−
Örgüt bağımlı değişkenler bütünü olarak kabul edilmiştir. Bu
yaklaşım örgüte ilişkin bir sorunun örgütün sadece bir parçası
açısından incelenmesini önler.
−
Örgüt insan, formal örgüt, informal gruplar, rol, statü, ortam gibi
birbirine bağımlı alt sistemlerden oluşur.
−
Örgüt ve örgütü işleten yönetim alt ve üst sistemlerle ve diğer
sistemlerle sürekli etkileşim halindedir.
−
Örgüt ve onu işleten yönetim toplumsal, ekonomik, siyasal çevrenin
sürekli etkisi altında olduğuna ve bu çevreyi etkilediğine göre,
amaçlarına ulaşabilmek için çevredeki değişeme ve dinamizme
uymak zorundadır.
−
Örgütün çevresindeki değişme ve dinamizme uyabilmesi için etkili
bir iletişim sistemine sahip olmalıdır.
−
Alt sistemler arasındaki iletişim sürtüşmelerinden dolayı, sistemde
bir enerji kaybı olur. Sistem ne kadar iyi işlerse enerji kaybı o kadar
az olur. Bu açıdan başarılı yönetici örgütü en az enerji kaybı ile iyi
işleten yöneticidir.
−
Örgütsel sorunları çözme, bilgiye dayanmaktadır. Bu nedenle bilgileri
sağlamak için sistematik yöntemler geliştirmek gerekmektedir.
Zararları
−
Sistem yaklaşımının bir zararı uygulamaya konulduktan sonar aşırı
bir güven uyandırmasındandır. Bir örgütten sistem kurulur kurulmaz
her zaman geçerli ve herşeye yeterli olduğu izlenimi bırakması
problem yaratabilir.
−
Sistem modelcisi doğal sistemler kadar kuvvetli sistemler
kuramayacağını unutmamalı ve aşırı güven duymamalıdır. Yönetici
de böyle düşünmemelidir. Çünkü hiçbir örgüt mükemmel değildir, ve
böyle sayıldığı anda gerilemeye başlar.
Sınırlılıkları
−
Bilginin gerektiği zaman ve çabuklukta bulunması bir problemdir.
Çağdaş Kuramların Eğitim Yönetimine Etkileri
Eğitim kurumları açık toplumsal bir sistem olarak incelenmeye
başlanmıştır.
Öğrenci, öğretmen, yönetim, sınıf, rol, statü, gibi alt sistemleri olan
okullar eğitim müdürlüğü ve merkez örgütü gibi üst sistemlere bağlıdır.
Toplumdaki bütün öteki sistemler eğitim sisteminin (ve eğitim sistemini
oluşturan eğitim kurumlarının) çevresini oluşturur.
Eğitim örgütlerinde informal iletişim formal iletişim kadar önemli rol
oynamaktadır.
Okulun çevresi ve bu çevrede yaşayan halk ile olan ilişkilerinde
değişiklik yaratan etkenlerden başlıcaları bilim ve teknolojideki
değişmeler, hızlı sanayileşme, nüfus akımları, sosyal hareketlilik, baskı
ve yarar gruplarıdır.
Eğitim sistemlerinin çevreyle etkileşmesi kadar, çevreden farklılaşması
da beklenir.
Ekler:
−
İzlenecek film1: Guguk kuşu
−
İzlenecek film2: Ölü Ozanlar Derneği
−
İzlenecek film3: Rıhtımlar Üzerinde
Gukuk Kuşu: Ken Kesey’in aynı isimli romanından, Bo Goldman’ın
katkılarıyla senaryolaştırılan, Milos Forman’ın 1975 tarihli kült filmi,
Türkçe’si ile “Guguk Kuşu”… 9 dalda Oscar adayı olmuş ve 5 dalda Oscar
kazanmış gerçekten çok önemli, nitelikli, mesaj verme kaygısı güden
unutulmaz bir film. Filmin kazandığı Oscar’lar arasında en iyi yönetmen
(Milos Forman), en iyi kadın oyuncu (Louise Fletcher) ve en iyi erkek
oyuncu (Jack Nicholson) ödülleri de vardır. Gerçekten Randle Patrick
McMurphy rolündeki Jack Nicholson ve hemşire Mildred Ratched rolündeki
Louise Fletcher kazandıkları ödülleri hak eden unutulmaz performanslar
sergilemektedir. Bu performansların ortaya çıkmasında dahi yönetmen
Milos Forman’ın katkıları da göz ardı edilemeyecek ölçüdedir. Ayrıca
William Redfield, Danny DeVito ve Christopher Lloyd gibi tanıdık simaları
da görmekteyiz filmin oyuncu kadrosunda. Chief rolündeki Will Sampson’u
da unutmamak lazım.
Filmin kısa bir özetini yapacak olursak; Randle Patrick McMurphy isimli
esas oğlanımız otoriteyle ciddi problemler yaşayan, çalışmayı sevmeyen ve
kızdığı zaman şiddete meyilli ancak aslında oldukça eğlenceli, hayattan
zevk alan bir adamdır. Daha önce çeşitli nedenlerle 5 saldırı olayına adı
karışmış ve dahası ergen olmayan bir kızla yaşadığı ilişki nedeniyle
tutuklanmıştır. Ciddi bir suç işlememesine rağmen hapishane yerine
gönderildiği çalışma kampında gösterdiği disiplinsiz tavırlar McMurphy’nin
deli olabileceği şüphesiyle kendisinin bir kliniğe gönderilmesine yol
açmıştır. McMurphy de hapishane yerine akıl hastanesinin daha eğlenceli
ve güvenceli olacağını düşünmüş ve bu nedenle karara itiraz etmemiştir.
Kısa bir süre hastanede yatacak ve daha sonra yeniden özgürlüğüne
kavuşabilecektir. Ancak klinik günleri McMurphy’nin hayal ettiği gibi
geçmeyecektir. McMurphy ilk günlerde çeşitli ruhsal sorunları olan
arkadaşlarıyla kafa bularak eğlenmekte, onlarla kart oynayarak paralarına
ve sigaralarına el koymakta ve oldukça güzel günler geçirmektedir. Ancak
McMurphy kısa sürede özgürlüğünün elinden alındığını fark edecektir. İlk
kriz McMurphy’nin Amerikan futbolu finallerini izlemek için hemşire
Ratched’dan izin istemesiyle olacaktır. Hemşire Ratched olaya soğuk
yaklaşsa da, hastalar üzerindeki tartışmasız otoritesine de güvenerek
televizyonun açılıp açılamayacağı konusunda bir oylamaya razı olmuştur.
Oylamada McMurphy’e yalnız 2 destek oyu çıkar ve finallerin ilk maçı
izlenilmez. Ertesi gün arkadaşlarının gözünde değeri ve karizması hızla
yükselen McMurphy onların oy vereceğine inanarak yeni bir oylama teklif
eder. Gerçekten de oylamaya katılan 9 kişi de “evet” oyu kullanmış ve
hemşire Ratched’ı şoke etmiştir. Ancak hemşire Ratched oylamaya
katılamayacak durumda olan ağır hastaları da sayarak 18 kişiden çıkan 9
oyun bir karar alınması için yeterli olamayacağını söyler. McMurphy sağır
ve dilsiz olduğu düşünülen iri yarı Kızılderili Chief’i daha sonra elini
kaldırarak oy vermesi konusunda ikna etmesine karşın hemşire Ratched
otoritesinden taviz vermeyerek oylama zamanının geçtiğini ve
televizyonun açılmayacağını belirtir. Bu olaydan sonra artık McMurphy ve
Ratched arasında acımasız bir rekabet başlamıştır.
Hastalara daha yakın olan ve onların kendilerine güvenlerini sürekli deli
olmadıklarını, gönüllü olarak burada kalmalarına inanamadığını söyleyerek
ve kurallar haricinde şeyler yaptırarak (hastaneden kaçarak yaptıkları
unutulmaz otobüs ve bot gezisi ve tabii ki filmin sonundaki hastane alemi)
yerine getiren ve onlar üzerindeki olumlu etkisi gözle görülür bir biçimde
hissedilen McMurphy’e karşı, hemşire Ratched hastalar üzerinde baskı
kurmakta ve onların üstüne giderek iyileşmeleri konusunda olumsuz etki
yapmaktadır. Mesela kekemelik ve özgüven problemi olan Billy Bibbit
isimli hasta için bu durum çok açıktır. McMurphy Billy’e unutulmaz bir
akşam geçirtmiş (!) ve Billy’nin kekemeliği bir anda düzelmeye
başlamıştır. Ancak hemşire Ratched Billy’e zayıf karnı olan annesi
konusunda saldırıya geçmiş ve Billy hemen eski pısırık haline bürünerek,
hastane alemi olayının sorumlusu olarak McMurphy’i ispiyonlamıştır.
Hemşire Ratched’ın agresif yaklaşımı Billy’i intihara kadar sürükleyecektir.
Filmin sonu ise gerçekten unutulmazdır. Kısa sürede hastaneden çıkarak
özgürlüğüne kavuşacağını düşünen McMurphy oraya tıkılı kaldığını
anlamaya başlamış ve özgürlüğünün elinden alınması nedeniyle giderek
agresifleşmiştir. Bu nedenle elektroşok tedavisine başlanan McMurphy’nin
sağlıklı beyni ve ruhsal durumu elektroşok işkencesi sonrası cidden
bozulmuş ve kendisi adeta bir sebzeye dönüştürülmüştür. McMurphy’nin
bu haline dayanamayan Chief, onu boğarak kendi inancına göre onun
ruhunu özgürleştirir ve camları kırarak bu baskı yuvası olan hastaneden
kaçar.
Filmi izleyince akla ilk gelen şey özellikle modern toplum düzenini
ayakta tutan ve köleleştirici söylemler üreten çeşitli kurumlar (hapishane,
hastane, akıl hastanesi, genelev vs) üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle
ünlü Fransız post-yapısalcı düşünür Michel Foucault’dur. Gerçekten
özellikle Foucault’nun “Panopticism” ve “The Body of the Condemned”
makaleleriyle film arasında bağlantı kurulabilir. Panopticism makalesiyle
başlarsak, Foucault’ya göre üç değişik tip güç vardır. Birinci güç tipi klasik
disipline etme yöntemi olan cezalandırmaya dayalı sistemdir. Buna göre
hata yapanın fiziksel cezalandırılması ve bu yolla disipline edilmesi, kontrol
altına alınması güç uygulamasının eski ve halen yaygın bir türüdür. Filmde
de hastabakıcıların ve güvenlik görevlilerin kendilerine direnen hastalara
karşı zaman zaman fiziksel güç kullandıkları ve bu zorlama yolla onları
normalleştirmeye çalıştıkları görülecektir. Ancak modern toplumların
karmaşık yapısında artık bu birinci açık güç kullanımı yerini “panoptik” güç
kullanımına bırakmıştır. Panopticon, Jeremy Bentham’ın geliştirdiği bir
hapishane mimarisi tipi ve genel anlamıyla modern toplum düzeni
modelidir. Bentham’a göre içerisi görünmeyen bir kule etrafında yan yana
dizilmiş
hücrelerde
bulunan
mahkûmlar,
bu
kule
vasıtasıyla
gözetlendiklerini daima bilecekler ve bu gözetlenme korkusunu, güdüsünü
içselleştirerek toplumsal hayatta da istenmeyen hareketlerden uzak
duracaklardır. Bu sayede mesela işçiler çok düşük bir ücret karşılığı günde
16 saat çalışmayı kabul edecekler ve yerleşik düzen; sindirilmiş ve kontrol
altında tutulan bireyler sayesinde ayakta duracaktır. Bentham’ın
tasarladığı Panoptik düzende, çeşitli ışık oyunlarıyla kulenin içerisi
görünmez yapılırken, modern toplumda kameralar vasıtasıyla bu zorluk
ortadan kaldırılmıştır. Bir faydacı (utilitarian) olan Bentham’a göre, bu
sayede kulenin içerisi boş bırakılsa dahi mahkumlar gözetlendikleri hissine
kapılacak ve hareketlerine dikkat etmek zorunda kalacaklardır. Bu
içselleştirilmiş korku hapishane çıkışı da etkilerini gösterecek ve toplumsal
normlara, devlet kurallarına uygun hareket eden bireyler yaratılacaktır.
Modern toplum da çeşitli mekanizmalarıyla (kamera sistemi, mahkemeler,
polis gücü vs) bireyi sarıp sarmalamış ve her hareketini kontrol altında
tutmaktadır.
Filmde de akıl hastanesinde yatan tüm hastaları ve özellikle de
yatakhaneyi görecek şekilde ortaya yerleştirilmiş görevli odası panoptik
güç uygulamasına bir örnektir. Hastalar her zaman hemşireler ve
görevliler tarafından gözetlendiklerini bilmektedir ve gözetlenme
korkusunu içselleştirmişlerdir. Bu panoptik güç uygulaması kameralar
vasıtasıyla daha da etkili olmaktadır. Koridorlar ve diğer odalar kameralar
vasıtasıyla görevliler tarafından izlenmekte ve hastaların her hareketi
kontrol altında tutulmaktadır. Hastalar da bir şey yaparken farkında olarak
veya olmayarak gözetlendikleri güdüsünü bilerek hareket etmekte ve
kendilerini kısıtlamaktadırlar. Panoptik gücü destekleyen bir diğer güç
uygulaması da Foucault’nun plague power (veba gücü) ismini verdiği
sistemdir. Bu sistem ismini Avrupa toplumlarında Orta Çağ’dan başlayarak
vebalı ve cüzamlı hastaların kayıtlarının tutulması ve toplumdan ayrı
konutlarda kontrol altında bulundurulmasından almaktadır. Modern
toplumda da bireylerin sürekli kayıtları alınmakta ve her hareketleri
izlenmektedir. Kimlik numaranız, nüfus cüzdanınız, banka ve kredi
kartlarınız, su. Kaydınız, ehliyetiniz, ikametgah belgeniz, savcılık kaydınız,
maaş bordronuz derken her türlü hareketiniz gözlenebilmekte ve söylem
sizi kayıtlarınız sayesinde kolaylıkla takip edebilmektedir. Guguk Kuşu
filminde de hastaların hastanede detaylı kayıtları ve bilgileri bulunmakta
dahası yapılan terapi seansları nedeniyle hastaların zayıf yönleri
bilinmektedir. Mesela McMurphy karşısında gücü gitgide eriyen hemşire
Ratched, Billy’i yeniden otoritesi altına alabilmek için onun önceden bildiği
annesine olan zayıflığını kullanmaktadır.
Filme Foucault’cu bir bakış açısıyla yaklaşmaya devam edelim... İlgi
çekici bir diğer konu, Foucault’nun düşüncesinde karşımıza çıkan, söyleme
karşı tavır alan ya da söylemden farklı hareket eden birey ve grupların
toplumdan dışlanması ve deli, suçlu, farklı, zanlı, ahlaksız, sapık, hasta
gibi damgalarla özgür ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmaları olayıdır.
Bu nedenle Foucault, “Kliniğin Doğuşu” ve “Deliliğin Tarihi” isimli
eserlerinde Thomas Kuhn’un düşüncelerinden etkilenerek insanlık tarihinde
değişik zamanlarda fikirleri nedeniyle hangi insanların (mesela Socrates ve
Galileo) deli olarak adlandırıldığını, değişik zamanlarda hangilerinin
normal, hangilerinin anormal olarak değerlendirildiğini inceler. Filmde de
karşımıza çıkan akıl hastası olarak damgalanmış kahramanlarımıza
baktığımızda birçoğunun ciddi problemleri olmadığını görüyoruz. Mesela
McMurphy zaten hasta olmadığı açık bir şekilde belli, hayat dolu bir
adamdır. Ancak hastanede geçirdiği birkaç ay onu iyileştireceği yerde daha
beter rahatsızlıklara yol açmakta ve kendi bedeni üzerindeki hakkı elinden
alınmaktadır. Billy’nin rahatlıkla çözülebilecek bir anne fobisi ve özgüven
problemi olmasına karşın tedavi sistemi onu iyileştirmek yerine bu açıklar
yoluyla kontrol altına almaya çalışmaktadır. Chief karakteri McMurphy’nin
dostça yaklaşımı sayesinde kısa sürede iyileşebilirken, hastanede geçen
yıllar boyunca hiç tepki vermemiş ve herkes tarafından sağır ve dilsiz
olarak bilinmektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkün… Ancak temel sorun
Foucault’cu güç anlayışına paralel şekilde modern toplum düzeninin çeşitli
küçük kusurları (asosyallik, tembellik, özgüven problemi, aşırı duygusallık
vs) “hastalıklı” olarak kabul etmesi ve bu insanları ne derece olduğu
tartışılabilir özgür sosyal yaşamdan soyutlamasıdır. Söylem öylesine
güçlüdür ki, hastaların birçoğu zorunluluktan değil gönüllü olarak
hastanede yatmaktadırlar. Daha önemlisi de hastane onları iyileştirmek
yerine, hastalıklı olduklarını sürekli onlara hatırlatmakta, soyutlayıcı
etkisiyle hastalar üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.
Foucault’nun büyük önem verdiği ve “The Body of the Condemned”
makalesinde özellikle işlenen modern toplumun bedenleri esir alması
konusu da filmle oldukça alakalıdır. Foucault’ya göre egemen söylem
cinsellik ve daha bir çok konuda kendine uygun bedenler yaratmakta ve
bunun aksi hareket edenleri ahlaksız, farklı, hastalıklı gibi sıfatlarla
dışlamaktadır. Mesela cinsiyet kavramının oluşması üzerine kafa yoralım.
Burada Judith Butler’ın da sık sık dile getirdiği biyolojik farklılıkların
ötesinde,
önceden
kabullenilmiş
cinsiyet
rollerinden
(gender)
bahsediyorum. Örneğin bir bebek henüz daha doğmadan bile cinsiyetinin
belli olması sonrası “he” veya “she” şeklinde adlandırılmaya başlanmakta
ve odası cinsiyetine uygun şekilde düzenlenmektedir. Dünyada çok yaygın
olan bir uygulama bebek erkek ise mavi giysiler ve oyuncaklar, kız ise
pembe giysi ve oyuncakların alınmasıdır. Bu şekilde bebek henüz
doğmadan bir söylemin içerisine hapsedilmektedir. Erkek çocuklarına
araba, silah, robot alınırken kız çocuklarına daha çok oyuncak ev seti ve
oyuncak bebekler hediye edilmektedir. Bu yolla cinsel kimlikler konusunda
büyük bir kısıtlayıcılık empoze edilmekte ve mesela homoseksüellik ya da
biseksüellik
ahlak
dışı,
mantık
dışı,
anormal
şeyler
olarak
kurgulanmaktadır. Cinsiyet kavramını bırakarak modern toplumun beden
üzerindeki kısıtlayıcı etkilerine odaklanırsak, mesela bir doktor-hasta
ilişkisinde gözlemleyebileceğimiz kişinin kendi bedeni hakkında karar
verme hakkının elinden alınması, aslında büyük bir sektör de olan ilaç
kullanımının devreye girmesi akıl karıştırıcı konulardır. Foucault, sistemi bu
noktalardan eleştirmekte ve bir insanın hiç tanımadığı yalnızca meslek
diploması olduğu için güvendiği birine bedenini özgürce kesip biçme
hakkını vermesini söylem dahilinde değerlendirmektedir. Filmde de
hastalar istemedikleri ve etkileri rahatsız edici olduğu halde, çeşitli hapları
almaya zorlanmakta ve dahası adeta bir işkence seansı şeklinde gelişen
elektroşok tedavisine tabi tutulmaktadırlar. Hastalar istemeseler dahi
doktorların vücutları hakkında verdikleri kararlara uymak zorundadırlar. Ve
elektroşok tedavisi nedeniyle sağlıklı bir birey gerçekten hasta durumuna
düşürülebilmektedir.
Guguk Kuşu filmi üzerine söylenebilecek daha pek çok şey var
muhakkak. Dahi bir yönetmen olmasının yanı sıra ciddi bir entelektüel olan
Forman’ın filmi çekerken Foucault’nun etkisinde kalmış olduğu kanımca
açıktır. Yazımı filmden güzel bir alıntıyla bitirmek istiyorum; “Which one of
you nuts has got any guts (Siz delilerden hangisinin cesareti var) ?”…
KAYNAKLAR
- Foucault, Michel, “Panopticism”, “Discipline and Pınish: The Birth of the
Prison” kitabından, 1979, New York: Vintage, 195-228
- Foucault, Michel, “The Body of the Condemned”, “Discipline and Pınish:
The Birth of the Prison” kitabından, 1979, New York: Vintage, 1-
30
Ozan Örmeci
Bu makale Ozan Örmeci'nin "Popüler Kültür" adlı kitabından alınmıştır.
Ölü Ozanlar Derneği:
Ölü Ozanlar Derneği, N.H. Kleinbaum'un
roman olarak yazdığı ve Tom Schulman'ın senaryosuyla 1989 yılı En İyi
Senaryo Akademi Ödülü'nü kazandığı klasik eserdir.
1959 yılı Welton
Akademisinde
geçen
eserde ergenlik çağındaki 7 gencin aşırı disiplinli bir
yatılı okulda geçen hikayelerinde, okul ve aileler tarafından üstlerine
yüklenen başarılı olma sorumluluğu ve ailelerinin seçtikleri geleceği
yaşamakla kendi istediklerini yapabilmenin önündeki engeller ve bunlarla
başa çıkma yöntemleri anlatılıyor. Okula yeni atanan John Keating
önlerinde yeni vizyonlar açarak, şiir dünyasına girmelerini, günü
değerlendirebilmelerini ve Walt Whitman'ın dediği gibi hayata "kendi
dizeleri ile katılabilmeleri" için farkındalıklarını artırmaya çalışır.
Rıhtımlar
Üzerinde:
Oscar ödülü
kazanmış 1954 yapımı
bir Amerikan filmidir. Filmin senaryosu Budd Schulberg tarafından yazılmış
ve Elia Kazan tarafından yönetilmiştir. Baş rollerinde Marlon Brando, Eva
Marie
Saint, Rod
Steiger, Karl
Malden ve Lee
J.
Cobb.
Film
müzikleri Leonard
Bernstein tarafından
bestelenmiştir.
Film işçi
sınıfının organize olmasıyla gelişen sosyal konuları ele almaktadır. New
York Sun muhabiri Malcolm Johnson tarafından yazılan bir dizi öykü temel
alınmıştır.
Dostları ilə paylaş: |