ları ile din ülküsü uğrunda girişilen çabalan at-başı yü
rütürler.
Battalnâme, Dânişmendnâme
gibi yapıtlar IX’
uncu yüzyılda
(Battâl çağı)
Arap akınlarından, Xl'inci
yüzyılda (Dânişmend Gazi çağı) da Selçuklu - Türk akın-
larından kalma anıları, X lll’üncü ve XIV'üncü yüzyıllarda
Anadolu türk edebiyatında yansıtan yaratmalara belirgin
örneklerdir. Daha sonraki dönemlerde, Osmanlı yayılışı
nın coşkulu ülküsünü halk dilinde halk yığınlarına yay
mak amaciyle düzenlenmiş Gazavatnâme’Ier aynı gele
neğin devamıdır.
Bu anlatı edebiyatının ikinci bir çeşidini, İslâm dini
nin yayıcıları, ya da tasavvuf akımlarının önderleri olmuş
üstün kişilerin menkabelerini bir araya getiren eserler
de görürüz.
Orta Asya'da* Karahanlt Satuk Buğda Hân,
Anadolu’da Hacı Bektaş, hem Anadolu’da, hem de — da
ha çok— Rumeli'de Sarı Saltık’ın büyük işleri
üzerine
yazılmış
menâkîbnâme
(ya da Vilâyetnâme) ler bu kü
meye girer. Bu son çeşitten yapıtlarla destanlar, içerik
lerinde olağan-üstü öğelerin önemli yer alması bakımın
dan ortak nitelik gösterirler;
destanlardan — ve bir de
receye kadar birinci kümedeki «gazavatnâme» tipi yapıt
lardan— onları ayıran başlıca özellik ise, kahramanların
savaşlarının «manevî» bir alana dönüşmüş olmasıdır; ça
tışmaların, boy ölçüşmelerin amacı da, anlamı da değiş
miştir; savaş hünerlerinin yerini kerâmetler, silâhın ye
rini etkili söz almıştır;
dâva, ülkeler fethetmek, gani
metler elde etmek değil, gönülleri ve bilinçleri kazanmak
tır.
Yukarda
söylediğimiz gibi,
bu yapıtlar,
yazarları
belli yazılı eserler olduğu için,
edebiyat tarihinin malı
dır; ama aynı zamanda, halkbiliminin çeşitli konularının
incelenmesinde önemli araçlardır. Sözlü gelenekle yazılı
edebiyatın alış - verişi en çok bu yapıtların aracılığı ile
olur. Efsane, masal, inanış...
gibi türlü ha)k geleneği
54
olgularının belli bir tarih çağında, yazıya geçmiş tanıkları
onların içinde yuvalanmıştır; çağımızda yaşayan herhan
gi bir halk kültürü konusunun tarihî gelişimindeki aşa
maları ancak bu yazılı eserler sayesinde izleyebiliriz. Öte
yandan, sözlü gelenek yazılı edebiyata birçok şeyler ver
diği gibi, ondan aldığı da bir gerçektir; efsane, masc!,
türkü, inanış, töre... gibi kültür olguları içinde, yazı-ön-
cesi kültür döneminden gelenlerle, yazılı kültürden miras
kalanları ayırd etmek istendiği zaman, gene, bu «yazılı
halkedebiyatı» eserlerinin aracılığına baş vurulacaktır.
Soru 2 2 : Halk hikâyesi deyiminin karşıladığı
türün nitelikleri nelerdir?
Bu deyimden, somut örnek vermek gerekirse, Köroğ-
lu, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Tahir ile Zühre, v.b. hikâ
yeleri anlıyoruz. Bu anlatı geleneğinin bugün de canlı kal
dığı bölgelerde (Kars, Erzurum gibi Kuzey-doğu ve Ma-
raş, Çukurova gibi Güney-doğu Anadolu ilherinde) onlara
hikâye adı veriliyor.
Bizim kanımıza göre bu tür
XVI’ıncı yüzyıldan bu
yana, eski ozanların anlatma geleneğinin ürünü olan des
tan («epopee») ın yerini aldı. O gelenekten pek çok şeyler
hikâyeciliğe de miras k a ld ı:
anlatıya sazın-ezginin ko
şulması, mimik ve ses taklitlerinin önemli bir yer tutma
sı, anlatının büyük boyutu (3, 5, 7 gece süren hikâyeler
vardır), dinleyici - anlatıcı ilişkilerinin destan
geleneğin-
dekilere benzeyişi (yani hikâyecinin de,
tıpkı
destancı
gibi, sadece dinleyicilerini eğitmek ve eğlendirmek de
ğil, onların «ideal» saydıkları insan tiplerine ve özle
dikleri toplum düzenine duygulanmalarını dile getirmesi),
anlatıcının uzun bir öğreti dönemi sonunda bir «uzman
lık» yeterliği elde etmiş olması, hikâyelerin çoğu kez er
55
kek ve yetişkinler çevresine (kahvelerde ve düğün süre
since erkek meclislerinde) seslenmesi, özellikle Köroğlu
hikâyelerinde birçok kol ( «6pisode» ) ların, her biri başı
sonu belli bir anlatı bütünü olmakla beraber'aynı kahra
manların yeni maceralar peşinde yeniden sahneye çıkma
ları sonucu olarak, gevşek de olsa, birbirine bağlanarak
«çok halkalı bir çember» meydana getirmeleri gibi.
Bununla beraber,
halk hikâyeleri,
yeni ve ayrı bir
türe girerler; biçim ve üslûpları destanlardan farklıdır;
Dede Korkut Kitabı'ndaki nazım tekniği, âşıkların nazım
tekniğine dönüşmüştür;
nazımlı parçaların metin içinde
yerleşme düzeni de tamamiyle
değişiktir:
destanlarda
3’üncü şahısla anlatı parçaları da nazımlı olabildiği hal
de, bunlarda nazım kimi etkin konuşmalara sınırlanmış
tır; anlatı tüm nesir olarak yürütülür.
Böylece Köroğlu
hikâyeleri gibi, konuları destansı olanlar bile üslûp, tek
nik ve anlatıcıların nitelikleri bakımından yeni bir tür,
«halk hikâyesi» türü, olarak incelenmek gerekir.
Konuları ve toplum içindeki görevleriyle de halk hi
kâyeleri destanlardan farklılaşmağa yönelmiş bir türe g i
rerler: destanda bir toplumu tüm olarak temsil eden kah
ramanların toplum adına dış düşmanlarla, ya da insan-
dışı (tanrımsı ya da şeytanimsi) varlıklarla savaş ya da
barış halindeki ilişkilerinin, tabiat-üstü güçlerle uğraşla
rının dile getirilmesine karşılık, halk hikâyesinde anlatı
lan ilişkiler toplum-içi, bireyler ya da tabakalar arasın-
dakilerdir; çatışmalar da aynı çerçeve içinde kalır. Hikâ
yelerde olağanüstü öğelerin azaldığı, olayların ve kişile
rin normal boyutlara indirilmesine — bir kelime ile ger
çekçiliğe— doğru bir eğilimin belirdiği görülür. Anlatıcı
nın bu gerçekçilik kaygısı
bakımından âşık hikâyeleri,
anlatı türlerinin gelişmesinde, kahramanlık destaniyle mo
dern «bourgeois» romanı arasında — aşağıda göreceği
miz meddah hikâyelerinden bir basamak geri— bir aşa
mada yer alırlar.
56
Dostları ilə paylaş: |