kanunname çıkarılması da Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuştur. Ayrıca
geleneklere göre yeni padişahın ilk sefere çıkışında da yeniçerilere sefer bahşişi vermesi
adet olmuştu. Ancak bu gelenekler zamanla kötüye kullanılmış ve devletin zor duruma
düşürülmesine neden olmuştur (Uzunçarşılı, 1988a:337-344).
Osmanlı kanunlarına göre devletin merkez teşkilatındaki ağaların en büyüğü Yeniçeri
Ağasıydı. Padişahlar saltanatlarını sağlama almak için buraya çok önem verirler ve en
güvendikleri adamlardan birini Yeniçeri Ağası olarak tayin ederlerdi. Yeniçeri Ağaları,
ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan tayin edilirken, Yeniçerilerin Fatih
Sultan Mehmet’ten sefer bahşişi istemek suretiyle yaptıkları münasebetsizlik üzerine,
Yeniçeri Ağalarının Sekban Başılardan seçilmeye başlandığı görülmektedir. Fakat
bunların da bazı yanlış hareketlerde bulunmaları üzerine, Yeniçeri Ağaları saray
efradından seçilmeye başlamıştır. Yeniçeri ağası direk olarak padişaha bağlı olup
divanın toplandığı günlerde padişaha arza çıkardı. Eğer divanın toplandığı günlerde
padişah sarayda değilse, Yeniçeri Ağası divana muhafızlık yapacak yeniçerilerini
gönderir, fakat kendisi saraya gitmezdi. Padişahın Cuma ve bayram namazlarına
çıkması durumunda Ağada namaza çıkar, padişahın koluna girerek attan inmesini
sağlardı. Yeniçeri Ağasının barıştaki görevlerinden birisi de İstanbul’un güvenliğinin
sağlanmasıydı. Ağa, mahiyetinde bulunan bir heyet ve falakacılarıyla birlikte zaman
zaman semtleri dolaşarak asayişi temin ederdi (TSK Tarihi, 3/1, 1964: 217-219).
1593 yılına kadar Yeniçeri Ağalarının tayinleri ve azilleri doğrudan doğruya
Hükümdara bağlıydı. Padişah sefere giderken Yeniçeri Ağası da gider, eğer padişah
sefere gitmez ise Ağa da İstanbul’da kalırdı. III. Murat, Avusturya seferi esnasında,
önceki hükümdarlar gibi ordusunun başında savaşa gitmemiş ve sadrazam Sinan Paşayı
Serdar-ı Ekrem tayin ederek, Yeniçeri Ağasının Vezir-i azam maiyyetinde sefere
gitmesine karar vermişti. Bu durum, Yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar sürmüştür.
Aslında, 16. yüzyılın başlarından itibaren, zaten devlet teşkilatında oldukça etkili bir
konumda bulunan Yeniçeri Ağalarının itibarı daha da arttırılmıştı. Bu dönemde kabul
edilen bir kanunla Yeniçeri ağaları bazen Vezirlik ile Ağa Paşa olurlardı. Böyle olduğu
zamanlarda Yeniçeri Ağası divana girip müzakelere katılırdı. 16. yüzyılın sonuna kadar
ise terfi ettirilecek Yeniçeri Ağaları genellikle Beylerbeyi ve Kaptan-ı Derya olurlardı.
Ağalar gözden düşüp, ağalıktan çıkarıldıkları zaman mevcut maaşlarının karşılığı olan
17
Haslarla sancak beyi yapılır, teammüllere göre de Kastamonu sancak beyliğine
gönderilirlerdi. Devlet teşkilatının bozulmasıyla birlikte bu gibi kanun ve teamüllere
önem verilmediğinden Yeniçeri ağalarının Sadrazam tayin edildikleri de görülmüştür
(Uzunçarşılı,1988a:187).
Yeniçeri Ocağının kendine özgü kanun ve kuralları bulunmaktaydı. Aynı gün ve aynı
saatte ocağa girmiş olanlardan hangisi diğerinden daha evvel kaydolmuşsa o nefer daha
kıdemli oluyordu. Otorite ve disiplin çok üst düzeyde olmakla birlikte neferler arasında
bir kardeşlik anlayışı da mevcuttu. Küçüklerin büyüklerine hürmet ve itaatte kusur
etmemelerinin yanında, büyüklerinde küçüklerine şefkat ve sevgi göstermeleri
adettendi. Yeniçeri ocağına en son giren bir nefer, bulunduğu odanın acemisi olup
hizmetiyle mükellefti. Fakat odasında kendisine asla yabancılık çektirilmez, kardeş
muamelesi görürdü. Yaptığı hizmetlerin karşılığı olarak da kendisinden yemek parası
alınmazdı. Yeniçeri Ocağına mensup bulunan neferler arasındaki birlik ve beraberlik,
çok üst düzeyde bulunuyordu. Padişahlarına ölümüne bağlı olan yeniçeriler için en
büyük şeref, muharebede padişahı korumaktı. Hükümdarı kendi velinimetleri olarak
gören yeniçerilere, padişahlarda “kulum” diye hitap ederlerdi. Ancak yeniçeriler
arasında ocağa bağlılık bazen herşeyden önce gelmekteydi. Öyleki kimi zamanlar
padişaha isyan eden arkadaşları ile padişah arasında seçim yaptıklarında, arkadaşlarına
silah çekmemiş ve Yeniçeri Ocağına bağlılığı padişaha yeğlemişlerdir
(Uzunçarşılı,1988a:288-289;TSK Tarihi, 3/1,1964:224).
Yeniçeri ocağının kurulduğu tarihten 16. yüzyılın başına kadar yeniçerilerin evlenmeleri
kesinlikle yasaktı. Bundan dolayı hem İstanbulda hem de Edirnede kendileri için
yaptırılan kışlalarda kalırlardı. Evlenmesine ilk izin verilen Yeniçeri neferi Yavuz
Sultan Selim döneminde Vezir-i azam olan Yunus Paşanın kardeşidir. Daha sonraki
dönemlerde evlenmeyle ilgili yasaklar kaldırılmış hatta evlenenlerin kışla dışında, kendi
evlerinde kalmalarına bile izin verilmiştir. Aslında Yeniçeri Ocağı, kuruluşundan 16.
yüzyılın sonuna kadar sürekli tekâmül ederek dönemine göre mükemmel bir hale
gelmişti. Kanuni Sultan Süleymana kadar Osmanlı padişahlarının ordularının başında
sefere gitmeleri ve onların disiplinleriyle yakından ilgilenmelerinin sonucu olarak
Kapıkulu Ocakları kendi dönemi içerisinde dünyanın en mükemmel ordusu olarak
gösteriliyordu (Uzunçarşılı, 1988a:306-307).
18
Yeniçeri Ocağının düzeninin bozulmaya başlaması, Sultan III. Murad dönemine
rastlamaktadır. Bu dönemde, evli yeniçerilerin sayılarında büyük artışlar olmuş ve evli
neferlerin evlerinde yatmalarına izin verilmişti. Bu yeniçerilerin arasında esnaflığa
başlayanların da olduğu görülmektedir. Yine III. Murad döneminde Kulkardeşi ismiyle
Yeniçeri Ocağına yabancıların alınması, zamanla ocağın sayısını büyük ölçüde
arttırmıştır. Bu durum, Yeniçeri maaşlarının temini açısından da sorun yaratmıştır.
Ocağa girebilmek için gerekli müddeti geçirmeden alınan bu yabancılar, ocaktaki diğer
neferlerin de disiplinini bozmuştur. Bu dönemden itibaren, Yeniçeri Ocağının
kaldırıldığı 1826 yılına kadar geçen zamanda, Yeniçeriler, Osmanlı devletinin iç
siyasetinin baş aktörü olmuştur. Vaka-i Hayriye olarak adlandırılan bu olayın kapsamlı
bir değerlendirmesini sonraki bölümlerde ayrıca yapacağız (Uzunçarşılı,1988a:478).
1.1.3. Cebeci Ocağı
Cebeci ocağının tam olarak ne zaman kurulduğunu bilemiyoruz, ancak yazılı
kaynaklarımız 15. yüzyılın ortalarında bu ocağın mevcut olduğunu göstermektedir
(Uzunçarşılı,1988b:3-5).
“Cebe” nin kelime anlamı zırh demektir. Cebeci ocağı, Yeriçerilere ait ok, yay, tüfek,
kılıç, kazma, kürek, barut, fitil, kurşun, zırh, tolga gibi harb malzemelerini tedarik ve
muhafaza eder, muharebe zamanında bunları cepheye götürürlerdi. Muharebenin sona
ermesiyle birlikte aynı malzemeleri geri alarak bakımını yapar, onarıma ihtiyacı olanları
tamir ederlerdi. Yaklaşık 600–700 kişiden oluşan Cebeci Ocağı, diğer Kapıkulu ocakları
gibi bölüklere taksim edilmişti. Cebeci ortaları silah yapan, tamir eden, barutları ıslah
eden, harp malzemelerini tedarik edip hazırlayan sınıflardan oluşmaktaydı. Bunların
arasında ayrı bir sınıf olarak kumbara dökücüleri, barutçular ve lağımcılar da mevcuttu
(TSK Tarihi 3/1, 1964:236-237).
Cebeci Ocağının en büyük zabitine Cebecibaşı denilirdi. Cebecibaşı tayin edilen şahıs
padişahın huzuruna kabul edilerek teşekkür anlamında etek öperdi. Cebecibaşının
protokoldeki yeri Fatih Sultan Mehmet Kanunnamesine göre Kapucular Kethüdasından
sonra, Topçu başından önce gelmekteydi. Teşkilat olarak Yeniçeri Ocağına bağlı
bulunan Cebeciler, merkez olarak İstanbuldaki atölyelerde görev yapmakla birlikte
kalelerde görev yapan cebeciler de mevcuttu. Kalelerde hizmet yapan Cebeciler,
Yeniçerilerde olduğu gibi üç yıl süreyle kalelerde hizmet ettikten sonra, merkeze
19
Dostları ilə paylaş: |