bölüklerinde ise bölük komutanına Bölükbaşı denilirdi. Bunlardan başka, bölüklerin
kethüda, odabaşı, vekilharç, bayraktar, başesgi adı verilen subayları da bulunuyordu
(Uzunçarşılı,1988a:155-176).
Yeniçeri Ocağının en büyük komutanı Yeniçeri Ağası idi, ondan sonra Sekbanbaşı
gelmekteydi. Ocak Kethüdası, Zagarcıbaşı, Soncubaşı, Turnacıbaşı, Başçavuş ve
Muhzırağa, kıdem sırasına göre ocağın önemli ağalarıydı. Yeniçeriler, üç ayda bir maaş
alırlardı, her bölüğe ait meşin keseler içinde hazırlanan maaşın Salı günleri verilmesi
kanun gereğiydi. Yeniçeri Ocağında maaş işlerine bakan Yeniçeri Efendisi denilen kişi,
ocakta önemli bir şahsiyet olup atanma ve azil sorumluluğu Sadrazama aitti. Maaşlar
hicri yılın ayalarına göre verilirdi. Muharrem, Safer, Reblülevvel denilen ilk üç aya, bu
ayların baş harflerinin alınmasıyla Masar, Reblülahır, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahır
aylarına Recec, Receb, Saman, Ramazan aylarına Resen ve Şevval, Zılkade, Zilhicce
aylarına da Lezez adları verilmişti. Yeniçeriler gazi Serpuşu olan, uç bölgelerindeki
Türklerin kendilerini halktan ayırmak için başlarına giydikleri ve Ahilere de mahsus
olduğu söylenen Börk adı verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi. Börklerinin
arkasındaki yatırım denilen ve omuza kadar inan parça, yeniçerilerin ensesini ve kısmen
sırtını da örterdi. Yeniçeriler, börklerini eğri takar subaylar ise düz takardı, subayların
börklerinin başa takılan yeri sırma işlemeli olup buna üsküf adı verilirdi (Uzunçarşılı,
1988a:263-272).
Yeniçerilerin yemekleri, her bölüğün kendi mutfağında yapılır, yemek masrafları da
yeniçerilerden her hafta toplanan paralardan karşılanırdı. Bölüğün mutfağı aynı
zamanda hapishane olarak kullanılmakta olup, cinayet suçu dışındaki diğer suçları
işleyen yeniçerilere, cezaları mutfakta hapsedilerek çektirilirdi (Uzunçarşılı,1988:355-
362).
Yeniçeri Ocağının bayrağı ve bandosu da bulunmaktaydı. Ocakta büyük bayrak olarak
İmam-ı Azam bayrağı, Yeniçeri ağası bayrağı, ocağın büyük alay bayrağı, Kethüda bey
bayrağı, Baş yayabaşı bayrağı, Başçavuş bayrağı ve 1610 yılından itibaren de Hacı
Bektaş’ı simgeleyen bir beyaz bayrak taşınmaktaydı. Yeniçeri Ocağı, 13 ncü yüzyılda
yaşamış olan Hacı Bektaş Veli’yi ocağın piri olarak kabul etmekdeydi. Ocağın kuruluşu
esnasında Babailerin ve Alperenlerin büyüt etkisinin olması nedeniyle ocağın piri olarak
14
Hacı Bektaş-ı Veli kabullenilmişti (Yücel ve Sevim, 1995) (Uzunçarşılı, 1988a:290-
292).
Zaten Osmanlı devletinin kuruluşu esnasında, Anadoluda çok güçlü olan bir Ahi
teşkilatı vardı. Orhan Gazi, Şeyh Edebalinin kızıyla evlenerek onların desteğini almış ve
Bursanın fethi de dâhil olmak üzere birçok askeri başarıyı Ahi Hasan, Çandarlı Kara
Halil, Şeyh Mahmut gibi Ahi beylerinin de desteğiyle kazanmıştır. Bizzat Ahi reisi
olduğu söylenen I.Murat da Yeniçeri Ocağını kurduğu zaman askerlere Ahilere özgü
olan beyaz börk giydirmiştir. Yaklaşık olarak 15. yüzyılın ilk yarısında da Babai tarikatı
olarak bilinen tarikat, asıl ismini bırakarak Babai Şeyhlerinden Hacı Bektaş Velinin
isminden gelen Bektaşilik adıyla anılmaya başlanmıştır. Ahiliğin eski gücünü
kaybetmesiyle birlikte Bektaşiliğin gücü artmış ve Yeniçerileri etki altına almıştır.
Yeniçerilerin Bektaşilikle alakaları ocağın kaldırılmasına kadar devam etmiştir
(Uzunçarşılı,1988a:147-150).
Yeniçeri ocağında ilk devirlerde, ok eğitimi için bir talimhane vardı. Bu talimhanede ok
atma eğitimi verilir, kabza tutma öğretilir ve egzersizler yapılırdı. Yeniçeriler, 14 ncü ve
15. yüzyılda ok, yay, kılıç, kalkan, kargı ve bıçak gibi savaş aletlerini kullanırlardı.
Savaşta siper kazmak için kendilerine kazma ve kürekte verilirdi.
Talimhaneci tarafından yaptırılan ok taliminin yanı sıra Avcıbaşı diye adlandırılan
görevli tarafından Yeniçerilere ve ocağa yeni giren askerlere, tüfek talimi yaptırılırdı.
Ok ve tüfek talimhaneleri bir atış okulu halinde 16. yüzyılın sonlarına kadar devam
etmesine rağmen bu dönemden itibaren önemini kaybetmiştir (Uzunçarşılı,1988a:332-
336).
Savaş olmadığı dönemlerde Yeniçerilerin gerek İstanbul’da gerekse diğer şehir ve
kalelerde olmak üzere çeşitli görevleri vardı. Bu görevlerden en önemli olanı ise
toplanan Divan-ı Hümayuna muhafızlık yapmaktı. Yeniçeriler ilk zamanlarda hergün,
daha sonraki yüzyıllarda ise haftada iki veya dört gün sabahları erkenden toplanan
divana nöbetçilik yaparlardı. Yeniçeri ağasının emir komutasında önce sabah namazına,
müteakiben saraya giden yeniçeriler divan toplantısının sonuna doğru saray mutfağında
kendileri için hazırlanmış olan çorbaları alarak içerlerdi. Kâseler halinde meydana
getirilen çorbaların, yeniçeriler tarafından içilmesi, ocak askerlerinin herhangi bir
sorunlarının olmadığını göstermekteydi. Bazı zamanlarda ise, Yeniçeriler kendilerine
15
ikram edilen çorbaları içmez ve kâseleri ayaklarıyla devirirlerdi. Bu durum
Yeniçerilerin bir şeyden huzursuz olduğunun göstergesi olmakla birlikte, padişaha ve
sadrazama karşı bir uyarı niteliği de taşımaktaydı (Uzunçarşılı,1988a:321-322).
İstanbul’da bulunan yeniçeriler herhangi bir yangın durumunda itfaiyecilikte yaparlar,
odalarında bulunan su kovası, kanca ve baltalarla yangın da söndürürlerdi.
Tulumbacıların ihdas edilmesiyle birlikte, Yeniçerilerin yangındaki görevleri de
azaltılmıştır. Yeniçerilerden bazıları da Yeniçeri ağasıyla birlikte İstanbul’un
semtlerinde kol gezerek asayişin sağlanmasına çalışırlardı. İstanbul’da bulunan
karakolların, kale kapılarının açılıp kapanması hizmetleri de yeniçerilere aitti.
Bunlardan herhangi bir semtin inzibatına bakanlara Kullukçu ve kale kapılarında
muhafızlık yapanlara da Yasakçı denmekteydi (Uzunçarşılı, 1988a:197).
Yeniçerilerin İstanbul dışındaki görevleri ise şehir ve kale hizmetleri olmak üzere ikiye
ayrılmaktaydı. Şehirlerde görev yapanların işi Yasakçılık ederek o bölgenin inzibatını
sağlamaktı. Bir bölgeye yasakçı tayininin yapılabilmesi için kasaba halkının herhangi
bir tehlikeye karşı Yasakçı talep etmesi gerekmekteydi. Kasaba ve şehirlerdeki bu
Yasakçıların parası halk tarafından ödenmekteydi. Yeniçerilerin taşra vazifelerinden en
önemli olanı ise kale muhafızlığıydı. Yeniçeri bölükleri nöbetle ve üç sene boyunca
kalelerde muhafızlık yaparlardı. Hizmetini tamamlayan bölüğün yerine İstanbul’dan
yeni bir bölük gönderilirdi. Bu muhafızlıkların en önemli olanları ise hudutlarda
bulunan kalelerin muhafızlığıydı. Kalelerde muhafızlık yapan Yeniçerilere aynı
zamanda Nöbetçi de denilmekteydi (Uzunçarşılı, 1988a:321-330).
Yeniçerilerin içinde bir de maaş almadan görev yapan Gönüllü Yeniçeriler vardı. Bunlar
bölge halkından olup, Yeniçerilerin şerefinden ve imtiyazlarından yararlanmak için
maaşsız olarak Yeniçeriliğe alınan bir zümreden oluşmaktaydı. Gönüllü yeniçeriler
bulundukları bölgenin Yeniçeri Serdarının defterine kayıt edilirlerdi. Bunlar harp
zamanında bulundukları bölgenin Serdarının emir komutası altında muharebeye gidip,
Yeniçerilerin ulüfe defterine maaşlı olarak kaydelirler ve hakiki yeniçeri olurlardı
(Uzunçarşılı, 1988a:330).
Osmanlı devlet geleneğine göre hükümdar ilan edilerek tahta çıkan padişah kendisinin
muhafızı olan Kapıkullarına cülus bahşişi ve terakki (agu) verirdi. Osmanlı tarihine göre
ilk defa Yıldırım Beyazid tarafından verilen Cülus bahşişinin verilmesine dair
16
Dostları ilə paylaş: |