Epiküros düşüncesinde ikici gerçeklik ölçütü ise kavramdır
500
. “Herhangi bir
şeyin biçimini daha önce genel kavram olarak öğrenmedikçe, onu adlandıramayız.
Bu nedenle genel kavramlar açıktır; yeni bir düşünce de daha önce açık olan bir şeye
bağlıdır: Buna dayanarak, örneğin, “Bunun insan olduğunu nereden biliyoruz?”
deriz”
501
…
Epiküros, insanları ölüm korkusundan kurtarmak için de ruhun atomlardan
oluştuğu fikrini savundu. Herodotos’a yazdığına göre; “…Ruh çok ince parçalardan
oluşmuş ve tüm bedene yayılmış bir cisimdir. Sıcakla karışmış bir soluğa çok benzer.
Bazı bakımlardan birine, bazı bakımlardan da ötekine yakındır ama incelikte bu
ikisinden çok farklı ve bedenin geri kalanıyla çok daha eş duyumlu (üçüncü) bir
bölüm daha vardır: Bunun varlığını, ruhun yetileri, duyguları, devinim kolaylığı,
düşünme yeteneği ve yokluğu ölüm demek olan şeyler ortaya koyar. Ayrıca şunu da
göz önünde tutmalıyız ki, duyarlıkta en büyük pay ruha aittir… Ruh bedende
kaldıkça, bedenin başka bir parçası ayrılmış olsa bile duyarlığını yitirmez. Tersine,
ruhu saran koruyucu ister tümden ister kısmen çözülünce, ruh bazı parçalarını yitirse
bile, eğer varlığını sürdürürse, duyarlığı olacaktır. Buna karşılık, bedenin geri kalanı
tümden ya da kısmen varlığını sürdürse bile, az da olsa, ruhun doğasını oluşturan
atom sayısı ayrılıp gidince, duyarlığını yitirir. Bundan başka, bedenin geri kalanı
tümden çözülünce, ruh dağılır, eski yetilerini ve devinimini yitirir, sonuç olarak
duyarlığı da kalmaz”
502
…
Benzer düşüncelerini, Menoikeus’a yazdığı mektupta da dile getiriyor:
“…Ölümün bizim için hiçbir şey olmadığı düşüncesine kendini alıştır. Çünkü iyilik
500
Copleston 1996, 29
501
Laertios 2003, 487
502
Laertios a.g.e., 497-498
146
ve kötülük duyularla vardır. Ölüm ise duyulardan yoksun olmadır. Böylece, ölümün
bizim için hiçbir şey olmadığı düşüncesi ki doğrusu da budur, ölümlü yaşamı keyifli
kılar, ona sonsuz bir zaman ekleyerek değil, ölümsüzlük özlemini ortadan
kaldırarak”
503
…
Epiküros, mektuplarında insanların tanrıyı ya da tanrıları algılayış biçimlerine
de eleştiriler getirir. Herodotos’a yazdığına göre; “…Gökcisimleriyle ilgili olarak
şunu göz önüne almalıyız ki, bunların devinimleri, dönüşleri, tutulmaları, doğuş ve
batışları ve benzeri şeyler, her bakımdan mutlu ve ölümsüz bir varlığın getirdiği ya
da getireceği düzen sayesinde gerçekleşiyor değildir… Yoğun bir ateş kütlesi olan
cisimlerin mutluluğu elde edip bu devinimleri kendi istekleriyle kazandıklarını da
düşünmemeli… İnsan ruhunda kopan belli başlı fırtınaların kaynağı, bu
gökcisimlerinin mutlu ve ölümsüz olduğu inanışıdır. Bir yandan da kendi
durumlarına ters düşen istekleri, eylemleri ve nedenleri olmasıdır. Efsaneler
yüzünden ya da sanki ölümün bizimle bir ilgisi varmış gibi, ölümün getirdiği
duyumsamazlıktan korktuğumuz için, durmadan bir kötülük beklentisi ya da kuşkusu
içinde olmamız ve bu duruma böyle bir kanıya vardığımız için değil, zihnin akıldışı
bir sapması sonucu düşmemizdir”
504
…
Yine mektuplarından Menoikeus’a yazdığında diyor ki: “… Her şeyden önce,
tanrının ölümsüz ve mutlu bir canlı olduğuna inanıp, genel tanrı kavramının
gösterdiği gibi, onun ölümsüzlüğüne yabancı ve mutuluğuna aykırı hiçbir şeyi ona
yakıştırma. Ama onun ölümsüzlüğüyle mutluluğunu koruyabilen her şeyi ona
yakıştırmaktan çekinme. Çünkü tanrılar vardır. Onları açıkça tanıyoruz. Ama onlar
503
Laertios 2003, 517
504
Laertios a.g.e., 501-503
147
çoğunluğun düşündüğü gibi değillerdir. Çünkü çoğunluk onlar hakkında düşündüğü
şeylerin arkasında durmaz. Dinsiz olan, çoğunluğun tanrılarını ortadan kaldıran
değil, çoğunluğun düşündüklerini onlara yakıştırandır. Çünkü çoğunluğun tanrılarla
ilgili söyledikleri doğru kavramlara değil, yanlış varsayımlara dayanır. İşte tanrılar
tarafından kötülerin başına en büyük zararların gelmesi ve (iyilerin başına) en büyük
yararların gelmesi hep bu yanlış varsayımlar yüzündendir. Çünkü tanrılar kendi
erdemlerine alışık olduklarından, kendi benzerlerine yakınlık duyarlar, böyle
olmayanları ise yabancı sayarlar”
505
…
Ancak aynı mektupta dile getirdiği gibi: “… Doğa düşünürlerinin
“kader”inin kölesi olmaktansa tanrılar hakkındaki söylencelere inanmak daha iyidir.
Çünkü ikincisi, tapınımla tanrıları memnun etme umudunu verir. Diğeri ise memnun
etme nedir bilmeyen bir gerekliliği içerir”
506
...
Roma’lı filozof ve şair Lukretius’un (İ.Ö 94-55)
507
“De Rerum Natura” adlı altı
kitaplık şiir dizisinde de Epiküros’çu düşüncenin yankısını buluyoruz. İkinci kitapta
şair şöyle yazmış: “… İnsanların sefil ruhları, körleşmiş kalpler; hangi karanlık ve
kötülüklerle harcanmamıştır ki insan hayatı? Doğanın neyi haykırdığını görmüyor
musunuz? Beden için acı yokluğu, ruh içinse tasasız ve korkusuz bir sıhatten başka
bir şey istiyor mu? Bu bedende görüyoruz ki; onun çok az şeye ihtiyacı var. Acıyı
dindirebilen her şey ona sayısız haz sağlar. Bu durumda doğa şundan daha fazlasını
istemez: Eğer bizim evlerimizde, sağ ellerinde gecenin içki âlemlerini aydınlatan
meşaleleri tutan yaldızlı genç insan heykelleri yoksa ya da evlerimizin her yanı
gümüşle ışıldamıyor, altınla parıldamıyorsa, gitarlar duvarları, yaldız kaplı
505
Laertios 2003, 517
506
Epicurus 1979, 91
507
Speake 1994, 379
148
Dostları ilə paylaş: |