Thank you for your contribution



Yüklə 10,37 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə82/243
tarix16.08.2018
ölçüsü10,37 Mb.
#63316
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   243

164

sel iletişim’ disiplinlerinin aynı alanlar üzerinde üretim 

yapıyorlar görüntüsü vermelidir. Buradaki alan tacizinin 

saptanması ve açıklanması gerekmektedir. Disiplin 

alanlarının netlik kazanması, o disiplinlerin daha doğru 

temelde ve yönde gelişmelerine olanak tanıyacak, bu 

disiplinlerin eğitimini alanların da bir kimlik sorunu 

yaşamamalarının önüne geçecektir. 



Ek:1

“Sanal… Yani, var da yok… Soyut değil. O başka bir şey.

 Cüzdanıma baktım, para dışında bir sürü kart, kağıt. 

Banka kartı, kredi kartı, alışveriş kartı, bir takım notlar 

falan. Eskiden para diye bir şey vardı, bilir misiniz. 

Kağıt olanlarını ütüleyip cüzdanına istifleyenleri bilirim. 

Annemin para çantası vardı örneğin, çıtçıtlı, içinde sarı 

yirmibeşlikler, bakır 10 kuruşluklar, kağıt beşlikler ve 

baş ağrısı için birkaç ‘Optalidon’. Bir de ‘Pertev Yağlı 

Krem’ kokusu; hanımlar o kremi bir parça bir ellerinin 

üzerine sıkar, diğer ellerinin tersi ile yayarlardı.   O çan-

ta ve koku çocukluğumun en nostaljik anılarından biri 

olarak belleğimde asılı durur.

Şimdi maaşın bankaya yatıyor, sen ekranın başına 

geçiyorsun, şuna şu kadar yollanacak, buraya bu kadar 

yatırılacak. Otomatik ödemeler daha bir komik. Hooop 

dokunmadan eritiyorsun ‘sanal’ paranı, el sürmeden 

sıfırlıyorsun. Paran var da, yok yani. Cüzdanlar boş. 

Nakit yerine kart taşıyorsun, olmayanın yerine başka bir 

şeyi koyuyorsun. Olanı –aslında olmayanı- kolayca bu-

harlaştırıyorsun. Ekonomi, psikoloji, sosyoloji bilimleri 

bunu daha uygun açıklarlar: ‘olmayan’ın maddi ve hatta 

manevi değeri ‘anlık’tan kolay uçar, değerini bulamaz. 

O yüzden de kolayca harcıyorsun, üstelik eski deyimle 

‘bozuk para gibi’ bile değil; çocukluğumda yirmi kuruşa 

bir simit ve sade gazoz alınırdı çünkü.

Sanal, var da yok…

Cüzdanla sınırlı değil bu durum. Sanal bir dünyada 

‘yalnız’ yaşıyoruz. Parmaklarımız daha çok çalışıyor 

beynimizin, yüreğimizin yerine. Tutsak olmuşuz. Eğitim, 

kültür, sanat ve insana ait birçok değer yerine son 

çıkan teknolojik alete sahip olmak önceliğimiz. Bir yığın 

sanal hesabımız var. Bazılarımızın yüzlerce, kimilerinin 

binlerce, milyonlarca sanal ‘arkadaş’ı var görmediği, 

karşılıklı oturup çay-kahve içmediği.

Yok da, var yani: sanal…

 “Araba karşı şeride geçti, diğer aracı biçti, şu kadar 

ölü bu kadar yaralı”. Neden? Sürücü mesaj yazıyordu!.. 

Şaka gibi. Direksiyon başına geçince tüm işlerimizi 

telefonla halletme, eş dost akrabayı vs. anımsama dür-

tülerimiz kabarıyor birden. Kırmızı ışıkta ilk iş olarak 

gelen mesajları okuyan, cevap yazanları biliyorum. O 

sayılı anlarda dahi sanal dünyaya koşacak kadar çok mu 

‘meşgul’üz, çok mu ‘yalnız’ız…

Yeşil yandı, önümdeki araç gitmiyor kavşakta. Bir zaman 

sonra aheste aheste ‘lütfen’ kımıldıyor. Geçerken göz 

ucuyla bakıyorum, amcam ya da ablam yüzünde tanım-

sız bir gülümseme ile mesaj yazıyor. İçmeye ayranımız 

yokken ne oldu, nasıl oldu da bu ‘iletişim’ girdabına 

balıklama daldık?.. Her şeyimiz ekranda, ekran yoluyla. 

Var da yok. Kutlamalarımız, sövmelerimiz, sevmeleri-

miz, küskünlüklerimiz, sevinçlerimiz.

Nasıl bireyler olduk biz böyle. Hem içine kapanık hem 

saldırgan. Mutsuz ama mutluymuş gibi yapan. Mektup 

yazmayı, posta kartı atmayı unutan. Gerçeği erteleyip, 

öteleyip tercihini ‘sanal’dan yana kullanan. Küçük ya 

da büyük bir ekranın karşısında tüm dünyaya ulaşabi-

len ama orada, ‘kendi dünyası’nda  öylece tek başına 

oturan. Parmak uçları bir operatör doktor hassasi-

yetinde geliştikçe giderek yüzeyselleşen, sığlaşan, 

samimiyetsizleşen.  Sıklıkla iletişim ‘facia’ları yaşayan. 

“Nerelerdesiiiiiin, göremedim seniiiii, görüşelim (tercü-

mesi, buradan yazışalım)…öptüm çoook çok,  xxxxx )))))” 

dediğimiz, uzun zamandır ‘çevirim içi’ olmayan bir liste 

üyesi…

Bu tahribattan nasıl kurtulmak mümkün, işte ona benim 



de aklım yetmiyor. (Yetiyor da, yetmiyor. Var da yok.)

Bu nasıl bir çelişki ve bir ucube handikap ki dünyaya 

ulaştıkça kendi dünyamız küçülüyor. İnsana ait şeyler-

den gönüllü olarak uzaklaşıyoruz. Topyekün tedaviye 

ihtiyacımız var. İtiraf edelim, bağımlı olduk. Derdimiz 

kim ‘çevirim içi’, kim değil. ‘Akıllı’ telefonunu yanına al-

mayı unuttuğunda ya da kaybettiğinde delirenler, yakını 

ölmüş gibi üzülenler. Şarjım bitiyor paniği yaşayanlar. 

Uslu duran, dersini çalışan çocuğunu ‘ayped’ ya da cep 

telefonu ile ödüllendiren anneler, babalar. Yani sen, ben, 

o… Hepimiz… Aklımızı, yüreğimizi bir ‘alet’in emrine 

verdik. Uyuştuk, uyuzlaştık, tembelleştik. Yazı yazmayı 

unuttuk. Günlük konuşmalarımızda kullandığımız keli-

me sayısı düşüyor da düşüyor.

Cep telefonu da değil üstelik, masa telefonu; bir yere git 

on arkadaş, paaat masa üzerine. Öyle ya her an Birleş-

miş Milletlerden, Beyaz Saray’dan arayabilirler; yeni bir 

ihale, ithalat, ihracat bağlantısı yapabilirim; yazlık site 

inşaatımda, limanda yük boşaltan gemilerimde  ters gi-

den şeyler olabilir; on dakika sonra Milano ile telekonfe-

rans bağlantım var. Kaçınız telefonlarını ve benzerlerini 

evde bırakıp benimle çay-kahve içmeye gelir? Sen, ben, 

o...hepimiz.

Burada keseyim…Şu ‘sohbet’ programının yeni sürümü-

nü indirip yeni gelen modele bakmaya gideceğim. Çok 

şeker bişii ama yaaaa…

Hadi ‘layklayın’ beni… Layklamayanı silerim… Ya paylaş 

ya da terket tımam mı… Feys mesıncırda göörüşü-

rüüüüz… byeeeeeee xxxxxxx”

(https://www.facebook.com/notes/erdal-aygen%-

C3%A7/sanal-yani-var-da-yok/10152303470841334)



Yüklə 10,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   243




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə