seviyeliydi. Sanırım sizinki en azından dörtlü olmalı. Beşli veya altılı da olabilir herhalde, ama alet kutusunun aşırı büyümesi durumunda da asıl işlevini yitireceği bir noktaya gelinebilir. Vidalarınız, somunlarınız ve cıvatalarınız için bütün o küçük çekmeceleri de istersiniz, ama bu çekmeceleri nereye koyacağınız ve içlerini neyle dolduracağınız... neyse, bu sizin kendi küçük kırmızı vagonunuz öyle değil mi? İhtiyacınız olan aletlerin çoğuna zaten sahip olduğunuzu göreceksiniz, ama onları kutunuza yerleştirirken her birine tekrar bakmanızı öneririm. Her birine yeniymiş gibi bakmaya çalışın, kendinize onun fonksiyonunu hatırlatın ve eğer bazıları paslanmışsa (bir süredir bu işlemi ciddi biçimde yapmıyorsanız, paslanmış da olabilirler) güzelce temizleyin.

Sık kullanılan aletler en üste konacak. Hepsinden çok kullanılan, yazmanın ekmeği sayılan, kelime dağarcığıdır. Bu aşamada, elinizde ne varsa, en ufak bir suçluluk duygusuna, aşağılık kompleksine kapılmadan neşeyle paketleyebilirsiniz. Bir fahişenin çe-

118

Yazma Sanatı



kingen denizciye söylediği gibi: "Ne kadar olduğu önemli değil tatlını, onu nasıl kullandığın önemli."

Bazı yazarların muazzam bir kelime dağarcığı vardır; bunlar, eğer gerçekten sağlığa zararlı vahşet içeren bir kaside veya aldatıcı bir hikâye varsa onu anlayan, otuz yıl boyunca Wilfred Funk'un Kelime Gücünüzü Artırmaya Değerindeki hiçbir çoktan seçmeli yanıtı kaçırmayan kişilerdir. Örneğin:

Katı, bükülmez ve neredeyse yok edilemez nitelik, nesnenin yapısal oluşumunda miras olarak devraldığı bir vasıftır ve tahminsel güçlerimizin tamamen ötesindeki bazı zayıf evrimleşmelerin paleojen döngülerine özgüdür.

-H. P. Lovecraft, At the Mountains of Madnessw

-Beğendiniz mi? İşte bir tane daha:

Bazılarında (kupaların) içine dikilen herhangi bir nesnenin kalıntısı bulunmazken; diğerlerindeki soluk kahverengi saplar, bazı gizemli hasarlara tanıklık ediyordu. -T. Coraghessan Boyle, Budding Prospects-™

Ve işte bir üçüncüsü... bu güzel, hoşunuza gidecek:

Birisi yaşlı kadının gözbağını ondan kaptı ve kadınla sihirbaz uzaklaştılar, kumpanya uykudaymış ve fazla yüksek olmayan ateş rüzgârla canlı bir nesne gibi gürülder-ken bu dördü hâlâ ateşin kenarındaki garip eşyalarının yanma çömelmişler, öfkeyle kabaran alevlerin rüzgârla nasıl da sanki o adamların geçip gittiği boşluğun, o ço-

(1) Çılgınlığın Zirvesi.

(2) Yeşeren Ümitler.

119

Stephen King



rak viraneliğin içinde bir girdap bir burgaç varmışçasına emildiğini izliyorlar ve onun varsayımları ilga oluyordu. -Cormac McCarthy, Blood Meridian-11'

-Bazı yazarlar daha kısa, daha basit anlatımlar kullanır. Bunlara örnek vermeye pek gerek yoktur, ama ben sevdiğim birkaç tanesini yazmak istiyorum:

Adam nehre geldi. Nehir oradaydı.

-Emet Hemingway, Big Two-Hearted River.a)

-Çocuğu tribünlerin altında hoş olmayan bir şey yaparken yakaladılar.

-Theodore Sturgeon, Some of Your Bloodm.

-Olan buydu.

-Douglas Fairbaim, Shootw.

-Mal sahiplerinden bazıları nazikti çünkü yapmak zorunda oldukları şeyden nefret ediyorlardı, bazıları öfkeliydi çünkü zalim olmaktan nefret ediyorlardı ve bazıları da soğuktu çünkü soğuk olmayan birinin mal sahibi olamayacağını uzun bir zaman önce öğrenmişlerdi.

John Steinbeck, The Grapes of Wrath(S)

Steinbeck'in cümlesi özellikle ilginç. İngilizce metinde bu cümle elli kelimeden oluşuyor. Bu elli kelimenin de otuz dokuzu basit heceli. Bu da geride on bir tane kelime bırakıyor, ama bu sayı

(1) Kanlı Boylam.

(2> Irmağı Geçmek.

p) Kanımızın Bir Damlası.



<4> Ateş.

120


Yazma Sanatı

bile aldatıcı çünkü Steinbeck üç kez çünkü, iki kez mal sahibi ve iki kez nefret kelimesini kullanmış. Bütün cümlede iki heceliden uzun kelime yok. Cümle yapısı karmaşık; kelimeler ise eski Dick ve Jane okuma kitabındakilerden fazla öteye gitmiyor. Elbette The Grapes of Wrath güzel bir roman. Ben, her ne kadar büyük bir bölümünü tam olarak anlamasam da, Blood Meridian'm da öyle olduğuna inanıyorum. Ne olmuş? Sevdiğim bir sürü popüler şarkının da sözlerini çözemiyorum.

Bir de, sözlüklerde asla bulamayacağınız ama yine de sözcük olanlar var. Şu aşağıdaki metne bakın:

"Oooo, naber? Ne istiyon benden?"

"Ge bora Hymie!"

"Unnh! ünnnnh! Unnnnhh!"

"Kıçımı ye lan."

"Hee, ben de seni düzeyim adamım!"

-Tom Wolfe, Bonfire of the Vanities(1)

Bu son parça fonetik olarak sokak dilini ifade ediyor. Pek az yazarda Wolfe'un böyle bir şeyi kâğıda aktarmaktaki yeteneği vardır. (Bunu yapabilen diğer bir yazarımız da Elmore Leonar'dır.) Bazı sokak sözleri sonunda sözlüklere girdi, ama ruhları güzelce öldürüldükten sonra. Ve sanırım Webster'in Kısaltılmamış Lüga-tı'nda Yegggghhh sözcüğünü asla bulamazsınız.

Kelime dağarcığınızı alet kutunuzun en üst rafına yerleştirin ve onu geliştirmek için hiçbir bilinçli çaba harcamayın. (Okurken bunu yapacaksınız tabi ki... ama bu daha sonra olur.) Yazınıza yapabileceğiniz gerçekten kötü şeylerden biri kelime dağarcığınızı

(1) Şenlik Ateşi.

121

Stephen King



süslemeye kalkmak belki kısa ifadelerden biraz utandığınız için uzun sözcükler aramaya çalışmaktır. Bu tıpkı bir ev hayvanına gece kıyafeti giydirmek gibi bir şeydir. Hayvan utandığı gibi, bu hareketi taammüden gerçekleştiren kişi daha da fazla utanır. Hemen şu anda kendi kendinize "bahşiş" yerine asla "hizmet karşılığı ücret," demeyeceğinize ve John sıçmaya yetecek kadar bir süre durdu yazmak yerine, John bir ifrazat salgılamaya yetecek kadar bir süre durdu yazmayacağınıza dair ciddi bir söz verin. Eğer "Sıçmak" kelimesinin okurlarınız için saldırgan ya da uygunsuz olduğunu düşünüyorsanız, John bağırsaklarını boşaltmaya yetecek kadar bir süre durdu (ya da belki, John "ıkınmaya" yetecek kadar bir süre durdu) da diyebilirsiniz. Sizi argo kullanmaya teşvik etmek için uğraşmıyorum, sadece sade ve direkt olmanızı söylüyorum. Unutmayın ki, kelime kullanımının temel kuralı, eğer uygun ve renkli ise, aklınıza gelen ilk kelimeyi seçmektir. Eğer durup düşünecek olursanız aklınıza başka bir kelime gelir -mutlaka gelir çünkü her zaman başka bir kelime daha vardır- ama o muhtemelen ya ilk düşündüğünüz kadar güzel olmayacak ya da gerçekten söylemek istediğinizi aynı biçimde aktarmayacaktır.

Anlam meselesi çok önemlidir. Eğer kuşkunuz varsa, size söylenmiş olan bütün o "Tam olarak anlatamıyorum" ya da "Demek istediğim bu değil" ifadelerini düşünün. Bu ifadeleri, hafifçe kuşkulu ya da ciddi biçimde tereddüt ederek kendi kullandığınız durumları hatırlayın. Kelime, anlamı ancak temsil edebilir; en iyi kelime seçiminde bile, yazı, tam anlamı vermekte yetersiz kalır. Zaten durum buyken, ne diye bir de asıl kullanmak istediğiniz kelimenin sadece kuzeni olan bir kelime seçesiniz ki?

Ve kelime oyunlarını işe katmaktan da çekinmeyin; George Carlin'in gözlemlediği gibi, bazı durumlara parmak basmak iyidir, ama parmağın basıldığı yere de dikkat etmek gerekir.

122


Yazma Sanatı

-2-


Alet kutunuzun üst rafında gramer de olsun isterseniz ve sakın bu konudaki öfkenizle ya da grameri anlamadığınıza dair sızlanmalarınızla beni kızdırayım demeyin, yok, grameri asla anlamamıştınız, yok ikinci sınıfta İngilizce dersinden hep kaytarmıştınız gibi şeyler duymak istemiyorum, yazmak eğlencelidir, ama gramer eğlencenin büyük bir bölümünü götürür.

Rahatlayın. Sakin olun. Burada fazla zaman harcamayacağız, çünkü buna gerek yok. İnsan grameri anadilini konuşurken ve o dilde okurken ya öğrenir ya da öğrenmez. İkinci sınıf İngilizce dersleri sadece bölümlere ad verir (ya da vermeye çalışır).

Ve burası da lise değil. Burada a) eteğiniz çok kısa veya çok uzun diye diğer çocukların sizinle alay etmesinden korkmanıza gerek yok, b) okulun yüzme takımında başarı göstermeniz gerekmiyor, c) mezun olduğunuzda hâlâ sivilceli bir bakir olacaksınız (yani muhtemelen ölürken de), d) fizik öğretmeni final sınavında başarı eğrisi çıkarmayacak, ya da e) zaten kimse sizden sahiden hoşlanmıyor ve ASLA DA HOŞLANMADI... şimdi bütün bu ilgisiz zırvalar yoldan çekildiğine göre, daha önce hiç ulaşamadığınız bir düzeyde belli bazı akademik meselelere odaklanabilirsiniz. Ve bir kez başlayınca da, hemen hemen bütün bu bilgilere zaten sahip olduğunuzu fark edeceksiniz -dediğim gibi, olay sadece matkap parçalarınızın pasını gidermeye ve testerenizin bıçağını bilemeye kalıyor.

Artı... ah, canı cehenneme. Eğer kıyafetlerinize uyan bütün ak-sesuvarları, cüzdanınızın içindekileri, New York Yankees'in başlama çizgisini ya da Houston Oilers'ı veya McCoys'da hangi "Hang On Sloopy" etiketinin olduğunu hatırlayabiliyorsanız, bir zarfımsı (isim

123

Stephen King



gibi kullanılan fiil formu) ile sıfat-fiil (sıfat gibi kullanılan fiil formu) arasındaki farkı da hatırlayabilirsiniz.

Bu küçük kitaba gramer üzerine ayrıntılı bir bölüm koyup koymama meselesi üzerinde uzun uzun düşündüm. Bir yanım bunu yapmayı gerçekten istedi; lisede bu dersi (İş İngilizcesi adı altında) başarıyla öğretmiştim ve öğrenciyken de severdim. Amerikan grameri İngiliz grameri gibi ağır değildir (iyi eğitim görmüş bir İngiliz reklam yazarı, kabartmalı prezervatiflerle ilgili bir reklam metnini o lanet Magna Carta'ya benzetmeyi başarabilir) ama kendine has dağınıklığının çekici bir yanı vardır.

Sonunda aleyhte karar verdim, muhtemelen de, William Strunk'un The Elements of Style'm ilk bölümünü yazarken temel bilgileri kitaba katmamasmdaki nedenle böyle yaptım: eğer bunları bilmiyorsanız, zaten çok geç demektir. Ve grameri kavrama yeteneği olmayanlar için -tıpkı benim bazı gitar akorlarını kavrayıp çalamamam gibi- bu kitabın da pek yararı olmayacaktır. Bu nedenle konuyu burada kapatıyorum. Yine de biraz daha ileri gidelim... hoşgörünüze sığınabilir miyim?

Konuşmada veya yazıda kullanılan kelime dizini kendini yedi bölüm şeklinde organize eder (eğer Ah! ve Of! gibi nidaları da sayacak olursanız sekize çıkar). Bu bölümlerden oluşan metnin kabul edilmiş gramer kurallarına uyması gerekir. O kurallara uyulmadığında, kafa karışıklıkları ve yanlış anlaşılmalar ortaya çıkar. Kötü gramer kötü cümleler yaratır. Bu konuda en sevdiğim örnek Strunk ve White'dan: "Beş çocuk anası, bir de yolda varken, ütü tahtam her zaman açık duruyor."

İsimler ve fiiller yazı yazmanın vazgeçilmez iki parçasıdır. Bunlardan birinin olmazsa bir kelime grubu cümle haline gelmez, çünkü, tarif olarak cümle, içinde bir konu (isim) ve eylem (fiil)

124


Yazma Sanatı

olan kelime grubudur; bu kelime dizisi büyük harfle başlar, nokta ile biter ve yazarın kafasında oluşan tam bir düşünceyi okurun zihnine aktarır.

Peki her zaman mutlaka tam cümleler yazmak zorunda mısınız? Bu düşünceyi unutun. Eğer yazınız sadece parçalardan ve havada uçan cümlelerden oluşuyorsa, Gramer Polisi gelip de sizi tu-tuklamaz. Konuşma sanatının Mussolini'si olan William Strunk bile, dilin leziz bir şekilde esnetilmesine onay verir. "Bu eski bir gözlem," diye yazar. "En iyi yazarlar bazen belagat sanatının kurallarını göz ardı eder." Ama, dikkate almanızı istediğim şu eklemeyi de yapar. "Ancak yaptığı işten emin olmazsa, muhtemelen en iyisinin kurallara uymak olacağını düşünür."

Burada önemli olan kısım, yaptığı işten emin olma kısmıdır. Eğer metnin tutarlı cümleler halinde devam ettiğinden emin olacak bilginiz yoksa, yaptığınız işten nasıl emin olabilirsiniz? Elbette olamazsınız, olmazsınız. Gramer kurallarına hâkim olan biri, gramerin özünde, isim olan kelimelerin sıfatı oluşturmasında, eylem ifade eden kelimelerin de fiil olmasında rahatlatıcı bir yalınlık bulur.

Herhangi bir ismi alın, herhangi bir fiille kullanın ortaya bir cümle çıkar. Bu asla şaşmaz. Kayalar patladı. Jane anlattı. Dağlar havada yüzüyor. Bunların hepsi de mükemmel cümleler. Böyle birçok düşünce pek az rasyonel duygu yaratır, ama daha güçlü olanlar bile (Erikler tanrısallaştı!) bir tür hoş şiirsel ağırlığa sahiptir. İsim-fiil yapısının sadeliği yararlıdır... en azından, yazı yazmanız için bir güvenlik ağı sağlayabilir. Strunk ve White, bir bölümde çok fazla basit cümle kullanımına karşı uyarıda bulunuyor, ama basit cümleler, belagat sanatının dolambaçları arasında -bütün o kurallı ve kuralsız yan cümleler, o tanımlama tümceleri, o açıklayıcı ve bi-

125


Stephen King

leşik tümleçler arasında- kaybolmaktan korktuğunuz zaman izleyebileceğiniz bir yol sağlar. Eğer böyle haritasız (en azından haritası sizin tarafınızdan çıkarılmamış) bir bölgeden korkmaya başlarsanız, kendinize hemen kayalar patladı, Jane anlattı, dağlar havada yüzüyor ve erikler tanrısallaştı cümlelerini hatırlatın. Gramer sadece bir baş belası değildir; düşüncelerinizi ayağa kaldırıp yürütmek üzere sarılacağınız bir direktir. Üstelik, bütün o basit cümleler Hemingway'de işe yaramıştı, değil mi? Ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğunda bile, inanılmayacak kadar yetenekliydi.

Gramer bilginizi tazelemek isterseniz, yakınlardaki sahaflardan birine gidin ve Warriner's English Grammar and Composition^ kitabını alın... çoğumuz lisedeyken bu kitabı alıp görev bilinciyle kahverengi ambalaj kâğıdı ile kaplamıştık. Sanırım, kitabın baş ve son bölümlerinde ihtiyacınız olan bütün bilgilerin özetlendiğini görmek sizi rahatlatacaktır.

-3-


Üslup kılavuzunun kısalığına rağmen, William Strunk gramer ve kullanılışı konusunda kendi hoşlanmadığı konuları tartışacak yer bulmuş. Örneğin, "Kişiselleştirme" kelimesini gösterişli buluyor. (Strunk, "Bloknotlarınızı kişiselleştirin" yerine, "Antet bastırın" ı öneriyor.) "Gerçek şu ki" ve "Bu satırlar boyunca" gibi ifadelerden de nefret ediyor.

Benim de nefret ettiğim şeyler var... bana göre, "Bu çok güzel," diyenler köşede cezaya kalkmalı ve daha da iğrenç, "Zamanın bu noktasında", "Günün sonunda" gibi ifadeler kullananlar yemek yemeden (veya yazı kâğıda dökülmeden) yatmaya gönderilmeli.

(,) İngilizce Gramer ve Kompozisyon.

126


Yazma Sanatı

Yazı yazmanın temelini konuşurken beni hiddetlendiren iki konudan daha söz etmek ve ileriki bölümlere geçmeden önce onları içimden atmak istiyorum.

Fiiller aktif ve pasif olmak üzere iki biçimde kullanılır. Aktif fiilde, cümlenin öznesi bir şey yapıyordur. Pasif fiilde ise, bir şey cümlenin öznesine bir eylem görevi yükler. Özne sadece onun olmasına izin verir. Pasif cümleden kaçınmanız gerekir. Bunu söyleyen bir tek ben değilim; The Elements of Style 'da da aynı öneriyi bulabilirsiniz.

Strunk ve White neden bu kadar çok yazarın pasif cümle kullanmaya meraklı olduğunu tahmin edemiyor, ama ben etmek niyetindeyim; bence, çekingen yazarlar, çekingen âşıkların pasif partnerleri sevmesiyle aynı nedenden seviyorlar pasif cümle kurmayı. Pasif ses emniyetli geliyor. Başa çıkılması gereken sıkıntılı hareketler olmuyor; özne, Kraliçe Victoria'nın buyurduğu gibi, gözlerini kapayıp İngiltere'yi düşünüyor. Sanırım kendinden emin olmayan yazarlar da pasif yazarak iş yapma yetkilerini bir biçimde ödünç aldıklarını düşünüyorlar, belki de bunda bir tür ihtişam buluyorlar. Eğer kullanma talimatlarını ve avukat sözleşmelerini ihtişamlı buluyorsanız, işe yarar herhalde.

Çekingen dostumuz, toplantı saat yedide yapılacak, diye yazıyor, çünkü her nedense, "Bunu böyle yazarsan insanlar senin sahiden bildiğine inanır," diye düşünüyor. Bu işbirlikçi düşünceyi tasfiye edin! Omuzlarınızı geriye atın, çenenizi dikleştirin ve toplantıyı düzenleyin. Toplantı saat yedide, diye yazın. Oh! Kendinizi daha iyi hissetmiyor musunuz?

Pasif sesin kullanılacağı yer yoktur demiyorum. Örneğin, farz edin ki, birisi mutfakta ölüyor ama başka bir yerde bulunuyor. Her ne kadar, "Taşındı", "Alındı" kelimeleri beni irkiltmeye devam etse

127

Stephen King



de, ceset mutfaktan alındı ve misafir odasındaki divana taşındı,

diye yazmak mümkündür. Bu ifadeleri kabul ederim, ama bağrıma da basmam. Benim bağrıma basacağım ifade, Freddy ile Myra cesedi mutfaktan alıp misafir odasındaki kanepeye yatırdılar, şeklindedir. Ne diye ceset cümlenin öznesi olsun ki? Zaten ölmüş Tanrı aşkına!

İki sayfa pasif ifade -işle ilgili herhangi bir belgede bile olsa, sayfalar dolusu kötü kurgulardan söz etmeme bile gerek yok- beni avaz avaz bağırtacak hale getirir. Zayıflıktır, dolambaçlıdır ve genellikle işkence gibidir. Şuna ne buyurulur: İlk öpüşmem, tarafımdan daima Shayna ile olan aşkımın başlangıcı olarak anımsanır. Aman Tanrım... adam osurdu sanki, değil mi? Bu düşünceyi ifade etmenin çok daha basit -aynı zamanda hoş ve güçlü- yolu şudur: Shayna ile aşkım ilk öpüşmemizle başlamıştı. Bunu asla unutmayacağım. Bu ifadeye de bayıldığımı söyleyemem ama en azından o korkunç pasiflikten kurtulmuş olduk.

Bu arada, bir düşünce ikiye bölünerek ifade edildiğinde anlamanın daha da kolaylaştığını fark etmiş olabilirsiniz. Bu yaklaşım, okuyucu açısından işi kolaylaştırır ve daima önce okuyucuyu düşünmeniz gerekir; Sürekli Okurlar olmadan, boşluğun ortasında ördek gibi öten bir sesten öteye gidemezsiniz. Ve bu parkın ucunda bekleyen adam olarak yürüyüş yapmaya benzemez. E.B. White, The Elements of Style'ye giriş yazısında, "(Will Strunk) çoğu zaman okurun ciddi sıkıntıda olduğunu hissetti," diyor. "Okur, tıpkı bataklıkta çırpınan bir adam gibidir ve İngilizce yazmaya çalışan herkesin görevi o bataklığı çabucak kurutup adamı karaya çıkarmak veya en azından bir ip atmaktır." Ve unutmayın: Yazar ipi attı, yazılacak, ip yazar tarafından atıldı, değil. Lütfen, lütfen.


Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə